31 Temmuz 2017

"ETİK” SEVERLERE MÜJDE!

Yaşamın her boyutunda etik ilkelere özen gösteren ve bunu yaygınlaştırmaya çalışanlara müjdeli bir haberimiz var.

Bu konuda 20 yıla yaklaşan akademik ve sosyal deneyimiyle Prof. Dr. Çağatay Üstün kısa bir aradan sonra yeniden kitap raflarındaki yerini alacak bir kitaba imza atmaya hazırlanıyor. Son aşamaya gelen kitabın içeriği hakkında henüz bir bilgi verilmemesine karşın,

Prof. Dr. Üstün bu konudaki ilk kısa açıklamayı İzmir Modern okurları ile paylaştı:

“Son kitabım Yaşamın İçindeki Etik ve Ahlâk 2013 yılında çıkmıştı. Bu süreçte etik ve ahlâk’a dair tespitlerde bulunmaya devam ettim.

Bir süre içe dönüş süreci yaşadım sanırım. Okudum, dinledim, baktım ve fark ettim. Bir yerlerde kümelenen satırlar nihayet yeni bir kitabın ilk filizlerini oluşturuyordu aslında.
Ülkemizin etik bir sisteme dahil olmasını ve bunun gerçekleşmesini içtenlikle istiyorum. Bütün çabam bu doğrultudadır. Yeni kitabın çok daha etkin ve anlamlı bir değeri olacağını düşünüyorum.

Yaşadığımız zaman diliminde ele aldığım tarzda yazılan kitap sayısı oldukça az. Son aşamaya doğru geliyoruz. Yeni kitabın doğumuna az kaldı. Şimdilik biraz sürpriz olmalı.
O nedenle daha fazla bilgi veremiyorum. Ancak hissettikleriniz, düşündükleriniz, içinizdeki etik ses bu kitap ile canlanacak. Buna inanıyorum.”

Prof. Dr. Çağatay Üstün Kimdir?
İzmir’de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini İzmir’de tamamladı. 1990 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1990-1994 yılları arasında Sağlık Bakanlığına bağlı kurumlarda pratisyen hekim olarak görev yaptı. 1994-1998 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde Tıp Tarihi ve Etik alanında doktora eğitiminin ardından, aynı alanda akademik faaliyetlerine başladı. Türkiye’de ilklerden olan ve 1999 yılında kurulan Ege Üniversitesi Hastanesi Hastane Etik Kurulu’nun kurucu üyeler kadrosunda rol aldı. Halen Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı başkanı olarak görevini sürdürmesinin yanında, 2011 yılı güz döneminden itibaren İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Yargı Etiği dersleri vermektedir. 2011 yılı başında bir tür sosyal sorumluluk projesi olarak tasarladığı “Her Şeye Rağmen Etik” aktivasyonunun sorumluluğunu üstlenerek, toplumda etik bilincin ve farkındalığın artmasına yönelik çalışmalarına devam etmektedir. Bu kapsamda 100’ün üzerinde konferans vermiştir.

Alanıyla ilgili yazdığı kitaplardan bazıları şunlardır:
“Tıp Etiğine Giriş” 2002
“Tıp Sanatının Ustası Hipokrat” 2003
“Hekim, Tabip, Doktor - Onlardan Anılar” 2014-2.baskı
“Her Şeye Rağmen Etik” 2011-2.baskı
“Yaşamın İçinde Etik ve Ahlâk” 2013
“Ötanazi” (Editör) 2013
“Sağlıkta Şiddet Sorunu” (Editör) 2014
“Tıp-Etik-Hukuk Boyutuyla Kürtaj”(Editör) 2015
“Hemşirelikte Etik Karar Verme” (Editör) 2015
“Tıp-Etik-Hukuk Boyutuyla Hospiz” (Editör) 2016



İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

30 Temmuz 2017

Benim besin kaynağım Allah’tır!

Nermin Akkan 1955 yılının 2 Ağustos günü Tokat'ın Almus ilçesinde dünyaya gelmiş. İlkokulu köyünde okumuş, toprakları Almus Barajı nedeniyle istimlak edildiğinden, ortaokulu Turhal'da okumuş, daha sonrasını kendisi anlatıyor:


“Lise tahsilimi Tokat Öğretmen Okulu'nda başlamama rağmen başarılı çocukları yatılı okula sınavsız geçiren bir yönetmelik avantajıyla Amasya Kız İlköğretmen Okulu’nu bitirdim. Sonrasında AÖF Eğitim Ön Lisans programını tamamladım. Alper Tunga, Bilge Kağan, Ceren ve Çise adlarındaki çocuklarımdan Ceren “Down Sendromlu” doğunca yurt içi ve yurt dışı çeşitli eğitim programlarına katılarak özel eğitim formasyonu aldım. Çeşitli birimlerde bu alanda öğretmen, koordinatör ve yönetici konumunda görev yaptım. Emekli olduktan sonra ve halihazırda özel bir kurumda koordinatör ve refleksolog olarak görev yapmaktayım.”

“Down Sendromlu” kızı Ceren Barlas'ı anlatırken gözleri ışıl ışıl oluyor. Sözlerine şöyle devam ediyor:

“Benim en büyük şansım Ceren. Çünkü bu çocuklar Yüce Allah’ın koruması altındalar. Allah özel çocuklarını güvenebildiği kullarına emanet olarak gönderirmiş. Ceren’i de bana emanet etti. Ben kendimi Allah’ın sevdiği bir kul olarak görüyorum. Ceren gerçekten çok özel bir çocuk, her gün benim ne giyeceğime o karar veriyor. Kıyafetlerimi ütüleyip hazırlıyor. Çok zevkli seçimleri var. Kahvaltımı hazırlayıp içeceğim ilaca kadar düşünüp kapıdan beni dua ederek uğurluyor. Ceren 30 yaşında. İstiklal marşını on kıta ezbere okuyor. Hekimoğlu türküsüyle oynarken hayranlıkla izleniyor. Arka arkaya tüm dünya müziklerini çalın figürlerini hemen o müziğe göre oynuyor. Disco-oryantal-roman veya dünyadan herhangi bir ülkenin folklorik müziğini çalın, hiç şaşırmaz hemen ritmine uyar. Öğrenmeyen çocuk yoktur. Öğretemeyen ebeveyn ve öğretmen vardır. Bu tüm çocuklar için geçerlidir. Bu sektörde alın teri döken, helal çalışıp, helal kazanmayı amaçlayan tüm kurumlara, tüm çalışanlara minnettarım. Unutmayalım ki Yüce Allah’ın koruması altında olan bu çocuklar, işbirliği içinde, sevgi ve özveriyle çalışanları vezir ettiği gibi, onları birer kazanç malzemesi olarak görenleri de iki dünyada da rezil ederler. İnançlarımdan beslenirim öncelikle, bilinenin veya sıradan kabullerin ötesinde bir dostluğum vardır, Allah ile benim. Koşulsuz teslimiyetim nedeniyle kişilerden çok olgulara odaklanır, sebep sonuç ilişkisinden yol bulurum. Sevgisinden yaratıldığım Allah’tır benim her türlü besin ve esin kaynağım.” diyor ve konuyu şiire getiriyor. Duygularını şiirle anlattığını söylüyor. Kızı Ceren için yazdığı bir şiiri bizimle paylaşıyor.













SANA İHTİYACIM VAR.
Sana ihtiyacım var anne,
Tutmayan elim,
Söylemeyen dilim,
Görmeyen gözüm,
Duymayan kulağım,
Basmayan ayağım olursun değil mi?
Ama seven yüreğimi,
Sessiz dileğimi bana bırak anne.
Sana ihtiyacım var arkadaşım,
Derdimi paylaşmana,
Benimle oynaşmana,
Seninle kaynaşmama,
Gönlüne karışmama izin verir misin?
Gel desem gelir misin?
Sana elimi uzattım öğretmenim,
Ayağa kalkmama,
Görmesem de bakmama,
Kemerimi takmama,
Yüreğine akmama izin verir misin,

BENİ SEVER MİSİN?
Sana ihtiyacım var amca,
Sana ihtiyacım var abla,
sana ihtiyacım var dede,
Gölgene sığınmama,
Kollarında avunmama,
Tahtına kurulmama,
Köpürüp, durulmama,
Boynuna sarılmama izin verir misin,
Beni dinler misin?
Size ihtiyacım var benim, hepinize.
Elele gelir misin?
Gönlünü verir misin?


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

25 Temmuz 2017

Lozan Antlaşmasının 94. Yıldönümü Kutlandı.

24 TEMMUZ 2017 Lozan Barış Antlaşması'nın 94'ncu yıldönümü Konak Belediyesi ve İzmir’i Sevenler Platformu tarafından düzenlenen etkinliklerle kutlandı. İzmir Fuarı Lozan kapısı girişinde bulunan Atatürk ve İnönü heykelinin önünde daha sonra “İsmet İnönü Anı Evinde” tören düzenlendi. Törene C.H.P. Konak İlçe Başkanı Mehmet Şakir BAŞAK, partililer, ADD şube başkanları ve üyeleri, çok sayıda sivil toplum kuruluşları, vatandaşlar katıldı. İsmet İnönü Anı Evi’ndeki tören saat 11.00 de saygı duruşu ve İstiklal marşının okunmasıyla başladı. Törenin açılış konuşmasını yapan Araştırmacı-Yazar Ahmet GÜREL, Lozan Antlaşmasının önemine değindi.
Ahmet GÜREL şöyle konuştu;
“Atatürk’ün deyimi ile “Milletin makûs talihini yenen” kader adamı İsmet (İnönü) Paşa, 1906 yılında, Harp Akademisinden kurmay yüzbaşı olarak birincilikle mezun olur ve Osmanlı İmparatorluğunun her cephesinde görev yapar. Biz, O’nu daha çok, I. ve II. İnönü Savaşı, Sakarya Savaşı ve Garp Cephesi kahramanı biliriz. Sivil yönü olarak da onu, Mudanya Barış Antlaşmasının temsilcisi ve Lozan Türk Delegasyonu Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Köy Enstitülerinin kurucusu ve çok partili sisteme geçişin mimarı olarak biliriz. Türkiye Cumhuriyeti tarihine asker ve sivil olarak 66 yıl damga vuran İsmet İnönü’nün bu hizmetleri birilerince yok sayılarak, tarihi gerçekler saptırılmaktadır. Geçmişini saptıran milletlerin geleceklerinin olmadığını da yine tarih yazmıştır. Bu nedenle, O’nun kahramanlığını, ülkesi için yaptıklarını yazmaya bu sütunlar ve kitaplar yetmemiştir. Işıklar içinde Atatürk ile beraber Anıtkabir’de yatan İsmet Paşa’nın, sadece Lozan Barış Antlaşması’ndaki direngenliğini ve kazandığı başarılarından birkaç cümle aktaralım.
İsmet Paşa, Lozan’da birinci günü, kimseden izin almadan yaptığı açılış konuşmasında: “Bütün uygar uluslar gibi özgürlük ve bağımsızlık” istediğimizi vurgulamıştır. Paşa’nın bu çıkışı, diplomatik kurallara aykırı görülmüşse de o bu davranışıyla Konferansa eşit haklarla katıldığımızı göstermek istemiştir. Çünkü O, “Lord Curzon konuşursa ben de konuşurum” demiş ve İngiliz diplomatının konuşmaması halinde kendisinin de konuşmayacağını açıkça dile getirilmiştir.

Lozan Konferansı’nda Amerikan Müşahit Kurulunun üyesi olan John Grew, Lord Curzon’un İsmet Paşa’ya söylediklerini şöyle nakleder:
“İsmet, sen bana tıpkı laternayı hatırlatıyorsun. Bizi bıktırıp usandırana kadar hep aynı havayı çalıyorsun: Millî egemenlik, millî egemenlik, millî egemenlik. Bu sözü duymaktan hepimize gına geldi."

Lozan Antlaşması’nın çıkmaza girme aşamasına geldiğinde İsmet Paşa, Lord Curzon’a:
“Memleketi esarete mahkûm eden bir belgeye imza koyamam. …Hangi imtiyazlar, hangi mukaveleler? Hangi koşullar altında verilmiş? Bilmiyorum ki imza edeyim. Bunları bana gösteriniz, tetkik edeyim. Hayır, şimdiden, görmeden, bilmeden, anlamadan imza edemem.”
Lord Curzon’un yerine görevlendirilen Sir Horace Rumbold, Lozan’daki İsmet Paşa’nın başarısını şöyle anlatır:

“Savaş meydanlarından gelen İsmet Paşa sadece usta bir diplomat değil, aynı zamanda bir devlet adamı olduğunu da kanıtladı.”

İngiliz heyetinin ikinci adamı William Tyrrell, İsmet Paşa’yı şöyle tarif ediyor:
“İki çeşit Türk biliyorduk. Biri eski Türk ki öldü. Biri de Jön Türk ki artık o da yok. Şimdi onlardan başka bir tip görüyoruz, İsmet Paşa. O artık bizim için üçüncü Türk’ü canlandırıyor. Barışı bu Türk’le imzalayacağız.”

Amerikalı Müşahit John Grew şunları söylemiştir:
“Basın haberlerinden hepiniz öğrenmiş bulunuyorsunuz ki İsmet Paşa Lozan’da büyük bir diplomatik zafer kazanmıştır. Bütün Müttefik diplomatların sırtını yere getirmiştir. Bu olayı inkâr etmenin yararı yoktur.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Lozan hakkında tespitleri şöyledir:
“Bu antlaşma, Türk ulusuna yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme eyleminin çökertilişini yansıtan bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri bulunmayan bir utkunun ürünüdür.”
Yukarıda kısaca anlatıldığı gibi, emperyalist ülkeler karşısında verilen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra eşit koşulları sağlayarak tam bağımsızlığını “kayıtsız koşulsuz egemenlik” ilkesiyle kazanmak gerçekten akıllara durgunluk veren büyük bir tarihsel başarıdır. Bu tarihsel bilinçle, küllerin yeniden doğan ülkenin tapusu olan Lozan Barış Antlaşmasına ve utkuyu kazandıranlara saygılarımızla...

LOZAN KENTİ UŞİ SARAYI

Araştırmacı-Yazar Ahmet GÜREL törenin yapıldığı “İsmet İnönü Anı Evi” ile ilgili olarak;

“1999 yılından günümüze "İnönü Müze Evi" ile ilgilenirim. Müze; önceleri İnönü Vakfının gözetimdeydi. Rahmetli Erdal İNÖNÜ bana yıllar önce “Uşakizade Köşkü” ile ilgileniyorsun. “İsmet İnönü Anı Evi” ile de ilgilen dedi. Ben de Erdal İNÖNÜ’ye verdiğim sözle 1999 yılından bugüne İsmet İnönü’yü anma ve Lozan antlaşması etkinliklerinde bulunuyorum” dedi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün doğduğu Konak Asmalı Mescit Mahallesi’ndeki ev 1999 yılında İsmet İNÖNÜ Vakfı tarafından Konak Belediyesi’ne devredildi. Belediye tarafından restore edilerek müze haline getirilen İsmet İnönü Anı Evi ziyaretçilerini bekliyor.



İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

11 Temmuz 2017

Best Contest Turkey Lise Kategorisi Birincisi Gülperi Ceren ARSLAN


Türkiye’nin en iyi İngilizce konuşan lise ve üniversite öğrencilerinin yarıştığı “Best Contest Turkey 2017” yarışması 20-21 Mayıs tarihlerinde Double Tree by Hilton İzmir Alsancak otelinde gerçekleşti. 81 ilimizden lise ve üniversite öğrencilerinin davetli olduğu yarışmanın amacı, gençlerimizi İngilizce bilgilerini kullanmaya ve akıcı hale getirmeye özendirmek.
“Best Contest Turkey 2017” yarışmasında lise kategorisinde birinci olan Gülperi Ceren ARSLAN ile yarışma ve yabancı dil eğitiminin hayatımızdaki önemi hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
“18 Şubat 2000 yılında İzmir’de doğdum. Her zaman aktif biri oldum. İzmir Büyükşehir Belediyesinin buz pateni senkronize takımı sporcusuydum. TEOG’dan sonra İstanbul’a taşındık. 3 senedir İstanbul’da yaşıyorum. Halen tenis ve cimnastik sporu yapmaya devam ediyorum.”

Yarışma hakkında bilgi verir misiniz?
“ Bu yıl ikincisi düzenlenen, Türkiye’nin en iyi İngilizce konuşan gençlerini seçmek için yapılan bir yarışma. Türk eğitim sisteminde öğrenciler grameri çok iyi biliyor fakat konuşamıyor. İngilizceyi “anlıyorum fakat konuşamıyorum” eğitim düzeyinin artırılmasına yönelik farkındalık yaratmak için gerçekleştirilen bir yarışma olduğunu düşünüyorum.”
Yarışmaya kaç kişi katıldı?
“Türkiye genelinde devlet okulu ve özel okullardan 400’ün üzerinde video ile başvuru oldu. www.bestcontestturkey.com internet sitesine video gönderdim.Ön değerlendirmeler yapıldı. Lise kategorisinde 17 aday İzmir’e çağırıldık. Yarı final değerlendirmelerinde önceden hazırladığımız altı dakikalık ezbere konuşma yapmamız istendi. Konu listesi bize öncede verilmişti. Yarı finalde kişi sayımız 7 kişiye indirildi. Daha sonra bize zarflar dağıtıldı. 20 dakika süre verildi. Bu süre içinde zarfın içinde yazan konuyu araştırıp bir şeyler tasarlamamız istendi. Doğaçlama olarak finalde konuşmamız gerekiyordu. Finaldeki konuşmamız 5-6 dakika ile sınırlıydı. Benim evde eğitim mi, okulda eğitim mi konusunu anlatmam istendi. Ben de evde eğitimi seçtim. Ben Türkiye şartlarında okulda geçen zamanın çok dolu geçtiğine inanmıyorum. Sosyal kültürel aktivitelerimi dışarıda rahatlıkla yapabiliyorum. Ve bunları belgelendirebiliyorum. Bunun için bir kuruma bağlı olmak gerektiğine inanmıyorum. Bana yarışmada okulda eğitim olmazsa arkadaş çevren olmaz diyerek karşı tez ürettiler. Benim cevabı şöyle oldu; Okula gitmezsem buz pateni, cimnastik, tenis’e gidebilirim. Sanatsal faaliyetlere katılabilirim. Her yerden, farklı bakış açılarına sahip birçok arkadaş edinebilirim. Okulda ise aynı kafa yapısına sahip 20 kişi ile birlikteyiz.”

Yarışmaya katılmaya nasıl karar verdiniz?
“Yarışmayı İzmir’de yaşayan ortaöğretimi birlikte okuduğumuz arkadaşım söyledi. Bu yarışmanın tam bana göre olduğuna karar verdim. Video hazırlayıp başvurumu yaptım.”

Yarışmadaki başarınızın size katkıları oldu mu?
“İngilizceme güveniyordum. Bunun belge ile tescillenmesi beni mutlu etti. Gelecekte de C.V.de çok önemli bir yarışmada birincilik almanın önemli bir artı sağlıyacağını düşünüyorum.”

Yarışmaya nasıl hazırlandınız?
“ Ben kendimi yarışmaya katılıyor olarak görmedim. Kendimi, yabancı dile hakimiyetimi göstereceğim bir ortam olarak gördüm. Aslında benim için çok eğlenceli geçti.”
Sizi ifade eden kelimeler?
Eşsiz, kararlı, mutlu..

Ülkemizde öğrenciler genelde gramer’de başarılı. Ama siz konuşmada başarılısınız. Bunu neye borçlusunuz?
“Ben konuşurken genelde İngilizce düşünüyorum. Ben çocukluğumdan beri öğretmenlerime ve okula bağlı kalmadım. Özellikle sporu çok sevdiğim için spor kanallarını İngilizce izledim. You Tube’da yabancı dil şarkılar dinledim. Hobilerimi geliştirirken yabancı videolar izledim. İngilizce kanalları izledim. Sevdiğim dallarda araştırmayı hep İngilizce yaptığım için öğrendiklerim bende kalıcı oldu. Ben İngilizceyi iyi bir not almak için öğrenmedim. Hayatıma geçirmek için öğrendim. Cimnastik seviyordum. Cimnastik ile uğraşanlar Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da neler yapıyorlar. Onların videolarını izledim. Onların hayatını izlerken bende yeni bakış açıları oluşturdu. Videoları izlerken çok yeni kelimeler öğreniyordum. Hem görsel hem de sesli videolar beni çok geliştirdi. Cimnastikten sonra kısa skeçler ve kısa filmler izlemeye başladım. ”

Okulda aldığınız eğitimin birincilik ödülü almana katkısı oldu mu?
“Benim ilkokul 3. sınıfa kadar öğretmenim İngiliz’di. İngilizce’yi ilk öğrenirken onun çok katkısı olmuştu. Daha sonraki yıllarda İngilizce hep geri planda kalıyordu. Akademik başarısı yüksek okullarda okudum. Bu okullarda önemli olan YEOG, YGS, LYS’ye odaklı okullardı. Şu an okuduğum okulda ise 2 aydır öğrenim görüyorum. Bana ne kadar katkısı olabileceğine siz karar verin.”
Yarışmada birinci olan Gülperi Ceren ARSLAN 3.000TL.+5 yıldızlı Hotel Club Phokai’de (Foça) yaz tatili kazandı.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

4 Temmuz 2017

“CKD Manisa'da Kışlalarda Yaşanan Zehirlenmeler İçin Basın Açıklaması Düzenledi”


Manisa son günlerde kışlalarda yaşanan zehirlenme olaylarıyla gündeme geliyor. Durumu protesto etmek için Cumhuriyet Kadınları Derneği basın açıklaması düzenledi.

Cumhuriyet Kadınları Genel Başkan Yardımcısı Pınar GÜL, bir ay içinde 4 kez zehirlenme olayının yaşanması üzerine askerlere destek olmak için toplandıklarını İzmir şubesi, Manisa şubesi ve diğer CKD’nin tüm şubelerinin destek vermek için burada bulunduklarını söyledi.



Basın açıklaması yapan CKD Genel Başkan yardımcısı Pınar GÜL;

“Manisa’da vatan görevini yapan Mehmetçiklerimizin bir ay içinde 4 kez gıda zehirlenmesine maruz kalmaları kabul edilemez. Kışla her Mehmet için ana kucağıdır. Devlet; Milletin emaneti olan askerlerimizi beslenmesinden sağlığına kadar gerekli kontrolleri de yaparak özen göstermelidir. Evlatlarımızı hastanelik eden bu özensizliğin sorumluları hesap vermelidir. Manisa Cumhuriyet Savcılığının açmış olduğu soruşturma ile sorumluların gün yüzüne çıkacağına inanıyoruz. Ancak bu duruma yol açan Vatan savunmasında göğsünü siper eden, yiğitçe bu ülkenin birliği ve bütünlüğü için mücadele eden Türk ordusunun bin yıllık gelenekleri ile oynanmasıdır. Özelleştirilen karavana, özelleştirilen sağlık sistemi ve özelleştirilen eğitim ile Türk ordusuna zarar verildiği artık görülmelidir.

Milli Savunma Bakanı Fikri Işık “ sadece fiyat rekabetine dayanan alım yönteminin silahlı kuvvetlerimizin ihtiyacına yanıt vermediği açıktır” diyor. Milli Savunma Bakanı olarak bu durumdan sorumluluk duyarak istifa etmiyorsa millete hizmet etme yolunu tercih ederek Türk ordusunun mutfağına özelleştirmelerle girmiş şirketleri çıkarmalıdır. Özelleştirmeler başlı başına bir güvenlik sorunudur. Derhal Türk ordusunun beslenmesinin önemini kavrayarak Türk ordusu geleneklerine uygun düzenlemeler yapılmalıdır. Askerimizin güvenliği hepimizin sorunudur. Pek çok askerimizi hasta eden bir askerimizin şehit olmasına sebep olan gıda zehirlenmesinin cephede olmasının sonuçlarını Milli Savunma Bakanı düşünmelidir. Askerimizi Manisa’da kendi kışlasında koruyamayanlar görevini yapmıyor demektir.

Bir ayda yaşanan 4 zehirlenme olayı bize, size derstir. Türk ordusu 1000 yıllık deneyimleriyle, gelenekleriyle asker ocağıdır Mehmet’ tir kınalı kuzudur. Hiç vakit geçirilmeden kar hırsı ile hareket eden şirketler askerin mutfağından çekilmelidir. Askerimiz kendi karavanasını kendi hijyenini sağlar. Askeri Hastaneleri ve Askeri sağlık personeli yetiştirecek eğitim kurumlarını kapatmanın da doğru olmadığı gün gibi ortadadır. Türk Ordusu tarih boyunca biriktirdiği deneyimlerini damıtarak gelenek haline getirmiştir.
Biz Cumhuriyet Kadınları Derneği yönetici ve üyeleri ile ordumuzu zayıflatan her tutumun ülkemizin birliği ve bütünlüğü için verilen mücadeleyi zayıflattığını görüyoruz. Mehmet’çiğimizin yanındayız.”

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


1 Temmuz 2017

“Katliam Yasa Tasarısınızı İstemiyoruz” Ulusal Basın Açıklaması Eylemi Gerçekleştirildi..

Hayvan hakkı savunucuları, 5199 sayılı hayvanları koruma kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesi ile ilgili yasa tasarısını protesto etti. Türkiye’nin dört bir köşesinde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen protesto eylemi 1 Temmuz günü İzmir’de “Konak Meydanı Büyükşehir Belediye’si” önünde saat 13.00’te yapıldı. Çok sayıda sivil toplum kuruluşunun destek verdiği basın açıklamasının tam metni;
Hükümetimize Çağrımızdır!
5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununda değişiklik yapılması için Orman Su İşleri Bakanlığınca hazırlanan, özellikle sokak hayvanları için SÜRGÜN ve ÖLÜM içeren YASA TASARISI, katliamlara sebep olmadan çekilmeli ve yeniden hazırlanmalıdır.
TALEBİMİZ, Bu tasarının, STK lar, akademisyenler, Veteriner Hekimler Odaları ve BARO Hayvan Hakları Komisyonlarının da katılımı ile TEKRAR görüşülüp, ÇÖZÜM odaklı olarak ve sokağın gerçeklerine, eko dengeye, vicdani ve insani koşullara uygun olarak yeniden hazırlanmasıdır.
Bu TASARI KATLİAM maddeleri içermektedir:
1. Mevcut yasada tüm belediyelerin kısırlaştırma ve bakım merkezi kurması hükmü varken, değişiklik tasarısının 8. maddesinde, nüfusu 100 binden az olan 970 ilçe belediyesinde KISIRLAŞTIRMA merkezi kurulmasına gerek
görülmemiştir. Bu durumda, kısırlaştırma merkezi olmayan belediyelerce, kısırlaştırılmadan şehir çevrelerine, çöplüklere ve yaban hayatına atılan sahipsiz hayvanlar, oralarda yazın susuzluktan kışın da korunaksız olarak soğuk ve kara mahkum olarak acı içinde can verecekler. Bunun yanında, yaban hayatında yoğun olan KUDUZ hastalığının, evcil olan kedi ve köpeklere geçip, hastalığın bir şekilde insan oturumlu olan şehirlere gelmesine sebep olacaktır. Sayıları da kontrol edilemez biçimde artacağı için, hayvanlar zehirlenip vurularak öldürülecek yasa tasarısının bu maddesi ile KATLİAMLARA sebep olacaktır.
2. Bu tasarının uygulamada getireceği bir diğer sakınca, şu anda bile yasal engel olmasına rağmen, birbirlerine gizlice kedi ve köpek atan belediyeler, tasarının verdiği imkan ile ilçe dışına ve başka şehirlere hayvanları atmayı daha da hızlandıracaklardır. İstanbul gibi bir metropolde bile bu gün yaşanan en büyük sorunlardan birisi, ilçelerin birbirlerine köpekleri atmalarıdır.
3. Tasarının 3. Maddesinde, “bakım evlerindeki sahiplendirilemeyen hayvanlar, okul, hastane, ibadethane, çocuk oyun alanı gibi toplumun yoğun olarak kullandığı yerler hariç alındığı ortama bırakılır” hükmü ile, hayvanlar dar gelirli ve fakir insanların oturduğu KENAR MAHALLELERE ve şehir dışlarına atılacak, oralarda hayvan sayısı artınca, VATANDAŞ ve zaten öldürmeye hazır olan BELEDİYELER tarafından zehirleme ve KATLİAMLAR başlayacaktır.
4-.Tasarı MADDE 5 ile, Kanunun 10 uncu maddesi *Ev hayvanı satış yerlerinde ev hayvanı bulundurulamaz, ancak bu yerlerde hayvan üretim çiftlikleri ve BAKIMEVLERİNDEKİ HAYVANLARIN SATIŞI yapılabilir.” şeklinde değiştirilmiştir. Petshoplarda ev hayvanı bulundurulamaz derken, üretim çiftlikleri ve belediye bakımevlerinde bulunan sahipsiz hayvanların katalogdan satışı yapılabilir hükmü getirilmiştir. Sahipsiz hayvanlar üzerinde deney yapılamayacağı için, barınaklardaki sahipsiz hayvanların satış adı altında sahipli konuma getirilip, İŞKENCELİ DENEYLERE yollanmasının önü açılmıştır.
5. Bu gün yurdumuzda, sahipsiz hayvanlara karşı asıl kötü muamele ve eziyet, büyük ölçüde belediyeler tarafından yapılmaktadır. Tasarıda, öldüren, zehirleyen, ormana dağa kırsala atan, bakımevlerinde aç susuz pislik ve hastalıkla gelen ölümlere mahkum eden belediyeler için bir YASAL YAPTIRIM getirilmemiştir. Kanun Türk Ceza Kanunu kapsamına alınırken, belediyelerin uygulamaları da mutlaka bu kapsamda yer almalıdır. Şahıslardan hayvanlara zulüm ve işkencede verilen cezalar ise zaten yeterli biçimde caydırıcı değildir.
6. Ev hayvanlarının sayısı ve durumu ise, tepkiyi önleme açısından çıkacak yönetmelikte belirlenerek, 24. Dönem TBMM Çevre Komisyonunda konuşulduğu gibi bakılan hayvan sayısına mekan ve sayı sınırlaması getirilmesi hedeflenmektedir. Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığının ev hayvanlarının kimliklendirilmesi yönetmeliği de buna hizmet etmektedir. Bu durum, hayvanların felaketi olacağı gibi, sokak hayvanı sayısını hızla artıracaktır. Hayvanını vermek istemeyen insanlar ile kurumlar arasında ciddi sorunlar yaşanacaktır. Hayvan haklarının yanında insan hakları da ihlal edilmiş olacaktır. Bu nedenle, evlerdeki sahipli hayvanların durumu kanunla güvence altına alınmalı, yönetmeliklere bırakılmamalıdır.
7. Ayrıca tasarının diğer maddeleri de aynı şekilde çelişkiler ve vahim yanlışlar içermekte; üretim, satış, yasa dışı ithalat, hayvanat bahçeleri, deney, sirkler, av, yunus parkları, yük ve binek hayvanları vb. gibi temel konularda hayvanları koruma kanunuyla yasaklanması gereken hususlar da bu tasarıda daha da geliştirilmiş olarak yer almaktadır. 21. yüzyıl gibi etiğin hızla geliştiği bir çağda, hayvanların hâlâ eğlence unsuru olarak kullanılması ve topluma bu şekilde tanıtılması ahlâken kabul edilebilir bir durum değildir. Hayvanların esaret koşullarında tutulduğu tesislerin ilgili kurum ve kuruluşlarla eşgüdüm sağlanarak kademeli olarak kapatılması ve bu tesislere kapatılmış tüm hayvanların özgürce yaşam hakları garanti altına alınarak tüm yaşamsal ihtiyaçları karşılanılarak yaşatılması esas alınmalıdır.
8.Yeni tasarı mevcut yasadan da çıkarılmasını istediğimiz, tıbben ve uygulamada hayvanlar için vahşete varan sonuçlara sebep olan Mobil Kısırlaştırma Ünitelerini çözüm olarak sunmaktadır. Gerek Gıda ve Tarım Bakanlığı ve gerekse Veteriner Hekimler Odalarının tamamen karşı çıktıkları Mobil Kısırlaştırma tamamen yasaklanmalıdır. Mobil Kısırlaştırma, tıbbi uygulamalara aykırı olmasının yanında, hastalıkların bölgeden bölgeye taşınmasına neden olmaktadır. Gıda Tarım Bakanlığı veteriner hizmetleri yönetmeliklerine de aykırıdır.. Operasyon öncesi kuduz müşahedesi için 10 gün karantinada tutulması gereken ve ameliyat sonrası da 7 gün iyileşme süreci olması gereken hayvanlar, alındıkları gün ameliyat ediliyor ve ertesi günü de dışarıya bırakılıyor, enfeksiyon’dan can veriyor. Tıbba, bilime ve insanlığa aykırı bu MOBİL KLİNİK uygulamasının tamamen iptal edilmesi gereklidir.
‘Kısaca İnsanla iç içe yaşayan hayvanların artık varlığını insansız sürdürmesi düşünülemez.Sahipsiz sokak hayvanı yoktur.
O hayvanların sahibi devlettir. Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesine göre de bütün hayvanların insanca bakılma gözetilme ve korunma hakkı vardır. Ve hayvanlara fiziki ve psikolojik acı verecek tıbbi ticari bilimsel deney yapılamaz. Hayvan hak sahibi olan bir varlıktır. 2 Ekim 1997’de Üye Devletlerce imzalanarak Mayıs 1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması ile hayvanların duygulu varlıklar olduğu benimsenmiştir.

Hiç bir hayvan kaderine terk edilemez.

Yaşam hakkı tüm hakların üzerinde korunması gereken en kutsal haktır.’

TÜM HAYVAN HAKLARI SAVUNUCULARI

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT