“Türk Köpek
Irkları Koruma Araştırma Islah ve Tanıtma Federasyonu” kurucu başkanı Doğan
KARTAY “Kurtlarla” tanışmasını ve yaşadıklarını şu sözlerle anlattı.
Bir çoban
köpeği tutkunu olduğum halde, özgürlüğün simgesi olan kurtları severim. Onlara
ilgi ve saygı da duyarım. “Kurt’’ insanlar için akıllı, zeki ve deneyimli
özgürlüğe düşkün olmanın tanımı sayılıyor. Kurtlara olan ilgimin öncelikli
nedeni, kökeni Orta Asya bozkırları olan “Bozkurt”un, altmış yılı aşkındır
süregelen araştırma alanım olan Kangal çoban köpeklerinin kalıtımsal (genetik)
atası olması ve onların bazı görünüm ve davranış ayrıntılarında
benzeşmelerinin, kurt atalarından miras olduğunu bilmemdir. Bu nedenle,
Kangalları ve türevlerini araştırabilmek için, kurtları tanımak ve öğrenmek
gerekiyor. Sivas ilinin Kangal ilçesinden, koyun sürüleri sahibi olan arkadaşım
Turhan, kangal her yıl yaklaşık elli koyununu kurtlara kaptırmasına karşın,
çobanlarına silah vermez, onlara “Sakın bozkırın süsü olan kurtlarımızı
vurmayın! Olabildiğince, Kangallarınızla onları sürüden kovun! Doğanın
dengesini bozmayın!” diye, uyarırdı. Kurtları tanımak, onların doğadaki
davranışlarını olabildiğince gözlemlemek, onlarla birlikte yaşamakla
oluşacağını düşünüyordum. Çocukluğumda haftalık “Yavru Kurt” dergisinde Göktürk
Kağanı Kara Kutluk Han’ın oğulları Gültekin ve Bilge Tekin’in kahramanlıklarını
anlatan Suat YALAZ’ın çizgi romanlarını okurdum. Asena isimli dişi kurt,
Gültekin’in atının ardından koşar dururdu. Gültekin uyurken ayakucunda yatardı.
Onun dostuna dost, düşmanına düşmandı. O yaşımda, benim de bir Asena’m
olacağını hiç düşünmemiştim. Ancak, düşlerdim. Ama oldu. Ortaokulda iken
Abdullah Ziya KOZANOĞLU’nun “Kızıltuğ”, “Atlıhan”, “Gültekin”; Nihal ATSIZ’ın
“Bozkurtların Ölümü”, “Bozkurtlar Diriliyor”, tanımlı kitaplarını okudum.
Kurtlara olan ilgim ve sevgim yetişme çağımda oluştu. Kurtlarla yüz yüze ilk
tanışmam 1952 yılının kışı, yedek subay olarak görevli bulunduğum, Sivas ilinin
kırsalında oldu. Onları, Kangallarla dövüşürken yakından izledim. Kangallar kurtlardan
güçlüydü. Ancak, kurtların ustura gibi keskin dişleri ve tırnakları onlarda
etkili yaralar açabiliyordu. Bu nedenle, her dövüşten az çok berelenmeleri
kaçınılmaz oluyordu.
Erzurum hava
alanını ve Erzincan-Erzurum akaryakıt boru hattının 1962 yılında sorumlu
mühendisiydim. Bir gün Tercan-Aşkale arasındaki kırsal alanda bir hendek
içinde, silahla vurularak yaşamını yitiren dişi bir kurda rastladım. Biri,
kurumuş memelerini emmeye çalışan, dört eniği ile birlikteydi. Eniklerin üçü,
açlıktan yaşamını yitirmişti. Dördüncüsü olan dişi enik canlı, ama kötü
durumdaydı. Ana kurdu ve eniklerini gömdürmedim. Doğada ölenlerin, başka
canlıların yaşayabilmesi için gerekli olduğunu bilirim. Yaban yaşamının
acımazsız koşullarına karşın sağ kalabilen dişi eniği aldım. Yaklaşık bir aylık
olmalıydı. Çok zayıftı. Çoban köpeği tutkum nedeniyle, enik bakımında
deneyimliyim. Onu sahiplendim. Şantiyeye getirdim. Bu yavruya, Türklerin
destansı annesinin adı olan “Asena”nın adını verdim. Eşim hamilelik nedeniyle
İzmir’de ailemin yanındaydı. Asena ile şantiyede birlikte yaşamaya başladık.
Altı aylık olana dek Asena gündüzleri çevremde dolaşıyor, geceleri ayakucumda
uyuyordu. Asena özel bakıldı, özel beslendi, Kangal sütü emdi, köpek maması
yedi. Üç aylık olunca, onu eğitmeye başladım. Altı aylık iken, hava alanında
gece bekçiliği görevi yapan sahibi tarafından, sütannesi olan anaç ve
sütkardeşleri enikler satılınca, baş başa kaldık. İlgisi yalnızca bana dönüştü.
Köpek eniği gibi davranıyor, şantiyelerde peşimden dolanıp duruyordu. Köpekler
ve kediler ile hiç sorun yaşamadık. Benden başkasının kendisine dokunmasına
izin vermiyordu. Başkalarından yiyecek kabul etmezdi. Tasmayı zor kabullendi,
zincirlenmeyi kabullenmedi. Ergenleşince doğaya döneceği için çiğ et yemeye
alıştırdım. Alımlı görünüşlü, onurlu davranışlıydı. Gündüzleri beraber
dolandığımız Asena’yı, koruma amacıyla geceleri, hava alanındaki barınağına
kapatıyordum. Önceleri bana küstü. Bu küskünlük uzun sürmedi. Onuncu aya kadar
birlikte yaşamaktan, o talihsiz geceye kadar, mutluyduk. O gece, Asena,
barınağın kafes tel örgüsünün altını kazarak, dışarı çıkmayı başarmış. Bu onun
ilk ve son sınırsız özgürlüğü oldu. Ertesi gün, anayolun kıyısında bir araç
tarafından ezilmiş olarak bulundu. Olayı öğrendiğimde, içim daraldı. Gönlüm
karardı. Bir sevgiyi sonsuza dek yitirmiştim. Kendimi toparlayabildiğimde,
Asena’yı doğaya terk etmeye gönlüm el vermedi. Bulunduğu yerden onu gömleğime
sararak kucağıma aldım. Arabamla şantiyeye getirdim. Bir dostu toprağa verir
gibi, barınağının yanına gömdüm. Aramızda güçlü bir sevgi bağı oluşan Asena’yı
ergenliğe ulaştığında doğaya salmak kısmet olmadı. Ne diyelim, kader böyleymiş.
O gece, sabaha dek yatağımda döndüm durdum. Bir türlü uyku tutmadı. Sonraları
birçok kez rüyalarıma girdi. Beş yıl sonra, Afyon-Sandıklı-Dinar karayolu
inşaatının üst yapısını yüklenmiştim. Sandıklı ilçesi kırsalında, bir akşam
işyerlerini denetlemekten dönerken, karanlıkta parlayan iki göz, beni bir erkek
kurt eniği ile buluşturdu. Enik yürüyemiyor, karnı üzerinde sürünüyordu. Üç
haftalık olmalıydı. Bir saati aşkın, uzaktan izleyerek bekledim. Ana kurt gelip
alabilir, diye düşünmüştüm. Gelen giden olmadı. Uluma sesi de duymayınca onun
anne tarafından aranmadığını anladım. Avcılar, çobanlar ya da çoban köpekleri
tarafından, annenin öldürülmüş olabileceğini düşündüm. Eniğin, o gece doğada
canlı kalma şansı yoktu. Onu sahiplendim. Biberonla, keçi sütü ile hazırlanmış
bebek maması vererek besledim. Gündüzleri otomobilimde geniş tabanlı bir sepet
içinde, onu taşıyordum. Geceleri odamda yatıyordu. Ona, Türklerin Ergenekon’dan
çıkışına öncülük eden, kurdun adı olan, “Barak” adını verdim. İki ay sonra,
gündüzleri, peşimde koşturmaya başladı. Dördüncü aydan sonra süt dişleri
döküldü. Beşinci ayda, “gümüş” gibi parlak ana dişlerinin tamamı oluştu.
Kendisine benden başkasına dokundurtmuyordu. Tasmayı ve zinciri kabullenmedi.
Sağlıklı büyüyordu. Beşinci ayını aştığında, geceleri onu şantiyede, tabanı da
kapalı geniş bir barınağa kapatıyordum. Çünkü daha önce, Asena’yla yaşadığım
acının tekrarlanmasından ürküyordum. Enik altı aylık olunca iyice irileşmişti
ve güçlenmişti. Bir gün, şantiyenin gece bekçisi, civarda kurtların
dolaştığını, onların ulumalarından ürktüğünü söyledi. Benden, bir av çiftesi
ile yedi tane iri saçma içeren, şevrotin diye, tanımlanan fişeklerden on tane
istedi. Kurtların silahla vurulmasına veya zehirlenerek yok edilmesine şiddetle
karşıyım. Birkaç gün sonra, bir gece civarda dolaşan kurtları görebilmek için
şantiyede kaldım. Ay ışığının etkili olduğu bir geceydi. Bir kurdun, eniğin
barınağının çevresinde dolandığını uzaktan izledim. Kurt, daha sonra barınağa
yanaştı. Kapı parmaklıklarının aralığından bizim enik ile koklaştılar,
birbirlerini yaladılar. İlişkilerini uzun süre gözledim. Eniğini yitirmiş anne
olduğunu sezdiğim kurt, bir süre sonra, yakındaki sırta doğru uzaklaştı. O
zaman, erkek olduğunu sandığım daha iri bir kurdun, sırtta onu beklediğini
gördüm. Sonra birlikte şantiyeye dönüp ulumaya başladılar. Bizim enik de, bu
koroya olabildiğince katılmaya çalıştı. Ardından, ikisi birden, tepenin ardında
yok oldular. Barak sabaha kadar, aralıklı olarak kurtların gidiş yönüne dönüp
uludu ve inledi. Doğal yaşama ve ailesine özlem çektiğini anladım.
Gördüklerimden sonra olaya duyarsız kalamazdım. Kurtlar şantiyeye tekrar geldiğinde
eniği salmaya karar verdim. Sevgiyi bölüşmek, bazen birlikte olmak,
gerektiğinde de ayrılığa katlanmaktır. Ertesi gün gece yarısı, önce anne
olduğunu sandığım kurt, barınağa yanaştı. Eniği göremeyince, acı acı ulumaya
başladı. Ardından, erkek de onun yanına geldi ve ulumaya katıldı. Daha önce
barınaktan çıkardığım, ayak dibimde yatan, bir yandan sırtını okşadığım bizimki
de, kucağıma aldığımda hırçınlaştı. Ulumaya çalışarak onları cevaplamaya
çalıştı. Bu sesi duyunca, dışarıdakiler ulumayı kesti. Kucağımdaki enikle,
burnundan öperek vedalaştım. Ardından da onu dışarı saldım. Barak hızlı
adımlarla kurtlara doğru uzaklaştı. Sonra, birden bire koşarak bana geri döndü.
Ayaklarımı kokladı. Ellerimi uzattım, onları yaladı. Ben de onun başını
okşadım. Gitmeyecek sandım. Ama, öyle olmadı. Sonra, yeniden geriye döndü, açık
kapıdan dışarıya fırladı. Koşarak karanlığa daldı. Onun da benimle
vedalaştığını anladım. Büroma döndüm. “Vahşetin Çağrısı” ve “Ana Sevgisi” bana
bağlılığını aşmıştı. İçim burkuldu. Ama, ona gücenmedim. Onun yerinde olsam,
ben de öyle yapardım. Sonra da, üçünün birden sırtı aşarken, şantiyeye dönerek
birlikte uluyan görüntülerini, ay ışığında hayal meyal fark ettim. Bu
davranışlarını, şükran olarak algıladım. Ardından, sessizlik başladı. Yaşaran
gözlerimi, bana yardım eden bekçi ve şoförden Barak’ın duvarda asılı resmine
yüzümü çevirerek gizlemeye çalıştım. Onu ne kadar da sevmişim. Aradan bunca yıl
geçti Barak’ı hala özlerim.
On beş yıl
sonra, Haymana kırsalında sürücülük yapan, eski arkadaşım Kadir’in çoban
köpekleri, sürüsüne dalan dişi bir kurdu öldürmüşler. Birkaç gün sonra, izleri
koklayarak kurt inine ulaşan köpeklerin peşinden giden çoban, burada dört enik
bulmuş. İkisi açlıktan yaşamını yitirmiş, diğer ikisi de ana sütünden yoksun kaldıklarından,
bitkin durumdaymışlar. Onları eşeğinin heybesine koyarak, köye götürmüş.
Arkadaşım Bayazıt’ın çiftliğindeki anaç bir çoban köpeği, yaklaşık bir aylık
oldukları sanılan eniklerin süt analığını kabullenince, biri erkek diğeri dişi
olan eniklere, yaşama şansı doğmuştu. Bir ay içinde olabildiğince irileşmişler.
Bir ay sonra, onların doğaya salınmasına karar verildiği gün, orada misafirdim.
Bu minik eniklerin, bana göre doğada yaşama şansları yoktu. Çiftlikte kurt
kokusu koyunları tedirgin ettiğinden, orada bakılmaları sakıncalıydı. Kurtlar
bana verildi. Sahiplendiğim eniklere Romüs ve Romilüs adlarını verdim. Orta
Asya’dan İtalya’ya göç eden Etrüsk’lerin mitolojik olarak atası sayılan, ikiz
kurtların adını taşıyacaklardı. O gece, onlarla aynı odada yattık. Amacım,
dönüş yolunda sorun yaşamamak için kokumu bellemeleriydi. Tedirgin olan
enikler, divanın altında yatmayı yeğledi. Bir gün sonra İzmir’e dönerken,
otomobilimin içinde serbestçe dolaştılar. Önceleri ürkektiler. Sonradan,
kendilerini güvende hissedince, başıma bile tırmandılar. Omuzlarıma oturdular.
Yedi saatlik yolumuz, onların yüzünden on saat sürdü. Yol boyunca, aramızdaki
iletişim giderek gelişiyordu. İzmir-Manisa il sınırında bulunan, Gökçeler
köyündeki çiftliğime geldiğimizden bir süre sonra, hiç kurt tanımamış olan
yaşıtları Kangal ve Akbaş enikleri ile, ayrıca yardımcım Mustafa ve benimle
senli benli, bir diğer deyişle yüz göz oldular. Daha sonraları da kurt
olduklarını unuttular. Bu enikleri, keçi sütü ve köpek maması ile besledik. Çiğ
ete alışamadılar. Çevremizdeki dağlarda yabanıl yırtıcı hayvan yoktur. Domuz
varlığı ise olağanüstü yoğunluktadır. Kurtlar sekiz aylık olduklarında, onları
doğaya saldık. Davranışımızın bilimsel olarak doğruluğuna inanıyordum. Sevgi
bağımız olan bu eniklerden ayrılırken duygusal olarak zorlandım. Çiftliğin
karşısındaki yamaçta dolanan domuzların peşinden koşarak, ormana daldılar. Bir
daha onları göremeyeceğimi sandım. Ertesi sabah, ikisi de çiftliğin
kapısındaydılar. Barınağın kapısının açılmasını bekliyorlardı. Mustafa kapıyı
açınca, içeri daldılar. Doğruca, köpek evindeki hücrelerine koştular. Yemek ve
su kaplarının başına geçip karınlarını doyurdular. Onların doğaya uyum
sağlayamayacaklarını anladım. Bir yandan çevredeki köylüler, “ Büyüyünce bunlar
canavar olur. Bizi ve hayvanlarımızı yerler” diye, sızıldanıp duruyorlardı.
İnsana alışkın olduklarından, doğada avcılar tarafından kolayca
vurulabilirlerdi. Gönlümde yer etmiş olan bu eniklere, yaşama alanı aramak ve
yaşama olanağı bulmak görevim olmuştu. İzmir fuarındaki hayvanat bahçesi müdürü
arkadaşım Veteriner Hekim Çağlayan, onların bakımını üstlenmek istedi. Dar bir
alan içinde, onları görmeyi yüreğim kaldırmazdı. Ancak birkaç ay sonra,
Sasalı’daki kuş cennetinin yanında, binlerce dönümlük alanda, doğal yaşama
alanına benzetilmiş, bir tesise taşınacakları, bana anlatılınca, orayı gidip
gördüğümde, iyice irileşmiş, sevgili kurtlarımı, vermeye razı oldum. İnsanlı
yaşama, benim sevgim yüzümden uyum sağlamış, doğaya dönüşü kabullenmeyen bu iki
veledi, zorunlu olarak İzmir fuarına bağışladım. Geçerli yasalar, onlarla
birlikte yaşamama izin vermiyordu. Sevgi bazen buluşmak, gereğinde ise
ayrılmaya katlanmak değil midir? Şu günlerde, İzmir fuarının hayvanat bahçesini
gezmeye gelenler, kurtlar bölmesinde, iri ve genç iki kurt ile oynaşan, dik
duran, dik yürüyen, genç davranışlı, uçuk kaçık görüntülü, saçı dişi
dökülmemiş, kısa sakallı, kır, yüzü ve gerdanı kırışmamış, göbeklenmemiş,
yaşlılığa kafa tutan, ileri yaştaki bir delikanlıya rastlayabilirler. İşte, o
benim Doğan KARTAY.
NOT:
Kurtlarla ilişkimin bu kadar olduğunu düşünenler yanılır. Gerisini başka
yazılarımda paylaşacağım. Sizlere Bozkurtlar, Kangallar ve Türkler bağlamının
bizim için genetik miras değilse bile kesinlikle sosyal miras olduğunu
anlatmaya çalışacağım. Bu bağlam, bir masal ve mitolojik bir kavramdan öte bir
olgudur.
İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT