30 Aralık 2018

Gerçek İran Halısı Gaziemir’de sergileniyor...

İran kültürünün önemli bir yanını halıları oluşturuyor. Özellikle ipek halıları dünyada büyük üne sahip, İran halıların önemli markası YK Yaldaye Kavir Kashan Gaziemir’de bir showroom açarak Türkiye halı piyasasında yerini aldı.

YK Yaldaye Kavir Kashan Genel Müdürü, Mahdi Kouzehchi İran halılarının İzmir’de oldukça ilgi gördüğünü söyledi.

Mahdi Kouzehchi  şöyle konuştu;
“Özellikle İsfahan ve Osmanlı desenleri Türkiye’de tercih edilen modeller arasında. Desenleri, renkleri, dokuma kalitesiyle İran halılarında saf yün kullanılır. İpler bitkisel olan doğal boyalarla boyanır.
İran halıları büyük bir emekle ve uzun bir sürede dokunuyor.

El dokumasının yanı sıra makine halılarımız için de sipariş alıyoruz. İpek ile dokunan halıların farkını hemen hissedebilirsiniz. Halı dokunurken atılan ilmek, halının kalitesi bakımından çok önemlidir.
İzmir’de olmaktan memnunuz!
Yaldaye Kavir Kashan markası olarak 30 yıldır halıcılık yapıyoruz. Babalarımız tamamen el dokuması olarak üretim yapıyorlardı.

Günümüzde ekonomik nedenlerden makine halısına da ilgi olunca el halısı ve makine halısı olarak üretim yapıyoruz. İran’da 45 şubemiz bulunuyor. Fabrikalarımız da 1200 kişi çalışıyor. 
İzmir’de açtığımız showroom ilgi gördüğü için bir şube daha açmayı düşünüyoruz. 

Ayrıca Rusya, Belçika, Katar, Umman ve Irak’ta halı şirketlerimiz bulunuyor. İnternet üzerinden dünyanın her yerinden sipariş alıyoruz. Boya, dokuma gibi halı malzemelerinin üretimini de kendimiz yapıyoruz.
İran’da sadece yer halıları dokunmuyor. İran saf ipek el dokuma tablolarımız için talep çok fazla. Evlerde gerçek bir halı tablonun bulunması demek sonraki nesillere önemli bir miras olacaktır.

2019 Modeko fuarına katılıyoruz. İran halılarımızı ve halı tablolarımızı görmek için ziyaretçileri standımıza bekliyoruz” diye konuştu.

  


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

29 Aralık 2018

El emeği keçeler öğrenci okutacak..

Konak Halk Eğitim Merkezi öğrencileri, eğitmen Sonay ŞEFTALİCİ önderliğinde uyguladıkları yeni bir teknikle yaptıkları çalışmalarını EBSO Sergi Salonu’nda sergiliyor. Sergilenen keçe çalışmaları dikiş kullanmadan iğneleme ile yapılıyor.

Konak Halk Eğitim Merkezi öğrencilerinin keçeden yaptıkları şal ve ev tekstilleri satışlarından elde edilecek gelir ile EBSO Vakfı'ndan burs talep eden öğrencilere destek olmayı hedeflediklerini söyleyen tasarımcı Sonay ŞEFTALİCİ,
“Sergide birbirinden farklı ve harika aksesuarlar üzerine uygulanmış ıslak yani geleneksel keçe yöntemi ve son yıllarda hızla yayılan iğneleme tekniklerini kullanarak birbirinden farklı tasarım aksesuarlarını izleyebilirsiniz. Ürünlerin her birinden kişiye özel olarak birer adet üretiliyor. Satın aldığınız ürün sadece size özel olacak” dedi.

Sergi 3 ocak 2019 a kadar gezilebilir .

Tasarımcı Sonay ŞEFTALİCİ kimdir?
Uzun yıllar istanbul'da büyük firmaların arge departmanlarını yöneten tasarımcı ve eğitmen Sonay Şeftalici, İzmir'e geldiği günden beri “Konak Halk Eğitim Müdürlüğü”nde görev yapmaktadır. 

Kaybolmaya yüz tutan el sanatları arasında sayılan keçecilik, Tasarımcı Sonay ŞEFTALİCİ ve öğrencilerinin elinde modern tasarımlara dönüşüyor.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

28 Aralık 2018

Selfie ile gelen büyük tehlike !

Prof Dr. Çağatay Üstün, son yıllarda artan selfie çekme çılgınlığını değerlendirdi. Üstün’ün  selfie uygulaması hakkında görüşleri şöyle;

Sosyal medya kullanımının giderek arttığı bir dönemde bu konuya ilişkin olumsuzlukların da paylaşılmaya başlandığını gözlemliyoruz.

Bugün için pek çok kullanıcının diğer paylaşım ağlarından daha çok  Instagram’ı tercih etmeye başlamasıyla birlikte bunun nedenleri ve sonuçları üzerinde bilim insanlarının da çalışmaları yoğunlaşıyor. 

Instagram kullanımında bireysel resimlerin ve selfie çekimlerinin ön planda olması, bir insanın kendi resmini çekmeyi sürdürmesi ve bunu yayınlaması konusu zihinleri meşgul ediyor. Bu konuda bir tespiti Amerikan Psikoloji Derneği (APA) yaptı. Dernek, selfie çekiminin ve bunun sürekli yayınlanmasının psikolojik bir hastalık olduğunu vurguluyor. 

Konu hakkındaki yorumlar şöyle:

2014 yılında Şikago’da gerçekleşen yıllık toplantıda selfie çekme davranışına ‘selfitis’ adı verilerek, ‘bireylerin kendi fotoğraflarını çekerek sosyal medyada paylaşmayı obsesif kompulsif bir istek haline getirmeleri’ olarak tanımlandı. Aslında burada belirtilen selfitis terimi güzel bir tanımlama olarak bir tür benlik iltihabı anlamına geliyor.

Bir süre sonra bu haberin yalan olduğunun ileri sürülmesinden sonra bu kez de Nottingham Trent Üniversitesi Psikoloji bölümü ile Hindistan’daki Thiagarajar Enstitüsü de bu alışkanlığın hastalığa dönüşüp dönüşmediğinin araştırılması kararı aldı. Yapılan araştırmalar sonucunda Selfitis’in bir ruhsal bozukluk olduğu sonucuna varıldı ve rahatsızlığın ciddiyetinin değerlendirilmesi için ‘Selfitis Davranış Skalası’ geliştirdi.

Skala 1’den 100’e kadar uzanıyor. Neden selfie çekildiğinin saptanması için araştırmaya 200 kişi katıldı ve veriler daha sonra 400 kişide test edildi. Buna göre geliştirilen skala ile sorunun boyutları ortaya kondu.

Katılımcıların Hindistan’dan olmasına şaşmamak gerek. Zira, selfie seçenlerin en çok olduğu ve tehlikeli yerlerde selfie çekerken ölenlerin çoğu Hindistan kaynaklı.
Bulgular, Uluslararası Akıl Sağlığı ve Bağımlılık Dergisi’nde yayımlandı.(Bkz. International Journal of Mental Health and Addiction June 2018, Volume 16, Issue 3, pp 722–736)

Tespitlerin özetinde selfitis tablosundaki seviyeler önemli:

. Seviye: Kişinin kendisini günde en az 3 kez fotoğraf çekmesi ancak çektiği fotoğrafları sosyal medyada paylaşmaması. (Borderline)

Seviye: Kişinin kendisini günde en az 3 kez fotoğraf çekmesi ve bu fotoğrafların hepsini sosyal medyada paylaşması. (Akut)

Seviye: Kişinin kendisini fotoğraf çekme davranışını kontrol edememesi ve sosyal medyada günde 6 ya da daha fazla kendi fotoğrafını paylaşması. (Kronik)

Yani bu konunun özü şöyle: Selfie çekimini bir alışkanlık haline getirmeye başlayanların psikolojik sorunları var ve mutlaka tedavi olmaları gerekiyor.
Çevremizde yüzlerce kişinin selfie çekimi yaptığını göz önüne aldığımızda durumun vahimliği ortada.

Her Şeye Rağmen Etik aktivasyonunu sürdürdüğümüz 2011 yılından beri sosyal paylaşım ağlarından uzak durulması gerektiğini vurgulamamızın sonuçlarını bir süredir alıyoruz. Facebook, Twitter gibi sitelerin kullanımının giderek azaldığı görülmektedir. Ancak bu sefer de selife ve buna bağlı yoğun paylaşım sitesi Instagram sorunu gündemdedir.

Bir çok şeyde olduğu gibi abartılı olmak ve fazlasını istemek elbette ki doğru değil.
Selfie konusunun bu kadar yaygın olmasının altında bireylerin giderek toplumda yabancılaşması ve yalnızlaşması var sanırız.






İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT



25 Aralık 2018

Hastanede yatan çocuklara yılbaşı hediyesi...

Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nde yatarak tedavi gören çocuklar yılbaşı öncesi unutulmadı.

Erken yılbaşı süprizinde Doktor Behçet Uz Çocuk Vakfı Başkan Yardımcısı Mustafa Varhan ve vakıf gönüllüleri, çocukları gezerek ve hediyeler dağıtarak yeni yıllarını kutladı. Ayrıca çocuklarıyla aylarca hastanede kalan fedakar anneler için gönüllüler tarafından örülen bereler hediye edildi. 
Doktor Behçet Uz Çocuk Vakfı Başkan Yardımcısı Mustafa Varhan yaptığı açıklamada, “Bugün çocuklarımızı bir nebze de olsa mutlu edebilmek için BUVAK gönüllülerimizle bir ziyaret gerçekleştirdik. Vakfımıza bağışlanan, vatandaşlarımızın kendi el emeğiyle ördükleri bere, atkı, şal, yelek, eldiven gibi hediyelerimizi hastanemizde yatarak tedavi gören çocuklarımıza ve annelerine dağıttık. Yeni bir yıla girerken minik bedenlerin bir an önce sağlıklarına kavuşmalarını diliyorum” diye konuştu.

Duygusal anların yaşandığı ziyarette, çocuklar hediyelerle mutlu oldular. 


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

24 Aralık 2018

17 yıldır çaydanlık tamiri yapıyor...


İzmir’in Karşıyaka ilçesinde 71 yaşındaki emekli-zanaatkar Süleyman Sevinçler 17 senedir tencere, tava ve çaydanlık tamiri yapıyor.
Zanaatkar Süleyman Sevinçler evlerdeki yamulmuş, kırılmış, paslanmış düdüklü tencere, cezve, çaydanlık, tencerelere deyim yerindeyse hayat vererek, geçimini sağlıyor.

Meslek hayatımda geleni hiç geri çevirmedim
“Süleyman Sevinçler benim asıl işim vinç operatörlüğü. Emekli olduktan sonra evde oturamadım. Ben çalışmadan yapamıyorum. Alkol ve sigara kullanmadığım için kahvehanelere de gitmiyorum.
Kendime bir uğraş bulmak istiyordum. İkinci bir iş olarak bu mesleği seçerek 17 sene önce Karşıyaka-Alaybey’deki bu dükkanı tuttum. Hala aynı dükkanda hizmet veriyorum.
İzmir dışında da namım duyulmuş
İşimi severek yapıyorum. Sapı kopmuş cezveden aksesuarları bozulmuş her türlü mutfak eşyalarını tamir ederim.
Kaynak lazımsa yapar ve parlatırım. Gelen müşterimi geri çevirmem. Hemen tamiratı yapar teslim ederim. İşim çoksa verdiğim gün ve saatte mutlaka işimi teslim ederim.

İzmir dışında da namım duyulmuş. Müşteriler beni arayıp buluyor. Bodrum, Dikili, Aliağa, Çeşme’den çok müşterim var. Hatta Avrupa’dan bile gelen düzenli müşterilerim var” diye konuştu”. 






İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT  

23 Aralık 2018

Urla 2. El Pazarına büyük ilgi !


Geri dönüşüm ile kullanmadığımız eşyaları değerlendirmek ve kendi el emeği ile ürettiğimiz malzemeleri satabildiğimiz Urla 2. El pazarı 23 Aralık Pazar günü gerçekleştirildi.

Urla eski tamirhane binasında kullanmadığımız kıyafetler, hediyelik eşya, kitaplar, mutfak eşyaları, her türlü ev eşyası, resimler, plak, elektronik eşyalar, takılar, çerçeve ve ebrular vs. ziyaretçiler tarafından yoğun ilgi gördü.


Birinin eskisi başkasının yenisi olabilir diyerek stand açan Gülnar Karabal, “evde birikmiş eşyalarımızı ucuza satarak ihtiyaç sahiplerine ve kendime faydalı olduğunu düşünüyorum.

Benim kullanmadığım eşyalar, ihtiyacı olanlar tarafından alınırken benim de bütçeme katkı sağlıyor. Ayrıca, birilerine faydalı olabilmek çok güzel bir duygu.

2. El pazarı’nda herkes kendi bütçesine göre bir şeyler bulabilir. Ben ikinci defa katılıyorum. İlk kez katıldığımda keyif aldım. Kendi el yapımı ürünlerimi de sergileme imkanım oluyor” diye konuştu.





İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

22 Aralık 2018

Afşarka (Kafkas) Çoban Köpeğinin Tarih ve Coğrafya Kökeni Orta Asya’dır

“Türk Köpek Irkları Koruma Araştırma Islah ve Tanıtma Federasyonu” kurucu başkanı Doğan KARTAY ile Afşarka Çoban Köpeğinin tarih ve kökeni hakkında konuştuk.
“Türk dünyasında “Afşarka” adıyla tanınan batı kaynaklarında Auscharka olarak tanıtılan çoban köpekleri, güdü ve koruma işlevleri nedeniyle çok mükemmel, değerli bir çoban köpeğidir. Rusya’nın yaydığı bilgilere göre anayurtları Kafkasya’dır. Bu görüşe kesinlikle katılmıyorum. Günümüzde Güney Kafkasya’da sıkça rastlanan Afşarkalar Orta Asya kökenli olup, Nadir Şah’ın kurduğu Büyük Afşar İmparatorluğu (1702-1804)Güney Kafkasya’ya hükmettiği dönemde bu bölgeye yerleşen Oğuz kökenli Afşar boyları tarafından, Orta Asya’dan getirilmişlerdir. Günümüzde Afşarkalar’a Kuzey Afganistan’da yerleşik yaşayan Özbek ve Türkmen kökenli halklar içinde sıkça rastlanıldığını” söyleyen Doğan KARTAY, tarihi olayları şu sözler anlattı;

“ İran coğrafyasında oluştuğu için, dünya tarih kaynaklarında İran tarihi olarak tanımlanan, 1000 yılı aşkın bir süre, aslında Türk tarihinin en önemli devletlerinin bu coğrafyada hüküm sürdüğü dönemdir.
1-“Büyük Selçuklu Devleti”, Selçuk (Selçik) Bey’in 1040 yılında han seçilmesiyle başlamış, Tuğrul ve Çağrı Bey’ler, Sultan Alparslan, Melikşah ve Sultan Sencer yönetiminde 1141 yılına kadar sürmüştür.
2-Şah İsmail’in 1501’de Erdebil’de kurduğu “Safevi Devleti” 1736’ya kadar sürmüştür.
3-Nadir Şah’ın İsfahan’da kurduğu “Afşar İmparatorluğu” 1736-1804 yılları arasında hüküm sürmüştür.
4-Oğuzların Bozok kolundan Muhammed Hasan Han’ın Tebriz’de kurduğu “Kaçar Devleti”nin hakimiyeti 1794-1925 yılları arasında sürmüştür.
Bu dört güçlü Türk Devleti Güney Kafkasya’nın tümüne hükmetmiştir.
Karahanlılar, Gazneliler, Samanoğulları, Harzemşahlar, Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri ile Zend, Muzafferi, Celayirli Hanedanlarının İran coğrafyasındaki hakimiyetleri de nazara alındığında, Türklerin İran coğrafyasındaki devlet varlığı bin yılı aşkındır. Günümüzde İran coğrafyasında yaşayan, yaklaşık 40 milyon Türk kökenli halk (Kuzey Azerbaycan ve Dağıstan hariç) bu dönemden kalmıştır.

Afşar Türk boyunun başında Nadir Han’ın (1732) de İsfahan’da şah olarak seçildiği ve hüküm sürdüğü süre içinde, Avşar İmparatorluğu günümüzdeki Doğu Anadolu, Batı Irak, Güney Azerbaycan, tüm İran, Güney Türkmenistan, Orta ve Batı Afganistan ve Pakistan’ın batı bölümüne hükmediyordu. Ayrıca güney Kafkasya’nın tümü (Gürcistan, Kuzey Azerbaycan, Ermenistan ve Dağıstan) bu imparatorluğun sınırları içindeydi. Nadir Şah birçok Orta Asya kaynaklarında “Türk soylu son cihangir olarak anılıyor.” Temel ekonomisi göçebe hayvancılığına bağlı Afşar boyları, “Afşar Çoban Köpeği”ni bu dönemde Kafkasya’ya taşıdılar. Günümüzde, bu devletin halklarının önemli bir kısmı Afşar boylarının ardıllarıdır. Bu coğrafyada Türk soylu boylarının hakimiyeti, “Selçuklularla” başlamış, “Safevi” Devleti ve “Afşar” imparatorluğu ile genişlemiş, “Kaçar” Devletiyle 1925 yılına kadar sürmüştür. Aynı coğrafyaya hükmeden bu dört Türk devletinin hakimiyet sınırları Güney Kafkasya’nın tamamını kapsamıştır.

Günümüzde Kafkas Köpeği için yaygın kullanılan “Afşarka” tanımlamasına, Ruslarca sona eklenmiş “ka” hecesi, bu muhteşem çoban köpeklerini sahiplenmek amacıyla uydurulmuş bir eklenti olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Afşar İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde, bazı Afşar aşiretlerinin Anadolu’ya göçtükleri biliniyor. Afşar çoban köpeklerini ülkemize onlar getirmiştir. Bizim Karayaka olarak adlandırdığımız nadir rastlanır bu çoban köpeği tipi kesinlikle “Afşar Çoban Köpeği”dir. Afşar Çoban Köpeği’nin orta Asya kökenli olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Türk Çoban köpeği ırklarının tarih ve coğrafya kökeni konusunda 60 yılı aşkındır araştırma yapan birisi olarak bu konudaki görüşlerim dikkate alınmalıdır.”

Ülkemizdeki Afşar Çoban Köpekleri;
“Afşar boylarından bazı toplumların Anadolu’ya çeşitli zamanlarda göçmüş oldukları ve Kahramanmaraş ilimizin Nurhak, Elbistan, Afşin kırsalındaki yörelere ve Yozgat ilimizin Akdağmadeni ilçesi, Aksaray ilimizin Çimeli beldesi civarına yerleşmiş oldukları bilinmektedir. Bu nedenle hayvancılıkla geçinen bu toplumların koyunlarının beraberinde çoban köpeklerini de Anadolu’ya getirmiş olmaları doğaldır. Ben bu yörelerde yaptığım araştırmalarda Afşar çoban köpeklerine rastladım. Karayaka çoban köpekleri günümüzde Anadolu’da seyrek rastlanan bir grup Karabaş çoban köpeğinin günümüzdeki bilimsel tanımıdır. İlk defa veteriner hekim Orhan Öncül Paşa tarafından kullanılan bu tanımın yaygınlaşmasına elimden geldiğince destek veriyorum. Çünkü bu tanım, Karayakaların renk özelliğini belirliyor. Bazılarının gri, bazen de boz vücut ana rengi üzeri düşey siyah bantlarla tiger (kaplan) görünümlü, bazılarının gri ve siyah kırçıllı renklerde uzun tüylü ve ayrıcalıksız kara maskeli bu grubun fiziksel özellikleri kangallarla benzeşmektedir. Huy, davranış ve karakter özellikleri bakımından da aykırılık göstermiyorlar.

Afganistanlı araştırmacı Aazaq Qadirie, Kuzey Afganistan’daki Özbek toplumunda karayakalara sıkça rastlandığını fotoğraflarla belgeledi. Benim, Miço adlı karayakadan üreyerek oluşan ailenin dışında, Kangallı işadamı ve yerel politikacı Hasan Gökay’ın sahibi olduğu geniş karayaka ailesini belirledim. Günümüzde rastlanabildiği yöre Kahramanmaraş ilimizde Elbistan ve Nurhak ilçelerinin kırsalıdır. Yozgat’ın Akdağmadeni ve Aksaray’ın Bağlıkaya kırsalında da karayaka ailelerinin varlığını saptadım. İstanbul’da Kemal Karakoyunlu’nun olağanüstü irilikte Çapar isimli karayakası da Aksaray kökenlidir. İzmir’li demirci Nazmi Usta’nın da olağanüstü irilikteki Miço isimli Karayakası, benim Karayaka ailemin atasıdır. Karayakalar Kangal mı? Sorusu, bana son günlerde çok sık soruluyor. Gökçeler çiftliğimde on karayakam vardı. Elimden birçok karayaka geçti. Birçoğunu da doğal ortamlarında izledim ve gözledim. Görsel yapılarını ve huy, davranış özelliklerini araştırdım. Karayakalar hakkında oldukça ayrıntılı bilgilere ulaştım. Morfolojik (görünüm bilimi) olarak Karayakalarımız, afşarkaların birebir benzeridir. Bilindiği gibi morfoloji, genetik yapının görünüşe yansımasıdır. Kangallar ile bilimsel baz da ilgilenenlerin bazıları onları kangal varyasyonu, bazıları ayrı bir ırk, bazıları da kangal ırkından bir tip olarak tanımlıyorlar. Fiziksel ve yaşam karakteristikleri kangallarla tamamen benzeşen ve karabaş ırkının tüm ayrıntılarına sahip olan karayakaların isim babası, Askeri Veteriner Okulu eski komutanı rahmetli Orhan Öncül paşamızdır. Bu tanımı, boz veya gri tüylü veya siyah tüylerle kırçıllı, kaplan desenli çoban köpekleri için kullanmıştır. Anadolu’da bazı yörelerde “Sarma”, bazılarında da “Çapar” olarak anılan ve doğal safkan (dominant) ırk özelliği taşıyan, bu “Türk Çoban Köpeklerinin” bilimsel tanımının çok eski ve öz Türkçe olan “Karayaka” adıyla yaygınlaşmasına katılıyorum. Tüm kitaplarımda, dergi ve gazetelerde, yayınlanan yazılarımda ve yurtiçinde ve yurtdışında yaptığım söyleşilerde, vurgulayarak kullandığımdan, yazılı ve görsel basına yaptığım açıklamalarda “Karayaka” tanımının dilimizde yaygınlaşmasını sağladığımı düşünüyorum. Kangalların genetik bilimcilerle araştırılmasına başlanılmış olmasına karşın, şu anda elimizde karayakalar hakkında genetik bilgiler bulunmuyor. Görünüm (morfolojik) özellikleri ve diğer karakteristikleri göz önüne alındığında, karayakaların da kangallar gibi, karabaş ırkının farklı tipi olduğu söylenebilir. Türkçe’de kara olarak tanımlanan rengin, en açık tonu olan griden, en koyu tonu olan siyaha kadar tonlarda, kaplan desenli veya kırçıl olabilen kara maskeli karayakaların, en azından kangallar ile yakın akraba olduğunu düşünüyorum. Kangallar ile Karayakaların aynı ırktan, ayrı ırktan veya aynı ırkın değişik alt gruplarından olup olmadıkları, genetik araştırmaların sonuçlanması ile kesin olarak belirlenmiş olacaktır.

Türk kökenli Afganistan vatandışı A.Razaq Qadirie (Razak Kadiri) ile 2. Kangal Şenliğinde dört gün birlikteydik. İlk görüşmede yakın bir dostluğun temeli atıldı. Birbirimizin varlığından haberdar olmadığımız halde, Karabaşların (Kangal) kökeni konusunda buluşuyorduk. Razaq’ın görsel arşivi çok zengindi. Eski Oğuz boyları coğrafyasındaki Orta Asya karabaşlarının görsel kanıtlarını ve bilgileri yanında getirmişti. Dostumuz Razaq, genç yaşına göre, çok iyi bir gözlemci ve araştırmacıdır. Afganistan Çoban köpeklerini tararken rastladığı Türkoman tip olarak anılan “Türk Çoban Köpeği” Karabaş’ı konu alan (Der Cochi Hund) adlı, görselliği öne çıkaran, henüz basılmamış bir araştırmanın yazarıdır. Ülkesine döndüğünde dostluğumuz telefon ve mektuplaşma ile gelişti. 20 Kasım 2000’de Razaq, benimle çalışmak ve araştırma yapmak amacıyla İzmir’e geldi. Stanley Clarke’nin de katılımıyla önce İzmir gezildi. Kangallarımın yaşadığı doğa harikası Gökçeler köyü’nü görünce, burada kalmayı yeğledi. Doğada ve köpeklere yakın yaşamaktan mutluydu. Biz de onu hiç yalnız bırakmadık. Kangal’dan sonra en önemli Karabaş varlığını taşıyan Denizli yöresini birlikte taradık. Gördüklerinden çok etkilendi. Elden geldiğince görüntü ve bilgi notları aldık. Bu çalışmayı “Kangal” kitabımın bie bölümünde ele aldım.”

Sonuç olarak;
“Günümüzde Afşar(ka) diye tanımlanan Kafkas Çoban Köpeklerinin tarih ve coğrafya kökeni Orta Asya’dır. Onlar, Orta Asya’lı Türk halkının içinde oluşmuş ve yaygınlaşmıştır. Mükemmel sürü gütme ve koruma özelliklerine karşın, koyu renkleri nedeniyle geceleri ağılda Karayakaların kurt gibi görünmeleri, koyun ve keçilerin paniklemesi ve yaylımda, çobanların geceleyin onları kurttan ayırt etmelerinin güç olması nedeniyle köpekleri vurabilmeleri yüzünden, Anadolu sürücüleri tarafından Karayakalar, çoban köpeği olarak yeğlenmemişlerdir. Buna karşın ata mirası Karayakaların ülkemizdeki varlıkları halkımız ve federasyonumuz tarafından korunmaktadır.
Bu konuyu bilimsel olarak tartışmaya açık tutuyorum. Bilindiği gibi tartışma doğruya ulaşmanın en etkili yöntemidir. En azından doğruya yaklaşmayı sağlar.”


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

21 Aralık 2018

Barış Çiçeği


Çiçekler yüzyıllardan beri insanların ilgisini çekmiştir. Bazı çiçeklerin güzelliği, insanları o çiçekleri yetiştirmeye yöneltmiştir.

Halk arasında “Barış Çiçeği” ve “Yelken Çiçeği” olarak bilinen parlak güzel yapraklı beyaz zarif çiçekli bitki bu çiçeklerden yalnızca biri.

Barış çiçeği ev ve ofis ortamlarında her zaman çiçek açmaz. Genelde kış sonu ve ilkbaharda çiçek açarlar. Yazında çiçek açtığı çok nadir görülür.

Yapraklarının düzgün gelişip çok uzun süre bozulmadan kalabilmesi için biraz güneş almalıdır. Barış çiçeği havadar ortamları sever. İş ve ev ortamlarında havayı temizlediği, enerji verdiği söylenir.

Barış çiçeğine barış zambağı da denilir.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

20 Aralık 2018

İnci Tarakçıoğlu Atölyesi Sohbetleri’nin konuğu Veyis POLAT...

İnci Tarakçıoğlu atölyesi sohbetlerinin bu ay ki konuğu fotoğraf sanatçısı Veyis POLAT oldu.


20 Aralık 2018 tarihinde,
İnci Tarakçıoğlu Atölyesinde gerçekleştirilen sohbet “Fotoğrafa Dair” başlığı altında, fotoğraf sanat mıdır, sadece görsel bir gerçeklik midir, fotoğraf üzerinden sanat yapılabilir mi konuları konuşuldu.

Fotoğraf Sanatçısı Veyis POLAT,

“İnci Tarakçıoğlu Atölyesi tarafından davet edilmek beni çok mutlu etti.

Resimle uğraşan ve resme ilgi duyan konuklara fotoğrafı anlatacağım.


Fotoğraf ve resim arasındaki ilişkiyi doğru kavramak açısından önemli bir sohbet olacağını düşünüyorum. 


Fotoğraf her ne kadar atası bakımından resme öykünüyorsa da, son yıllarda teknik olarak meydana gelen değişimler fotoğrafı bir adım daha öne çıkardı. Çok farklı teknikler kullanıyoruz.

Deyim yerindeyse fotoğraf makinesi ile resim yapabiliyoruz. 
Sunumda bu konuları da karşılıklı sohbet şeklinde konuşacağız.

Ayrıca tarihsel geçmişiyle birlikte günümüze kadar fotoğrafa dair bilgileri ve teknik araçları kısaca anlatmaya çalışacağım.


Fotoğraf ve sanat ilişkisini tartışacağız. Çok fazla ayrıntıya girmeyeceğim. Konuklara farkındalık yaratmak hedefindeyim” dedi.


Veyis POLAT Kimdir?

1956 doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Anadolunun uzak bir ilinde tamamlamıştır. 1976-2011 yılına kadar sınıf öğretmeni-Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme uzmanı ve Eğitim Koordinatörü olarak çalışmıştır.

İşi gereği görev yaptığı yerlerde iletişime önem vererek insan halleri üzerine görüntüleme çalışmaları yapmıştır.

Bu arada “Naturel Ağaç Heykel” çalışmaları da yaparak 1997’de İzmir’de ilk sergisini açmıştır.


2005-2008’de kuramsal fotoğrafçılık, fotoğrafta proje yönetimi ve belgesel fotoğraf çalışmaları alanında üç yıl süren bir eğitim alarak, eserlerini 5 kişisel sergi olmak üzere çok sayıda karma sergide sergilemiştir.


Fotoğrafı bir iletişim dili olarak gördüğünden daha çok belgesel alanda çalışmalarını sürdürmektedir.

Evli ve bir çocuk babasıdır.



İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


10 Aralık 2018

Suriyeli Şair ve Mülteci Nagma Saraj ÖTÜN, sığınmacı kadınlar için çalışıyor...

Suriye’deki savaştan dolayı göç ederek İzmir’e yerleşen Suriyeli kadın şairlerden Nagma Saraj ÖTÜN ile Türkiye’ye göç etme döneminde yaşadıklarını, göç ettikten sonra neler yaşadığını, dernek çalışmalarını, sığınmacı kadınların yaşadığı zorlukları ve şiiri konuştuk.


Bize kendinizden bahseder misiniz?
Altı yıldır İzmir’deyim. Şam’da yaşıyordum. 16 yaşında babamın kararı ile evlendirildim. Okumayı çok istediğim halde evlenip çocuklarım olunca eğitim hayatım yarım kaldı. Eğitimime evlendikten sonra devam etmek istediğim halde eşim okumamı hiç desteklemedi. Ben de kendi imkanlarımla Şam’da liseyi dışarıdan bitirdim. Üniversite sınavlarını kazanıp ilahiyat ve Arapça üzerine eğitimime devam ettim. Türkiye’de İlahiyat Fakültesinde yüksek lisans yaparak eğitimime devam ediyorum.
Suriye’de iç savaş çıkınca Türkiye’de yaşamaya mecbur kaldık. Beş erkek kardeşimi savaşta kaybettim. 1 kardeşim kayboldu, hala haber yok. Sanırım o da öldü. İzmir’e kayınvalidemin yanına geldik. Daha sonra Konak ilçesinde ev tuttuk. 8 çocuğum var. 2 büyük oğlum tekstil işinde çalışmaya başladı. Önce ilk oğlum daha sonra 2 oğlum Muhammed ve Abdurrahman’ı da Almanya’ya göndermek zorunda kaldım. Şimdi 3 oğlum Almanya’da yaşıyor. Bir kızımı Türkiye’de evlendirdim. Adana’da yaşıyor. 2 çocuğum benimle yaşıyor.


Suriye’de iç savaştan önce nasıl bir yaşantınız vardı?
Şam’da durumumuz çok güzeldi. Rahat bir yaşantımız vardı. Eşim demircilik işi yapıyordu, düzenli bir işi vardı. Çocuklarım okuyordu. Küçük olanlar evde benimle birlikte mutluydular. Bende evimde aile bütçesine destek için çalışıyordum. Savaş başladığında ben evimi bırakıp Türkiye’ye gitmeyi hiç istemiyordum. Oradan ayrılmak benim için çok zor oldu. Mecbur kalmasaydım gelmezdim. Ailemin kararı ve canımızı kurtarmak için verilmiş bir karardı. Şam’da her şeyimizi bırakıp geldik.

Savaştan ve zulümden kaçarak İzmir’e geldiniz. Bu sürede neler yaşadınız?
Önce Halep sonra Türkiye’ye geçiş yaptık. Altı yıl önce geçiş resmi kayıt altında yapılıyordu. Çok zorluk çekmedik. Pasaportumuz vardı. Kayıt yapıldı biz de Türkiye’ye geldik. Eski eşimin annesi İzmir’de yaşıyordu. Türk vatandaşıydı. Biz de İzmir’e kayınvalidemin yanına geldik. Daha sonra ev tuttuk ve düzenimizi kurmaya çalıştık.


Kent Konseyinde Suriyeli kadınları temsil ettin. Suriyeli sığınmacı kadınların beklentileri üzerine neler söylemek istersiniz?
Ben Suriyeli kadınların temsilcisiyim. Suriyeli kadınların ihtiyaçlarını öğreniyoruz. Onların ihtiyacı olan birimlere ulaşması için öncelikle dil bilmeleri gerekiyor. Doktor, avukat, psikolog ihtiyacı olanlar, başka sorunları olanlar, çevreyle iletişim kurmaları için öncelikle dil kurslarına yazılmaları gerekiyor. Koca baskısından kurtulmaları için iş bulup çalışmalarını öneriyorum. Kendi geleceklerini garanti altına alsınlar. Biz dernek olarak ve devletin açtığı birimler olarak kadınların her zaman yanınızdayız. Yeter ki onlar istesin.


Göçler genelde hangi illere yapılıyor?
İstanbul, Şanlıurfa, Gaziantep, Mersin, Hatay, Adana, İzmir, Konya.

Türkiye’deki yaşam koşullarından kısaca bahseder misiniz?
Ben düzenimi kurdum. Kendim ve çocuklarım için yeni bir hayat kurmak için çok mücadele ettim. Çocuklarım okula gidiyor. Eski eşim Almanya’ya gitti, orada yaşıyor. Ben Türkiye’de tekrar evlendim. İş sahibi oldum. Fakat mülteci kamplarında yaşayanların çok sorunları olduğunu duyuyorum. Barınacak yerleri olmayan çok Suriyeli var. Onların çok zor şartlar da olduğunu duyuyorum. Evdeki herkes çalışmak zorunda, çocuklar bile çalışıyor ki ev kirasını ödesinler. Masraflarını karşılasınlar.

Siz Türkçeyi nasıl öğrendiniz?
Bir ay kadar bir kurs eğitimi aldım. Ben kendime iş yeri açınca müşteriler dükkanıma geliyor kurdele, çıt çıt, elbise gibi malzemeler istiyordu. Ben anlamıyordum, onlar kendileri bulup gösteriyorlardı. Ben de Türkçe neyin ne olduğunu müşterilerimin yardımıyla çok çabuk öğrendim. Dışarıda olduğum için Türkçeyi çok konuşuyordum. Esnaf komşularım da yardımcı oldu. Ben şimdi Türkçe konuşabiliyorum, anlıyorum. Fakat daha da ilerletmek için çalışmalarıma devam ediyorum.


İzmir’deki halkın size bakışı nasıl?
Çok iyi insanlar da var. Çok kötü davranan da var. Bazı İzmirliler bizim durumuza anlayış gösterip Allah sizin yardımcınız olsun diyerek, teselli vermeye çalışıyor. Bazı kişiler de hakaret ediyorlar. Bizim başımıza bela oldunuz, neden geldiniz? diyorlar.

İzmir Suriyeliler Dayanışma Derneğinde görev aldığınızı biliyorum. Mülteci kadınların yaşadığı sorunlardan bahseder misin?
Kadınların sorunları o kadar çok ki! Evde koca baskısı başlıyor. Mahallelerde dedikodu çok oluyor. Kadınlar için dil kursu, meslek edindirme kursları var. Fakat eşleri kadınların dışarı çıkmasına izin vermiyor. Komşuları ile arkadaşlık kurmasını engelliyor. Kadınlar hep evde olmak zorundalar. Özellikle kimliksiz bir aile ise kadınların sorunları daha fazla. Özellikle sağlık konusunda ve çocukların eğitimi büyük sorun oluşturuyor.

İzmir’e gelince hangi işlerde çalıştın?
Suriye’den göç ettikten sonra eski eşim cezaevine girdi. Ben de geçinmemiz için esnaflık yapmaya başladım. Evimize yakın bir dükkan tuttum. 2 yıldan fazla manifatura işi yaptım. Şimdi Suriyeli çocuklar için açılan bir okulda öğretmenlik yapıyorum. Çocuklara ve kadınlara geçiş eğitimi veriyorum. Sosyal uyumu artırma ve yetkinlik kazandırmak için gelen kişileri yönlendirmeye çalışıyorum.

Şu an yetkililerden bir talebin var mı?
Ben özellikle mülteci kadınlarımızın Türkçeyi öğrenmesini istiyorum. Bu zorunlu olmalı. Suriyeli mülteci kadınlar evin içine sıkışmış durumdalar. Onlarda mücadele etsinler. Onlarda zamanlarını çalışarak geçirsinler. Çocuklar okula gitsin, çocuklar çalışmasın, istiyorum.

İzmir’deki Suriyeli nüfusun ne kadarı nüfusa kayıtlı?
Benim bildiğim üç yüz bin kadar kayıtlı var. Fakat kayıt dışı o kadar fazla ki, ne kadar Suriyeli yaşıyor bilmek çok zor.

Yaşadığınız bölgedeki insanlarla komşuluk ilişkileriniz nasıl?
İlk geldiğim yıllar, insanlar benimle konuşmuyordu. Selam bile vermiyorlardı. Fakat ben işyeri açınca konuşmaya başladık. Şimdi hem dernek çalışmalarım, hem iş hayatı ben vakit bulamıyorum. Çok fazla komşum yok.

Biraz da şiirden söz edelim?
İlkokul’da öğrenci olduğum yıllarda şiir yazıyordum. Öğretmenim yazdığım şiirleri çok beğeniyordu. Arapça bir şiir kitabım var. İzmir’e gelirken yazılarımı da yanımda getirdim. Şiir yazmaya devam ediyorum. 22 Haziran Mülteciler Günü’nde okuduğum Barış için yazdığım şiirim çok ilgi gördü. Aynı şiirimi daha sonra Kent Konseyi’nin faaliyetlerinde okudum. Kadın şairler gününe davet edildim. Şiirimi orada da okudum.

İçimden gelenleri kaleme döktüm..
Şiirimi 2 yıl kadar önce yazdım. Etrafımızdaki herkes Suriyeli, Suriyeli diyerek bizi istemiyordu. Çok canımın yandığını hissediyordum. Bu şiirimi o dönem yazdım.

Nagma Saraj ÖTÜN’ün duygularını anlattığı şiiri şöyle:

Bir Mülteci Olduğum İçin
Çocuğum kucakta, kalbim sokaklarda dolaşıyor.
Çantam, tabii eğer bulunursa içinde güzel günlerim var.
Kayıp oldum, sarhoş oldum ve artık çeyrek ve yarımı birbirinden ayıramıyorum.
Gözümden akan yaşlardan güller yetişti.
Anılarım buğday taneleriyle şarkısını silolara söyledi.
Bir mülteci olduğum için..
Ben utanmıyorum ve hiçte umursamıyorum çünkü kendimi savunuyordum.
Bir mülteci olduğum için…
Sadece onurum taşlar gibi diktir..
Bir mülteci olduğum için...
İsmim, adresim ve öz geçmişim tüm sitelerde yayınlandı.
Evet, herkesin kulağını tıkadığı ismimle gurur duyuyorum.
Sevinçlerim ve acılarım bir olmuş.
Ama lütfen şunu bilin, ben gerçek insanım.
Ben bir Suriyeli mülteciyim.
Bizlere ensar oldunuz, muhacirin şükretme görevi bize hak oldu.
Düşküne yardım eli uzatan halimize derman olan en hayırlı milletsiniz.
Türkiye, sevgidir iftihardır bize, sizlere mis kokulu kucaklarla güller bizden.



İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT













9 Aralık 2018

Cam kadehlerle müzik yapan “Glass Duo” İzmir’de konser verdi…


Polonya Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu, Polonya Cumhuriyeti İzmir Fahri Konsolosluğu  Aziz Yuhanna Kilisesi-Katedral Bazilikası’nda “Noel Konseri” düzenledi.

Konserde, günümüzün cam arp-yani kadehlerden yapılmış müzik enstrümanı virtüözleri Anna Szafraniec ve eski bir trompetçi olan Arkadiusz Szafraniec isimli iki Polonyalı sanatçı sahne aldı.
İkili, “Noel Konseri”nde cam kadehleriyle Chopin’den, Bach’a önemli müzik adamlarının ünlü eserlerini enstrüman olarak kullandıkları cam kadehler ile seslendirdi.

Konser öncesi Polonya Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Johanna Pilecka bir konuşma yaptı. Sizleri “Noel Konseri”nde gördüğüm için çok mutluyum. Geldiğiniz için çok teşekkür ederim, ifadelerine yer verdi.

Polonya’nın İzmir Fahri Konsolosu Ceyla Borovalı ;

Bu sene üçüncüsünü düzenlediğimiz “Noel Konseri ”öncelikle İzmir ve çevresinde yaşayan Polonyalı aileleri ve çocukları için ülkelerinden uzak ama burada bir ev ortamında olduklarını hatırlatan ve geleneklerini rahatça yaşayabildikleri bir tema üzerinde kurulu olsa da hepimiz bir olduğumuz için konserimiz herkese açık. 

Müziğin birleştirici bir unsur olduğunu biliyoruz. Hepimiz bir olmak için buradayız. Bu akşam “Noel Konserimiz de” Galass Duo grubu İzmir’de ilk kez konser verecekler. Polonya’nın ünlü cam müziği sanatçıları başta Varşova Ulusal Filarmoni ve Sinfonia Varsovia olmak üzere çoğu Polonya filarmoni orkestrası ve yabancı orkestralar ile çalışmıştır. Cam müziği ile iştigal eden Polonyalı müzik grubu, dünyada bu tarz gruplardan en ilginç ve en ayırt edilebilenlerden biri. Grup Prestijli birçok etkinlikte sahne almış ve dünyanın en saygın müzik ve festivallerinden davet almaktadır, diye konuştu.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


8 Aralık 2018

Fevzi Çakmak Ortaokulu'ndan doğaya 500 fidan


Karabağlar Fevzi Çakmak Ortaokulu, Erasmus projeleri Learning Through Landscapes (Doğada öğrenme) kapsamında Ege Orman Vakfı ile işbirliği yaparak 500 fidanlık koru oluşturdu. Bornova-Naldöken ağaçlandırma sahasında oluşturulan koru için düzenlenen fidan dikim törenine okul yöneticileri, öğretmenler, öğrenciler ve veliler katıldı.

Fidan dikim töreninde konuşan Ege Orman Vakfı Genel Müdür Yardımcısı Perihan Öztürk, ağaçlandırma sahasında İzmir Orman Bölge Müdürlüğü işbirliği ile yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi. Öztürk, doğaya katkılarından dolayı teşekkür ederek Okul Müdürü Serkan Kale’ye plaket takdim etti.

Fevzi Çakmak Ortaokulu Okul Müdürü Serkan Kale: ''Ege Orman Vakfı benim yıllardır takip ettiğim bir Vakıf. Türkiye'de en güzel iş yapan Vakıflardan biri. Biz öğretmenler olarak hep şöyle deriz. Koruyamadığın senin değildir. Hem ormanları korumayı hem de üstüne bir şeyler koymayı hedefliyoruz okul olarak. Gençlerimiz ve öğretmenlerimizde bizimle birlikte çalıştı. Yürüttüğümüz Erasmus projeleri kapsamında, Türkiye'den Ulusal Ajansın desteklediği k219 projesi. Projemizin adı Learning Through Landscapes (Doğada öğrenme) bu kapsamda bir aktivite yapalım dedik. Öğrencilerimiz ağaç dikmeyi öğrensin, ağacın nasıl yetiştiğini görsün bu şekilde çıktı fikir. Koruyu Şehit öğretmenlere adadık ve onları saygıyla anıyoruz'' diye konuştu.

Konuşmaların ardından fidanlar toprakla buluşturuldu.   

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT                

7 Aralık 2018

“Kendi Hayatının Lideri Ol”


Türk Kızılayı İzmir Şubesi “5 Aralık Dünya Gönüllülük Günü”nde  “Gönüllülük Zirvesi” düzenledi. 
Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinlikler kapsamında Uğur Böcekleri Derneği Lideri ve Mavi Uğur Böceği olan Dr. Zafer Parlak, yaklaşık bir saat süren “Kendi Hayatının Lideri Ol” başlıklı bir seminer verdi.

Dr. Zafer Parlak sözlerine iyilik yap, karşılık bekleme; bilgiyi paylaş karşılık bekleme sözleriyle başladı.
İlkeler ve değerler konularına değinerek; yurt sevgisi, hoşgörü, girişimcilik, iş kalitesi, dürüst olmanın önemini anlattı.  

Katılımcılar Dr. Zafer Parlak’ı büyük ilgiyle dinledi.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

6 Aralık 2018

“Doktor Vagonu” Belgesel Fotoğraf Çalışması Ödül Getirdi..


İzmir Büyükşehir Belediye’si tarafından kültürel mirasa saygı gösterilmesi ve tarihi yapıların korunmasını teşvik etmek amacıyla 16 yıldır sürdürülen “Tarihe Saygı Yerel Koruma Ödülleri”nde “Tarihi Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Dalında Katkı Ödülü”ne Atilla Özdemir ve Zafer Gazi Tunalı’nın “Sıhhiye Vagonu” belgesel fotoğraf çalışması layık görüldü.
Tarihi Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Dalında Katkı Ödülü; İzmir’in yerel bağlamıyla ilişkili yazılı ve görsel çalışmalar aracılığı ile tarihi çevre ve kültür varlıklarını koruma konusunu somut bir ürün ile gündeme getiren, kamuoyunda bir tartışma zemini yaratan ve ufuk açan kişi ve kuruluşları teşvik etmek için verilen duyarlılık ödülüdür.
Ödüle layık bulunan belgesel fotoğraf çalışması ile ilgili açıklamada bulunan Atilla Özdemir ve Zafer Gazi Tunalı ;

“14 Mart 2017 Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında Basmane Gar’da yapılan etkinliklerin en dikkat çekici görüntüsü “Sıhhi İmdat” diğer adıyla “Doktor Vagonu”nun Basmane Gar’da ziyarete açılmasıydı.
TCDD Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında demiryolu hatlarında oluşabilecek kazalarda sağlık yardımı yapılacak hastaları en yakın hastanelere nakledebilmek için “sıhhi imdat” vagonlarını devreye soktu. Sıhhiye veya doktor adıyla bilinen, vagonlarla demiryolları personelinin dışında halka da sağlık hizmetleri verilirdi. Faal olduğu yıllarda Alsancak ve Basmane Garlarından kalkan trenlerin arkasına bağlanan Doktor Vagonu, İzmir ve ilçelerinde onlarca yıl sağlık hizmeti verdi. Anadolu’yu çelik ağlarla ören demiryolları hattında 3’ü Ege Bölgesi’nde olmak üzere içerisinde ameliyathane, revir, tabip odası, hemşire odası, mutfağı bulunan 19 Sıhhi İmdat vagonu gezici olarak hizmet verdi. Her türlü tıbbi alet, edevatın bulunduğu doktor vagonlarında kulak, burun, bademcik, boğaz, göğüs, mide, diş, beyin, kırık çıkık, karaciğer, bağırsak, safra kesesi, idrar yolları, Nisaiye, hıyarcık, göz ve diğer hastalıklarla ilgili tedavi ameliyatları yapıldı.
Sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması, hastanelerin çoğalmasıyla birlikte doktor vagonları devre dışı kaldı. TCDD 3. Bölge Müdürlüğü tarafından Uşak’ta kaderine terk edilmiş Doktor Vagonu Alsancak Garı’na çekilerek bakıma alındı, yoğun bir çalışmayla aslına uygun olarak yeniden onarıldı. Tek örnek olarak; Ülkemiz ve İzmir sağlık tarihi açısından önemli bir yeri olan Doktor Vagonunun kent kültürüne kazandırılması gayreti içerisine bizler de fotoğraf belgesel çalışmamız ile katıldık. Oturak’tan başlayarak vagonun yenileme ve ziyaret aşamaları tek tek fotoğraflayarak belgeselleştirdik. Elde kalan tek tarihsel örnek olarak çeşitli platformlarda da izleyicilere bir sunum eşliğinde bilgisi verildi.
Bu çalışma sırasında bize yardımcı olan başta TCDD 3. Bölge Müdürü Selim Koçbay ve İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Fehmi Akçiçek ile tüm emeği geçenlere teşekkür ederiz” diye konuştular.



İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT