28 Nisan 2022

Seyd-İ Mükremüddün Ve Anadolu Erenleri


Seydiköy’ün tanıtımı, tüm kültürel ve arkeolojik değerleriyle birlikte kırsal yaşamı, sanatı, doğasını, tarımı, tarihi ve vatandaşını ayrı ayrı önemseyerek, her birine özel görüşerek, bilgiler toplayarak çalışmalarını titizlikle yürüten Araştırmacı Yazar Ercan Çokbankir Seydi Mükremüddün ve Anadolu Erenlerini anlattığı değerli yazısı..

M.Spryou, Yunanlı Araştırmacı “Hristos D. Hamodopoulos’un anlatımına göre, Bizans İmparatorluğunun dağılmasından yaklaşık 100 yıl önce Seydiköy’den bir Türk köyü olarak bahsedilir. Seydiköy bir tarım yerleşimi ve evliyalar diyarı olarak o zamanın Türk ve Rum halkı tarafından anılır. O yıllarda Türk nüfusu çoğunluktadır. Seydiköy o yıllarda Yunanlılar tarafından Sevgiköy’ü olarak anılır.”

Yunan ve Bizans kaynaklarında da Seydiköy’ün dini bir yerleşim olarak anılmasının nedeni Seyd-i Mükremüddün Türbesi olmalıdır. Seydiköy’de Anadolu’da Türk yerleşimi öncesi dönemlerinde yaşamış Anadolulu Türkmenler vardır.

 Bazı Türk araştırmacılara göre, Seyid Battal Gazi gibi pek çok toplum önderine Yunanlılar Rum, Ermeniler Ermeni,  Araplar ise Arap önderi olarak gösterirler. O dönemlerde ve Anadolu tarihinde yaklaşık 155 toplum önderine(ermiş kişi) özellikle Anadolu Rumları ve Ermenileri de sahip çıkar.

Anadolu’da bu tip ermiş kişiler çoktur. Bunlardan biri de Seydiköy’de yaşamış Seyd-i Mükremüddün Hazretleridir. Seyd-i Mükremüddün hakkında ve türbesi ile ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Bazı akademisyenler türbenin Tilkilikte olduğunu iddia ederler. Nedense Agora kazılarında ve Tilkilikte Emir Sultan mezarlığında yapılan araştırmalarda 1570 yılından öncesine ait bir mezara rastlanmamıştır. Seyd-i Mükremüddün türbesini Tilkilik semtinde arayanlara en güzel cevabı 1922 öncesi Seydiköy’de yaşayan Yunanlılar vermektedir. Onun Seydiköylü olduğunu söylerler ve Seydi Baba anısına İzmir’den göçtükten sonra Selanik-Vathilakos’ta yaptırdıkları küçük bir şapelle sahip çıkarlar. Biz hala tartışmaya devam ederiz!

Maritsa Spryou Sevdam Seydiköy kitabında bu konuya şöyle değinir

“Agiou İoanni Prodromu (Dede) kilisesi köyden beş dakika uzaklıkta bulunan küçük Eleona tepesinde bulunmaktaydı. Kilise mezarlığın kilisesiydi. Etrafındaki çınar ağaçlarının en büyüğünde de kampanası (çan) asılıydı. Daha öncesinde bu kampananın yerinde küçük bir çan vardı.  Biraz ilerde kutsal olduğuna inanılan su vardı. Hıristiyan ve Müslümanlar şifalı olduğuna inanıyorlardı. Her Salı Agios İyoanni anısına kilisede ibadet düzenlenmekteydi.  29 Ağustos ve 24 Haziran da ise lokma dağıtılmaktaydı.

Bu kilise 1922 öncesi Seydiköy’ün de Seyd-i Mükremüddün Hazretleri Türbesi üzerine inşa edilmiştir. Kapının girişinde görülen demir parmaklıklar arkasında Seydi Babanın mezarıdır.  

Sevdiköy’ün Kanelaki soyundan gelen ninem Panagiota Sarantzioti bana bir çok kere Dede Kilisesinin kutsal suyuyla ilgili hikayeler anlatmaktaydı. Ninem Panagiota bekar iken İzmir’de zengin bir ailenin evinde hizmetçiydi. Bir gün arkadaşlarıyla birlikte köye gezmeye gidip sonrada kilisede bir mum yakıp ibadet etmeye karar vermişler. Bunu duyan Türk bir kadın kendisine ölmek üzere olan oğlu için kilisedeki şifalı sudan getirmelerini istemiş.  Fakat kızlar dönerken su almayı unutmuşlar ve geri dönmek için çok geç olduğu için başka bir çeşmeden su doldurup kadına vermeyi düşünmüşler. Nasıl olsa Hıristiyan değil diye düşünmüşler. Kadın ise suyun fayda edeceğine çok inanmıştı.  Çok içten duygularla duasının kabul edilmesi için Dede’nin aracı olmasını dilemişti. Bunun ardından çocuk kısa bir süre sonra iyileşmişti. Bu yüzden Hıristiyan ve Müslümanların Dede’nin ruhuna karşı sonsuz saygıları vardı. Mezarlık ve Dede kilisesinden sonra yollar Sevdiköy’ün hayat dolu yemyeşil dağlarına uzanıyordu.” Seyd-i Baba Türbesinin olduğu yerde Türbe ve imarethane vardır. Burası Aydınoğlu döneminde Gazi Umur Beyin vakfiyesidir. Seydiköy o yıllarda Aydınoğlunun önemli bir yerleşimidir.

1292 yılında İzmir Kadısı Ahmetoğlu İlyas tarafından yaptırılan Kadifekale içinde cami yaptırılmıştır. Bu camiin vakfiyesi Seydiköy’deki 200 akçelik bademlik bu vakfın gelir kaynağıdır.

Seydiköy o yıllarda bir vakıf köyüdür

Şehrin güneyinde bulunan Gazi Umur Bey tarafından İzmir’deki Seyyid Mükremüddün zaviyesine vakıf edilmiş olmasından dolayı Seydiköy adıyla anılan köy bunların en büyüğüdür.

Yine Seydiköy’deki Hasan Ağa(Çift Çeşme) Camii ile ilgili kayıtlarda, İzmir Dizdarı Hasan Ağanın Seydiköy’de yaptırdığı camide Cuma namazı kılınan büyük camiler arasındadır. Hasan Ağa şer-i muamele olunup faizi caminin hatip (günde 2 akçe) ve müezzinlerine (birine 2 akçe, diğerine 1 akçe) cihet olmak üzere 10.000 akçe, caminin hasırı ve kandilinin yağına kullanılmak üzere 500 akçe, caminin önünde yaptırdığı çeşme için 2000 akçe vakf etmiştir.

Görülüyor ki o yıllarda Seydiköy’de 3 vakıf vardır. Seydiköy’e 1600 yılların başında Levantenler gelip yerleşir. 1700’li yılların ortalarında da Ege adalarından ve Teselya bölgesinden Yunanlılar Seydiköy’ün yeni sakinleri olurlar. Yunanlılar zamanla zenginleşerek Seydiköylü Türklerin yerlerini satın alarak yavaş yavaş Seydiköy’de azınlık iken çoğunluk olurlar. 

Zamanla çoğunluk olan Seydiköylü Yunanlılar 1800’lü yılların başında Seydi Baba Türbesinin mescidini kilise haline getirmişler ve ilk çınar ağacının üstüne de kilisenin çanı asmışlardır.

Bunu neden yapmış, neden türbenin mescidini kiliseye çevirmiş olabilirler. Bunun nedeni bu düşüncelerim olabilir mi? Yaklaşık 1000 öncesine dönerseniz, İzmir’in (Smyr’na) ilk Hıristiyanlarından Azizi Polikarpe, o günlerde İzmir’in Paganları tiyatro binasının ortasında yakmak isterler. Her yakma teşebbüsünde yağan yağmur, neticesinde bu mümkün olmaz. Bunun üzerine izleyiciler içinden biri çıkardığı mızrakla Polikarpe öldürür. Polikarpe’in naaşı tiyatronun dışında bir yere defnedilir. Gel zaman git zaman içinde bu mezar yeri İzmirli Hıristiyanların ziyaretgahı olur. XVI. yüzyıl sonlarında İzmir Müftüsü mezar taşına geçirdiği Osmanlı kavuğu neticesinde mezar Seyd-i Mükremüddün Hazretlerinin beşinci kuşak torunu Seyd-i Yusuf’un mezarına dönüşür. O tarihten sonrada İzmirli Müslümanların ziyaretgahı olur. (İlhan Pınar ve Orhan Beşikçi) bu bilgileri ilerde Seyd-i Mükremüddün Hazretlerinin en son Osmanlı arşivlerinden ve İzmir’in yerel basınında çıkan bir gazete bilgilerinde de rastlarsınız. 

Yunanlı araştırmacı Nikoy Kararas’ın Sevdiköy kitabında “Seydiköylü Türklerin gündüz Cami (Mescit)nin duvarlarını tamir ediyorlar. Gece ise Seydiköylü Yunanlılar Agios Nikol’un ikonu burada bulunmuştur diyerek gündüz tamir edilen duvarları gece Yunanlılar yıkıyordu” diye yazmaktadır.

Anadolu’da bu şekilde yüzlerce ermiş kişiye rastlarız. Böyle bir örneği Anadolu’nun meşhur Erenlerinden biri olan Seyit Battal Gazi’den bir örnek vererek, Anadolu halklarının kardeşliğini ve kültürleri yanında ortak inanışlarını yazmak isterim. Bunları ister varsayım ister Ercan Çokbankir’in yakıştırması olarak kabul ediniz. Bu nedenle geçmişte Anadolu halklarının birlikteliğini hep beraber inceleyerek bir karara varalım. 

Araştırmacı İlyas Küçükcan, Anadolu erenleri içinde pek çok ermiş kişiye Anadolu Rumları yanında Ermeniler ve Araplarında sahip çıktığını belirtir. Türk’ler için önemli ermiş kişilerden Seyid Battal Gazi için şu örneği verir.

Seyid Gazi zaviyesi Kalenderi zaviyeleri içinde en itibarlısı ve en üst düzeyde olanıdır. Cuma günleri burada büyük ayinler yapıldığı gibi her yıl Kurban Bayramında Hacılar Bayramı adıyla yapılan ve Hacı Bektaş-i Veli tarafından tesis edildiği bilinen büyük ayine tüm Kalenderi önderleri ve inananları katılırdı. Hacı Bektaş-i Veli başta olmak üzere tüm Kalenderiler ve diğer önderler, Seyyid Battal Gazi’yi en büyük pir olarak kabul ederlerdi. ”Zaviyedeki şeyhe Azam (Azim) Baba, yılda bir yapılan büyük ayine de Hacc-ı Ekber denirdi.”

Anadolu Aleviliği, Türklerin Anadolu’ya gelişlerinden sonra ortaya çıkmış, Hz Ali ve on iki imamlara bağlı, Türklere has bir İslam yorumu sayanlar, aslında Alevilik düşüncesinin filizleri Anadolu’dan ve 1071 den çok önceleri yeşermiştir. Bazı araştırmacılar, Aleviliğin “üstün piri” ve “kutuplar kutbu” Battal Gaziyi sessizce bir kenara iterler. Çünkü onun yaşadığı çağda Türkler henüz Anadolu’ya gelmemişler ve on iki imamlardan kimileri de henüz doğmamışlardı. Bu nedenle Battal Gazi’yi Aleviliğin dışına taşımak ve zaman içinde unutturmak esas politika haline getirildi.

Bugün yaşayan Alevilik içinde Battal Gazi’den pek az söz edilir. Günümüzde Hacı Bektaş-i Veli’nin, Alevi-Bektaşiliğin serçeşmesi olarak giderek yoğunluk kazanmaktadır.

Anadolu’da yıllar boyu çerçilik yapmış kişilerin basma, lokum, leblebi ve ayna taşıyan çerçilerin heybelerinde mutlaka taş baskı Battal Gazi Destanı da bulunurdu. Battal Gazi’nin tarihi kişiliği ile yeniden tanışmak Alevilere, Aleviliğin köklerine giden yolu aralayacaktır. Alevilik bin yıldır özlemini duyduğu dostuna kavuşacaktır.

Alevi coğrafyası Divriği, Arguvan, Malatya merkez olmak üzere, Boğaziçi ve Ege kıyılarından Yukarı Mezopotamya’ya kadar olan Anadolu platosudur. Destanda yer alan temel olaylar, 780-900 yılları arasında yaşanmıştır. Destanda, Bizans sınır boylarında yaşayan yerli halk ile Doğu Roma İmparatorluğunun amansız savaşları anlatılır. Anadolu Alevileri o yıllarda Anadolu’da Paflikan, Balkanlarda ise Bogomilliğe sığınarak Hıristiyan baskılarından kurtulmak istiyordu.

Anadolu’daki Aleviler, o yıllarda takiyye yaparak; ”Kendilerinin Hıristiyan olduklarını ifade etseler de, kiliseyi, kilisenin doğmalarını, kurumlarını, kilise hiyerarşisini ve ruhban sınıfını reddediyorlardı.

-Eski Ahit’i kabul etmiyorlardı, Yuhanna İnci’linin bazı bölümleri hariç büyük bölümüne itibar etmiyorlardı.

-Hıristiyan azizlerine, kutsal ekmeğe ve ikonlara yapılan ibadete karşı çıkıyorlardı.

-Onlara göre Hz. İsa düpedüz bir insandı, onun babası dünyanın yaratıcısı olamazdı. Meryem’in hiçbir kutsallığı yoktu.

- Kiliseye gitmiyorlardı, ibadetlerini ‘proseuchai’ dedikleri evlerde(dua evi/cem evi)yapıyorlardı.”

Anadolu Alevilerinin dilinde, binlerce yıldır söylene gelen Battal Gazi menakıp ve destanlarındaki, dokuzuncu ve onuncu yüzyılda, Bizans’a karşı bir halkın verdiği üstün kahramanlık örnekleri ile dolu mücadelelerdir. Carbeas(Hüseyin Gazi) ve Chrysocheir (Bizans döneminde bir Ermeni din adamı, o dönemdeki Hıristiyanlık mezhebi olan Paflikan lideridir.) dönemi Anadolu’sunda yaşanan tarihi olaylarla, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde olayların zamanı, tanımı, tasarısı, oluş sırası ve sonuçları ile birebir örtüşür. Bizim bazı tarihçilerimiz Türklerin Anadolu’ya gelişini 1071 ile başlatırlarsa da aslında Anadolu ve Balkan Türklüğü çok eski yıllara kadar iner. Bu konuda araştırma yapanlar için en gerçekçi bilgiler Bizans tarihindedir. Bizanslı tarihçiler Balkanlardan Anadolu’ya getirdikleri Türk soylu paralı askerler(Türkopoller) için İnci Anzerlioğlu’nun araştırmalarını okumalarını tavsiye ederim. Yine bu görüşü doğrulayan, 1071 Malazgirt savaşındaki Bizans ordusu içindeki paralı askerler Türkopoller buna en güzel örnektir.

Dikkatle irdelemenizi istediğim konuda, Balkanlarda 940 yıllarında Hıristiyan misyonerlerin ve Latin, Germen halklarının baskısıyla Hıristiyanlığa zorlanan Arnavut, Boşnak, Pomak ve Türkler çareyi Bulgar Papazı Bogos Mile denen din adamının kurduğu Bogomolizm de bulurlar. Bogomilliği kabul ederler. Zaman içinde Bogomilizm sapkın bir hale dönüşmesi üzerine, eşlerin ortak, mal mülkün ortak olarak kabul edilmeye başladığı dönemde bölgeye bir kurtarıcı gibi gelen(1240) Saru Saltuk Dede ile İslamlaşma başlar. Bunun neticesinde halk genellikle Bektaşi ve Aleviliği seçer. Taki 1528 yılında Yavuz Sultan Selim zamanına kadar bu mezhebin mensubu olan Anadolu ve Balkan halkları içindeki belirli bir kesim daha sonraları sunileşir.

Battal Gazi Destanında anlatılan, Hüseyin Gazinin ve Seyid Battal Gazi’nin Bizanslıları alt ettiği savaşlar, Carbeas’ın Bizanslılara karşı çarpıştığı Sozopetra(837) ve Amorin(838) savaşları başta olmak üzere, onun Bizans üzerine düzenlediği irili ufaklı birçok akın ve Carbeas’ın 863 yılında Hakk’a yürümesinden sonra yerine geçen Chrysocheir’in katıldığı savaşlar ve çarpışmalardır.

Battal Gazi Destanında iki kahramanın mücadelesinin zaman zaman birbirine karışması ve neredeyse tek çatı altında toplanması, Arguvan yöneticiliğinin Malatya valiliği ile yer değiştirmesi, Efes Katedraline at sırtında girilmesinin Ayasofya’ya taşınması gibi kimi olayların değişik anlatımları, destan ile gerçek tarihi olaylar arasında farklardan bazılarıdır.

Carbeas’ın kabri, 863 yılında Hakk’a yürüdüğü yerde, Ankara yakınlarındaki Hüseyin Gazi Tepesindedir.

Eskişehir’in güneydoğusunda Seyitgazi ilçesinin kuzeyinden geçen Seyit Suyunun suladığı geniş vadinin geçmiş zamanlardaki adı Bathyrrmax Ovasıydı. Eski kaynaklar Chrysocheir’in Bathyrrmax’ta Zogoloenus Dağı eteklerinde Hakk’a yürüdüğünü nakleder. Tarif edilen yer, anılan ovanın batısında 1826 rakımlı Türkmen Dağının etekleridir. Seyitgazi ilçesinin yanı başında Üçler tepesinin yamacında yer alan Battal Gazi Dergahı içinde Battal Gazi Türbesi olarak bilinen yapı, Chrysocheir’in makamıdır. Bu makam onun Hakk’a yürüdüğü yerdedir. Günümüz de, ilginçtir bazı tarikatlar bu mekanları tarikat üssü haline getirme çabasındadır.

Battal Gazi Dergahı, bin yılı aşkın bir süreden beri Anadolu’daki tüm Alevi zümrelerinin; Kalenderilerin, Vefailerin, Melamilerin, Bektaşilerin, Işıkların, Torlakların, Babailerin ve diğer Alevi topluluklarının en üstün ve en makbul mabedi oldu. Burada yatan Alevi mürşidi Battal Gazi, yüzyıllar boyu Aleviliğin üstün “pir”i ve “kutuplar kutbu” olarak derin hürmet, içten kabul ve sonsuz itibar gördü.

Gezgin Evliya Çelebi bu dergahta iki yüzden fazla Alevi dervişinin sürekli bulunduğunu “gece-gündüz gelene gidene candan hizmet” ettiklerini anlatır. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Aleviliğin bu ünlü mabedinde bulunan Chrysocheir’in türbesini şu cümlelerle tarif eder. “Bu tekkenin bir tarafında büyük bir kulübe içinde Battal Gazi yatmaktadır. Eşiğinde ve kapısının kapaklarında gümüş kakma güller, kılıf ve anahtarlar vardır. Bu kapıdan içeri giren ziyaretçi dehşet ve hayrette kalır. Gösterişli uzun bir kabir olup çevresi çeşitli meşaleler, buhurdan, gül suyu kapları ve şamdanlarla doludur. Baş tarafında çeşit çeşit bayrak, ok, davul ve yaylar vardır”.

İstanbul Merdivenköy’de “Şahkulu Sultan Dergahı” olarak isimlendirilen, çok bilinen ve her gün binlerce kişi tarafından ziyaret edilen çok köklü bir Alevi-Bektaşi dergahı vardır.

F.W.Hasluck”Bektaşiler bu önemli tekkede ‘Konstantin’le savaşan ve buraya gömülen çok eski bir savaşçı ermişin Şahkulu’nun bulunduğunu söylerler.”

 

Battal Gazinin yaşamı ve maceraları dört ayrı ulusal destanda karşımıza çıkar; İlginçtir Homeros destanlarının Sümer’in Gılgamış Destanından alıntı olduğu iddia edildiği gibi pek çok destanın anonim olduğu görülür.

-Arap Destanı Delhemna=Zelhimme

-Bizans epik destanı Digenis Akritas

-Ermeni epik destanı Sassunlu Davit

-Anadolu halk destanı Battalname

Battal Gazi’nin hayatı temel alınarak onun üzerine yapıştırılmış ilk kimlik, sekizinci yüzyılda yaşadığı öne sürülen, asıl adı Abdullah olan bir Emevi komutanına aittir. Emevi ordusunda ordu komutanlığına kadar yükselen bir köledir. 740 yılında Afyonkarahisar yakınlarında Bizanslılar ile Emeviler arasında yapılan bir savaşta hayatını kaybetmiştir.

 Arap Battal Gazi destanı Dilhemna’da anlatılan olaylar ve Battal Gazinin katıldığı savaşlar, gerçek Battal Gazi olduğu ileri sürülen Emevi Komutanı Abdullah’ın yaşadığı devrin olayları değil, onun yaşadığı dönemden yaklaşık yüzyıl sonrasının son derece iyi bilinen tarihi olayları olduğu gibi Anadolu Alevilerinin bir Emevi komutanını ululaştırıp “üstün pir” olarak tanımaları kesinlikle mümkün değildir.

 Battal Gazinin yaşamı ve savaşları, Digenis Akritas adı altında epik Bizans destanının kahramanı olarak da karşımıza çıkar. Digenis iki soylu demektir. Digenis Akritas, Bizans destanında kimi zaman Bizanslılara, çoğu kez de Araplara karşı savaşan ünlü bir savaşçıdır. Bu epik Bizans destanında Hıristiyan öğelere pek yer verilmemiştir. Destanın zamanı, coğrafya ve olaylar, Battal Gazi Destanının zaman, coğrafya ve olayları ile örtüşür. Destanda anlatılan kahramanlıklar ve savaşlar, Carbeas ve Chrysochier’in mücadeleleri ve yaşamlarıdır.

Ermeni ulusal destanı “Sassun’lu David” Battal Gazi Destanının Ermenileştirilmiş versiyonudur.

Battal Gazi Destanının Bizans ve Arap uyarlamasının tarih, yer ve olayları ile geniş paralellik gösterir. Tek farkı destanın kahramanları Ermeni olmasıdır. Bu destanı Araplar, Bizanslılar ve Ermeniler sahiplendiği gibi, o coğrafyaya üç yüzyıl sonra gelen Türklerde Battal Gazi’yi kendilerine mal etmişlerdir.(Bu düşünceye katılmıyorum. Bu yıllarda Balkanlardan Anadolu’ya paralı asker olarak getirilen Türkopoller, Yonca Anzerlioğlu’nun Ortodoks Türkler kitabını okumalarını isterim. Anadolu’da 8-9 ve 10 yy’da Türkler vardır. Hatta daha eski tarihlerde Anadolu’ya yerleşmiş İskitliler vardır.)

 

Orta Anadolu Alevi söylencesinde anlatılır ki; Osmanlı padişahı tarafından geniş yetkilerle donatılarak Sivas’a gönderilen Hızır Paşa eliyle asılan, on altıncı yüzyılın ünlü Alevi ozanı Pir Sultan Abdal darağacına giderken, Hızır Paşanın emri ile çevredekiler tarafından taşlanmıştır. Onu taşlayanlar arasında çok sevdiği kendi müritleri de vardır. Onların attığı taşlar, çağlar boyu Alevileri derinden sarsmıştır. Bu taşlanma olayı Pir Sultan Abdal’ın şu dizelerinde anlatılır.

Şu kanlı zalimin ettiği işler

Garip Bülbül gibi zareler beni

Yağmur gibi yağar başıma taşlar

Dostun bir fiskesi pareler beni

Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz

Hakk’tan emr’olmazsa ırahmet yağmaz

Şu ellerin taşı hiç bana değmez

Dostun bir fiskesi yaralar beni

 

Pir Sultan Abdal’a atfedilen, müridi tarafından taşlanan “pir”in hikayesi, İmp. IV. Konstantin zamanında kendi müridi tarafından taşa tutularak öldürülen Pir Silvanus’un öyküsünün aynısıdır.

 

Pir Sultan Abdal’ın ya da onun önderlik ettiği söylenen Alevi başkaldırısından söz eden bir belge bugüne kadar gün yüzüne çıkmamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun arşiv kayıtlarında imparatorluk tarihi boyunca ortaya çıkan Alevi başkaldırılarına müdahale eden Osmanlı kuvvetlerinin yönetici kadrolarında ya da komuta kademelerinde Hızır Paşa adında bir görevliye rastlanmıyor.

Anadolu bir uygarlıklar köprüsüdür. Bu köprüden pek çok ulus geçmiş, her ulusun uygarlığından kalıntılar, ortak inanışlar, sosyal yaşamların izleri kalmıştır. Ege kıyılarındaki her hangi bir kentin yerleşimini Osmanlı dönemiyle özellikle Seydiköy tarihini Aydınoğlu ve Osmanlı Türk dönemiyle başlatmak isteyenlere bu bilgileri vererek; Seydiköy tarihinin Roma ve Bizans çağdaş olduğunu, Symrna(İzmir)-Kolophon(Değirmendere)yolu güzergahı üzerinde olduğundan tarih boyu varlığının söz konusu olduğunu belirtmek isterim. Seydiköy ve civarındaki arkeolojik buluntuları değerlendirerek bölgenin tarihini aydınlatmak arkeoloji öğrenimi gördüğüm yıllardan beri benim en büyük emelimdi.

 

İzmir’e gelip Seydiköy’e uğrayan Avrupalı kişilerin ve yazarların yazdığı anılarda Seydiköy bir dini bölge ve dini törenler yapılan yer olarak kabul ediliyor. Hatta elimizdeki kaynaklara baktığımızda daha Roma dönemlerinde ve Bizans yıllarında Seydiköy’ün önemi ve durumu anlatılıyor.

 

İzmir Antik Tiyatrosunu anlatırken bölgenin ilk Hıristiyanlık döneminden de biraz bahsetmekte yarar vardır. Çünkü bölge tarihi, Seydiköy’de türbesinin olup olmadığı tartışılan Seyd-i Mükremüddün Hazretlerine ve beşinci kuşaktan torunu Seyd-i Yusuf’la ilgi odağı olmaktadır. Bazı araştırmacılar Seyd-i Mükremüddün Hazretlerinin Türbesinin Tilkilik’te olduğunu iddia etmektedirler. Yapılan araştırmalarda, Agora kazıları ve Tilkilikteki Zaviye ve Dergahta 1570 yılından önce mezara rastlanmamıştır. Bu durumda Seyd-i Mükremüddün Hazretlerinin mezarının orada olduğundan bahsetmek hayaldir. Hatta Hıristiyanların Azizi Polikarp’ın mezarının üzerine Seyd-i Yusuf’un naşının defnedildiğini iddia edenler yanında, İlhan Pınar’da Polikarpe’in mezar taşına Seyd-i Yusuf’un sarığının sarılarak Hıristiyanların burada yaptığı ayinlerin önlenmesini istediğini kaydeder.

 

Roma İmparatorluğu'nun Paganizm döneminde ilk Hıristiyanı olan Aziz Polikarpe'in öldürüldüğü yer olması bakımından da büyük önem kazanmaktadır. Hıristiyan inanışına göre,  Polikarpe burada önce aslanlara atılmak istenmiş, sonrada bir direğe bağlanarak etrafına atılan odunlar yakılmış, bu olay birkaç gün tekrarlanmasına rağmen Hıristiyan inanışına göre yağmur söndürmüş, bunun üzerine Polikarpe bir Romalı askerin mızrağıyla can vermiştir.

Doç. Dr Akın Ersoy, Yusuf Dedenin cenazesinin, kazı raporlarında Polikarpe’in mezarı üzerine gömüldüğü, Seyd-i Yusuf’un naşının buraya defnedilmesinin nedeni pek açıklanmaz.

Seyd-i Yusuf kimdir?

Peki, Seyd-i Yusuf kimdir? Gazi Umur Bey dönemi alperenlerinden Seyd-i Mükremüddün hazretlerinin beşinci kuşak torunudur. Doç.Dr. Akın Ersoy Agora kazı raporlarında Seyd-i Yusuf’un naşının Aziz Polikarp’ın mezarı üzerine defnedildiğini, Seyd-i Yusuf’un defnedilmesinin 1570 yıllarına rastladığı belirlenmiştir. Gerek İslamiyet’te gerekse Hıristiyan geleneklerinde böyle bir örnek yoktur.

 

Çünkü geçmiş yıllardan beri Seydi Baba (Seyd-i Mükremüddün) Hazretlerinin mezarının Seydiköy’de (Gaziemir) olduğu halkımız tarafından kabul edilirdi.

Seydiköy=Gaziemir tarihi üzerine yapılan bir sempozyumda bir araştırmacı “Bugün Gaziemir’de Seydi Baba olarak bilinen mezarın Seydiköy/ Gazi- emir’in 1960’lı yıllar öncesi tarihi ile hiçbir ilgisi yoktur.” demiştir. Bunun da nedeni Seyd-i Baba mezarı 1960 yılında hacca giden birkaç Seydiköylü tarafından bozularak(eski hali Birgi’deki mezarlar gibi kayrak taşından yapılmış, ilk yapıldığı gündeki gibi korunmakta idi.) yenilenmiş. O yıllarda Seydiköylü yaşlıların çoğu bu mezar yenileme olayını garipsemişti. Bu mezar yenileme olayı sonrası da Seyd-i Baba mezarının Tilkilikte olduğu sık sık bazı akademisyenlerce konuşulmaya başlandı. Bu konunun ısrarlı bir takipçisi olmam nedeniyle de beni de çok üzmüştü.  Bu konuyu daha fazla saptırmadan Osmanlı arşivlerinde yaptığımız araştırmalara dayanarak belgeleri de sizlerle paylaşmak isterim. 

Bu konuda yaptığı araştırmaları Türk Tarih Dergisinde yayınlanan Ertan Daş’ın makalesinde, 1943 yılında İzmir kitabeleriyle ilgili çalışmalar yapmış olan bir yerel tarihçi türbe girişi üzerinde yer alan üç satırlık bir kitabenin metnini vermiştir. “Seyyid Mükerremeddin Hazretlerinin Merkad-i şerifleridir sene 970/1562-63” yazdığı belirtilen kitabenin bir inşa kitabesi mi yoksa sıradan bir levha mı olduğu konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Bugün, bir hamam, bir aşevi, bir mescit ve bir türbeden oluşan yapılar topluluğu halk arasında “Emir Sultan Türbesi” olarak anılmaktadır. Emir Sultan’ın kimliği konusunda çeşitli bilgiler bulunmakla birlikte ne zaman öldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Çeşitli kaynaklarda, “Emir Sultan” adıyla anılan kişinin Gazi Umur Bey’in komutanlarından, İzmir ve çevresinin fethi sırasında yararlılıklar göstermiş Seyyid Mükeremüddin olduğu söylenmekte ve adına yaptırılan bir zaviyeden bahsedilmektedir. Zaviyenin Aydınoğulları zamanından kaldığı, 920/1514-15’de berat verilen Seyyid Mükremun evladından Seyyid Yusuf’un yönetiminde bulunduğu ve XVI. (70) İzmir’de yayınlanmış olan “Sada-yı Hak ” isimli gazetenin 26 Mayıs 1337 (1921) tarihli sayısındaki bir yazıda buradan “Emir Sultan Rıfai Dergâhı”; Bursalı Mehmet Tahir bin Rıfat’ın 1908 tarihli eserinde “Seyyid Mükremüddin” adıyla bahsedilmektedir. Ayrıca, Emir Sultan Türbesi önünde yer alan, şimdiki 955 sokak 1930’lu yıllara kadar kayıtlarda “Seydi Mükremiddin Sokağı” olarak geçmektedir. (Bu konuda bilgi için Bkz. İzmir Belediyesi İzmir Şehri Mahalle ve Sokak Numaraları Rehberi, s.153)

Bu iki belge, “Emir Sultan” isminin 1920’li yıllarda kesin olarak kullanıldığını göstermektedir.  “Seyyid Mükeremüddin” adı çeşitli yayınlarda, “Seyyid Mükremiddin”, “Seydi Mükeremeddin” gibi değişik şekillerde yazılmıştır.(71) M.S. Kütükoğlu, 15. ve 16. Asırlarda İzmir Kazası’nın Sosyal ve İktisadi Yapısı, İzmir, 2000, s. 85. Ertan Daş Sanat Tarihi Dergisi 59 yüzyılda geliri en fazla olan zaviyelerden biri olduğu söylenmektedir. İzmir’in güneyinde, İzmir -Aydın karayolu üzerinde bulunan bugünkü Gaziemir’in, İzmir’deki Seyyid Mükeremüddin zaviyesine vakfedilmiş olmasından dolayı Seydiköy adıyla anıldığına dair belge ve bilgiler de, 16. yüzyıl başlarında burada bir zaviyenin varlığına işaret etmektedir. Nitekim, Yavuz Sultan Selim (1512-1520) dönemine ait bir tahrir defterinde, Seydiköy’ün gelirinden 33.383 akçenin İzmir’deki zaviyenin giderlerini karşılamak üzere kullanıldığı belirtilmektedir. Günümüze ulaşan gerek türbe, gerek aşevi ve mescidin her ne kadar geç dönem özellikleri gösterdiği tespit edilmiş olsa da, sonraki onarımlarda özelliklerini yitirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim, zaviyeyi oluşturan dergah ve diğer binaların tamiri ile ilgili 10 Şevval 1299/25 Ağustos 1882 tarihli bir tezkire kaydı bilinmektedir. Bu kayıtta, tamiratın Hristo Kalfa adlı bir kişi tarafından 28.000 kuruşa yapılacağı belirtilmektedir. . Türbenin içinde parçalanmış halde ve bazı parçaları eksik bir kitabe vardır. 2002 yılında hazirede bulunan ve parçaları türbeye taşınan kitabe bir onarım kitabesidir. Bugün tarih kısmı eksik olan kitabenin eski bir fotoğrafında 1300 tarihli olduğu görülebilmektedir. Kitabede verilen bilgilerden, harabe halinde olan dergahın Sultan II. Abdülhamid’in Darü’s-sa’ade Ağası Behram Ağa tarafından 1300/1882-83 yılında yeniden inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. Bu tarih M.Kütükoğlu’nun bir belgeden hareketle sözünü ettiği, Hristo Kalfa’nın yaptığı onarım tarihiyle de örtüşmektedir . Zaviyenin bir parçası olan türbenin de diğer yapılarla birlikte, söz konusu tarihte yeniden inşa edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim, türbenin bugünkü mimari özellikleri de bu tarihe uygundur. Kitabede adı geçen postnişin Şeyh Ali Baba 1302 yılında vefat etmiştir ve mezarı hazirede 1 numaralı adada yer almaktadır. 30 M.S. Kütükoğlu Yavuz Sultan Selim dönemine (1512-1520) ait olan bir belgeden hareketle Seydiköy’ün nüfus bilgilerini ve zaviyenin giderleri ile ilgili bir döküm de vermektedir.

Bu konunun açıklamasına girmeden önce türbe ve tekke arasındaki farkı iyi bilmemiz gerektiğini düşünürüm. Bu nedenle önce, Türbe nedir?

Müslümanlardan, büyük alim, veli, hükümdar, hükümdar zevcesi ve çocukları, emir, vezir ve komutanların kabirleri üzerine inşa edilmiş, üzerleri kubbelerle örtülü binalardır.

Tekke nedir?

Tekke İslam ahlakının, tasavvuf ilminin öğretildiği ve tatbik edildiği yerdir.

Bu konunun aydınlanmasına gönül vermiş bir eski Seydiköylü olarak Osmanlı kayıtlarında uzman Muzaffer Çetin Hoca ile yaptığımız araştırmalarda Seyd-i Mükremüddün(Seyd-i Baba) Hazretlerinin mezarının bulunduğu Tilkilikteki Emir Sultan Haziresi yakınlarında Seyd-i Mükremüdün adına mezarının (TÜRBE) değil “DERGAH, TEKKE” olduğunu kayıtlarını sizlerle paylaşmak isterim.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

27 Nisan 2022

Acı Biberden Aşk Reçeli


Çeşme ve Alaçatı’nın kalabalığından bunalırsanız yanı başında bulunan balıkçı kasabası Ildırı’da kısa bir mola vermenizi tavsiye ederim.

Ildırı’nın dar sokaklarını gezerken yan yana sıralanmış tezgahlarda özenle hazırlanmış yöresel lezzetleri tanıtan ayrıca balıkçılık yapan Kadir Karadiken ile ayak üstü kısa bir sohbet etme imkanımız oldu.  

Kadir Karadiken eşinin yaptığı reçel çeşitlerini balığa çıkmadığı günler satışını yaptığını söyledi. Kadir Karadiken’in hikayesini kendinden dinleyelim;


‘Ailem Selanik’ten gelmiş. Ben Ildırı’da doğdum ve burada yaşıyorum. Balıkçılık yapıyorum. Ek gelir olarak tezgah açıyorum. Karadut, ceviz, turunç, kozalak reçellerini eşim yapıyor ben satıyorum. Özellikle aşk reçeli ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

Aşk reçeli acı biberden yapılıyor. İçine şeker ilave olduğu için acı ve tatlı karışımı bir reçel. Aşk ta öyle değil mi? Bazen acı bazen tatlıdır. Bu yüzden denemek için alıyorlar. Beğeniyorlar. Benim de sevdiğim bir reçel. Güzel bir lezzet, denemeyenlere tavsiye ediyorum.

Ayrıca turşu, kapari, deniz kenarında yetişen kaya koruğu, sarı kantaron, acı kantaron, zeytinyağında özel hazırladığımız zahter sosu, çağla badem turşusu, çitlembik turşusu gibi yöresel lezzetlerimizin satışını yapıyorum.

İzmir’den geldiğinizde girişte ikinci tezgah benim tezgahım. Ildırı’ya gelen ziyaretçilerimizi bekliyorum.

Kooperatife satıyoruz

Ildırı’da balık çeşitlerimiz çoktur. Ben balığa tek başıma çıkıyorum. O gün kısmette ne varsa onu yakalarız. Kalamar, kefal, sübye, ahtapot, barbun, karagöz gibi çeşitler oluyor. Ildırı’da kooperatifimiz var. Yakaladığımız balıkları kooperatife satıyoruz’ dedi.


Yolunuz Ildırı’ya düşerse balıkçı Kadir’in tezgahına uğrayıp eşinin yaptığı lezzetli reçelleri ve turşuları denemenizi tavsiye ederim.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

26 Nisan 2022

“Cuma, Cumartesi, Pazar” Sergisi Açıldı


“Cuma, Cumartesi, Pazar” sergisi 26 Nisan Salı günü ziyarete açıldı. Beş fotoğrafçının eserlerinin yer aldığı sergi, farklı din ve kültürlerin birbirini anlamasını hedefliyor.

İzmir Sefarad Kültür Mirası Festivali, İzmir Musevi Cemaati Vakfı ve Hezarfen Film Galeri desteği ile hazırlanan “Cuma, Cumartesi, Pazar” sergisi’nde farklı dinden ve mezhepten 5 fotoğrafçı Alberto Modiano, Berge Arabian, Emine Ülkerim, Mıgırdiç Arzivyan ve Niko Manginas'ın eserleri yer alıyor. 

Birlikte yaşamayı, sevmeyi, diğerini anlamayı amaçlıyor

İnancı, sevgi ve saygıyı, anlayışı, anlama ve anlatmayı, belgesel fotoğrafların izini sürerek sanatseverlere aktarmayı amaçlayan sergiye ilişkin kurumlar tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:


"Birlikte yaşamayı, sevmeyi, diğerini anlamayı, saygı göstermeyi, anlatmayı ve yeni kültürlere tanıtmayı amaçlayan 5 fotoğrafçı, belgesel fotoğraflarla halklar arasındaki bağın daha da kuvvetlenmesine aracılık ediyor. İnançlar insanoğlunun varlığı kadar eskidir ve tüm dünyada olduğu gibi, üzerinde yaşadığımız bu kadim topraklardaki çok renkliliğin de kaynaklarından biridir. Birbirinden farklı uygulamaları, örf ve adetleri olsa da tüm dinlerin mesajı aynıdır: 'Birliktelik, birbirini sevme, diğerini tanıma ve saygı gösterme.' Tarih boyunca bu topraklardan geçen birçok kültürün izleri, giderek artan bir hızla yok oluyor. Bu yok oluş ve kayıplar, asırlardır Türkiye’de yaşamış ve yaşamakta olan halklar arasındaki bağların da zayıflamasına neden oluyor. Farklı dinden, mezhepten ve toplumdan beş fotoğrafçı, bu sergide fotoğrafın görsel dili sayesinde 'diğerini anlamayı ve yeni kültürlere tanıtmayı' amaçlayarak, halklar arasındaki bağın daha da kuvvetlenmesine aracı olmaya çalışıyor."


Sergi, 10 Mayıs tarihine kadar arasında Etz Hayim Sinagogu Sanat Galerisi'nde Cumartesi günü hariç ziyarete açık olacak.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

25 Nisan 2022

Ressam Resa Irmak’In eserlerine ilgi


EBSO Vakfı Mütevelli Heyet Üye eşleri tarafından kurulan EBSOV Kadınlar Birliği, geleneksel kermesini Swissotel Büyük Efes Palmiyeli Bahçe’de düzenledi.

26 Nisan Salı günü düzenlenen Bahar kermesine birçok tanınmış firma katıldı.


Swissotel Büyük Efes Palmiyeli Bahçe’de düzenlenen Bahar kermesine katılan Ressam Resa Irmak’ın tabloları ziyaretçiler tarafından ilgi gördü. Sanatçı kermes hakkında şu ifadelere yer verdi;

“Akrilik bol boya, alt yapıda akrilik boya üzerinde oyuncak ve biblolarla çalıştığım 65 tane küçük işler eserlerimle kermese katıldım. Güzel bir etkinlik. Palmiyeli bahçede, güzel bir havada ilginin yoğun olduğu bir gün geçiriyoruz. Masalar aralıklı düzenlenmiş. Bahar kermesi ve tablolarım ziyaretçilerden ilgi görüyor” diye konuştu.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

Gülev Öğütçü; ‘Bahar Kermesine’ Bekliyorum


Bazıları eskileri sever ve bunları yaşam alanlarında görmekten mutlu olur. Özellikle damgalı antika objeler, dekoratif antika ürünler de kaliteli ve güvenli alışveriş yapmak isteyenlerin tercih ettiği Antikacı Gülev Öğütçü’den çalışmaları hakkında bilgi aldık.

Antika ürünlerini internet üzerinden ve stant açarak meraklılarıyla buluşturduğunu söyleyen Öğütçü şu ifadelere yer verdi;

‘Emekli olduktan sonra sevdiğim ve mutlu olduğum antika işi ile uğraşmaya karar verdim. Her biri ayrı tarih kokan antika üzerine porselen, limoges porselen el boyamaları, antika kaiser, yumurta kabuğu inceliğinde damgalı porselenler, opalinler, royal paris vazolar, damgalı ürünleri yeni sahiplerine ulaştırmak beni çok mutlu ediyor.
İşimi çok seviyorum. İnstagram üzerinden satış yapıyorum. Gulewww instagram hesabımda telefon numaram var. Whatshapp üzerinden de bana ulaşabilirler.
Antika objeler, antika dekorasyon ürünlerini Fransa, İtalya, Almanya’dan tedarikçilerim getiriyor ya da ben gidiyorum. Dolaşıyorum, internetten araştırıyorum ve satışa sunuyorum.

Küçük Kulüp Alyansa bekliyorum

İnternet üzerinden mezat düşünüyorum. Yakın bir zamanda bu projemi gerçekleştirmek için çalışmalarıma başlamayı düşünüyorum.

Geçmişin kokusu beni bambaşka dünyalara götürdüğü için antika işine devam ediyorum ve edeceğim. 25 Mayıs 2022 tarihinde Küçük Kulüp Alyans’ta Gündoğdu Rotary Kulübünün düzenlediği ‘Bahar Kermesi’ne saat 10.00-17.00 arası tüm antika severleri standımı ziyaret için bekliyorum’ diye konuştu.




İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

23 Nisan 2022

Seydiköy Mübadele Muhacirleri Derneği İftarda Buluştu


İzmir Seydiköy Mübadele Muhacirleri Derneği 24 Nisan Pazar günü Gaziemir ‘Öztop Ticaret’in bahçesinde iftar yemeği programı düzenledi.

İftar yemeğine, Gaziemir Belediye başkanı Halil Arda, siyasi partilerin ilçe başkanları, ilçede faaliyet gösteren derneklerin başkanları ve yüzlerce Gaziemirli vatandaşlar katıldı.


İzmir Seydiköy Mübadele Muhacirleri Derneği Ramazan ayında gerçekleştirdiği hayır işlerini Seydiköy geleneklerine uygun olarak dev kazanlarda pişirilen yemeklerden oluşan İftar ile taçlandırdı.


Dernek başkanlığını Gaziemirli iş insanı Hilmi Öztop’un yaptığı Mübadele Muhacirleri kurduğu sofra ile Gaziemirlileri bir araya topladı. “Gaziemirlileri bir sofrada buluşturmak, Ramazan ayının birleştirici özelliğini ortaya çıkarmak bizleri çok mutlu ediyor” diyen Hilmi Öztop herkesin Ramazan Bayramını da kutladı. 


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

22 Nisan 2022

Konak Metro Sanat Galerisi Hanri Benazus'un Atatürk sergisi ile açıldı


İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Konak Metro İstasyonu'nda yapımı tamamlanan sanat galerisi 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda araştırmacı-yazar Hanri Benazus'un ‘Atatürk ve Çocuk Fotoğrafları Seçkisi’nden oluşan sergi ile açıldı.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in İzmir’i kültür sanat kenti haline getirme hedefi doğrultusunda metro istasyonları yeniden ele alındı. Konak Metro İstasyonu’nun içindeki boş alan sanat galerisine dönüştürüldü. İzmir’in yeni sanat galerisi 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda yazar Hanri Benazus'un “Atatürk ve Çocuk Fotoğrafları Seçkisi”nden oluşan sergi ile açıldı. Sergideki fotoğraflar Hanri Benazus'un İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağışladığı 20 bin fotoğraf arasından seçildi. 


Açılışa İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve eşi Neptün Soyer, Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, yazar Hanri Benazus, İzmir Büyükşehir Belediyesi önceki dönem Başkan Vekili Sırrı Aydoğan, İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Nilay Kökkılınç, bürokratlar, meclis üyeleri ve sanatseverler katıldı.

“Atamızın  çocuk sevgisi bu fotoğraflarda”

Açılışta konuşan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında bir araya gelen halkın temsilcileri tam 102 yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (TBMM) kurdu. Gazi Mustafa Kemal, Türk halkının egemenliğini ilan ettiği bugünü tüm dünya çocuklarına armağan etti. Sevgili çocuklar sizlere baktığımızda Atamızdan emanet aldığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin ve ulusal egemenliğimizin teminatı olan ışık saçan gözlerinizi görüyoruz. Umudumuz olan siz çocuklarımıza demokratik, adil, eşit ve refah dolu bir ülke miras bırakmaya gayret ediyoruz. Hanri Benazus ömrünü Atamızın hiç bilinmeyen fotoğraflarını bulmaya ve biriktirmeye adadı. Bu eşsiz koleksiyondan doğan sergi Atamızın çocuklarla geçirdiği anlara ayna tutuyor. Bu fotoğrafların her biri bize Gazi Mustafa Kemal’in çocuklara duyduğu sevgi ve güveni gösteriyor” dedi.


“Benazus’a şükranlarımı sunuyorum”

Başkan Soyer ayrıca, “Bugün aynı zamanda İzmir’e Konak Metro Sanat Galerisi’ni kazandırmış olmanın mutluluğu içindeyim. Yeni galerimizin bu değerli sergiyle açılmış olması apayrı bir anlam taşıyor. 20 bin karelik Atatürk fotoğrafları arşivini belediyemize bağışlayarak bu sergiyi mümkün kılan çok sevgili Hanri Benazus’a bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Tüm dünya çocuklarının 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun” diye konuştu. 

“Tunç Başkanımızın vizyonuna yakışan bir tesis”

Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, “Bugün burada çok güzel zamanlama açısından da çok önemli bir sergi salonu açıyoruz. İzmir’e yakışan ve sevgili Tunç Başkanımızın vizyonuna yakışan bir tesis olmuş” dedi.

“İzmir için bir kültür ve sanat şehir deme günü geldi”

Ortaya İzmir’e layık bir eser çıktığını belirten Hanri Benazus ise, “Özellikle Başkanımızın İzmir’i kültür ve sanat merkezi yapma çabasında çok önemli adımlar atıldı. Her türlü fedakarlığı yaptı. Artık İzmir için bir kültür ve sanat şehri deme günü geldi” ifadelerini kullandı.

Sergi, hafta içi ve Cumartesi günleri saat 09:00- 17:30 arası pazar günleri ise saat 12:00-17:00 arasında ziyaretçilere açık olacak.


 

Modern sanat galerisi 

Konak Metro Galerisi, istasyonun Kemeraltı girişindeki bölümde 2 bin metrekarelik alanda yer alıyor.  İzmir Büyükşehir Belediyesi Yapı İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından 3 milyon 120 bin liralık yatırımla hayata geçirilen sanat galerisinde giriş holü,  depolar, vestiyer, tuvaletler, engelliler için asansörlü sistem, idari ofisler ve kafe yer alıyor.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

‘Kayıt Dışı’ resim sergisi açıldı


Ressam Emine Bıyıklı’nın ‘Kayıt Dışı’ adını verdiği kişisel resim sergisi Turgut Pura Vakfı Sanat Galerisi’nde açıldı.

Farklı malzemeleri deneyimlemek, arayışımı da sonsuzluğa sürüklüyor, diyen Ressam Emine Bıyıklı sergi hakkında şu bilgileri verdi;

“Çocuklukta oyunla başlayan bilinmeze yolculuk, yaratma arzusu, deneysel keşfedişler, insanın koskoca hayat yolunu oluştururmuş meğer. Nereye varacağını bilmediğin saf merakın, heyecanın ve bu yolda buldukların gün gelip senin bilinçli seçimine, yaşama amacına bile dönüşebilirmiş.


Burası epey bir büyü içeriyorken, yaptığın keşiflerin hayata dair önemli ipuçlarının da keşfi, seni o yolun daimi yolcusu yapıyor. Oyunların, merakın nerede başlıyor? Emeğin, hayalin nerede bitiyor? Deneyimlerin, buluşların nerelere varıyor? Tam olarak bilmediğin ve bunu çok da önemsemediğin bir nevi nefes alma biçimine dönüşebiliyor yolun. Hayatın içine birlikte uzanıyoruz. Boyumuzun yetişmediği yerlere çocukluğumuz yetişiyor.

Tuvale aktarabildiğim gidilmemiş yerler, görülmemiş bakir alanlar… Her şey yaşanmıyor bazen. Hayali ve bu sınırsız duyumsaması beni daha da özgür kılıyor. İfademi genişletiyor. Bunu seviyorum. Zihnimin bol olasılıklı yollarından yeni güzergahlar seçmek, bana bazen gerçek bir yürüyüş yolundan daha zengin duyumsamalar sunuyor.  Bazen böyle, bazen hayattan bu güzel iletişimin ve adeta sohbetin süreçlerinde üretiyorum.


Farklı malzemeleri deneyimlemek, arayışımı da sonsuzluğa sürüklüyor. Bu sonsuzluğun içinde kendi ifademi bulmaya çalışıyorum. Bu sürekli olma, gelişme, evrilme hali tuvalin karşısındaki beni de, yaşamın içindeki beni de besleyip büyütüyor. Resimlerim her ne kadar bir anı, bir oluşu, bir deneyimi kaydediyorsa da sürekli beslendiğim bu sonsuz kayıt dışı alan beni bu yolda daha fazla yürümeye yüreklendiriyor” dedi.

‘Kayıt Dışı’ resim sergisi 14 Mayıs 2022 tarihine kadar gezilebilir.

Emine Bıyıklı kimdir?

İzmir doğumlu olan Emine Bıyıklı’nın son dönem işleri soyut figüratif kompozisyonlardan oluşuyor. Karışık teknik malzeme yoğunluğunu farklı bir bakış açısıyla kullanarak, çağdaş sanat yolculuğunda izlememizi sağlıyor. Bir çok karma ve yarışmalarında eserleri sergilenen sanatçının  özel koleksiyonlarda eserleri   bulunuyor.

Sanatçı çalışmalarını halen İzmir Göztepe’de kendi atölyesinde sürdürmektedir.     


         

Kişisel sergiler

2022 Turgut Pura Vakfı Sanat Galerisi İzmir

2017 ESKİİZ TASARIM ATÖLYESİ Alsancak İZMİR Kişisel resim sergisi

2014 Ege Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf Vardar Mötbe KültürMerkezi Kişisel Resim Sergisi

2013 İzmir Türk Amerikan Derneği Kişisel Resim Sergisi

2012 İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi(Şeref Akdik Sergi Salonu)Kişisel Resim Sergisi

2012 Prof.Dr. Türkan Saylan Alsancak Kültür Sanat Merkezi Kişisel Resim Sergisi

2011 İzmir Büyük Şehir Belediyesi Çetin Emeç Sanat Galerisi Resim Sergisi

2010 Karabağlar Belediyesi (Çalıkuşu Resim Galerisi) Kişisel Resim Sergisi

2009 İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi Şeref Akdik Sergi Salonu resim sergisi

2008 Konak Belediyesi Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi Sanat Galerisi resim sergisi

Seçme Sergiler

2022 14.Uluslararası 360aşkfestivali İstanbul Concept Galeri

2021 Kapıları Aralamak Ayvalık sergisi

2021 Zamanın İzleri resim sergisi Ankara zülfü livaneli kültür merkezi

2021 Ekim Geçidi 20.yıl sergisi

2020 BAAF sanat fuarı korana günlerinde aşk resim yarışması sergileme ödülü Bodrum

2020 İstanbul consepgalleri dünyanın kapıları yarışması sergileme ödülü

2020 Turgut Pura Vakfı resim yarışması sergileme ödülü sergisi İzmir

2020 ART İST SAUNA ISTANBUL sergisi

2019 Galleri soyut Ankara küçük işler sergisi

2019 ecn art galleri İzmir karma sergisi

2018 MODA GALERİ PASAJ Karma sergisi İstanbul

2018 Dünya Sanat Günü sergisi Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi İzmir

2018 Yeni Aralık sergisi Galeri Soyut Ankara              

2017 7.Ege Art SanatGünleri karma sergisi AKM İzmir

2017 Dünya Sanat Günü aasm İzmir sergisi

2017 Atatürk Kültür Sanat ve Kongre Merkezi [Kirlet Tüket Yok et] karma sergisi

2016 35.Turgut Pura Vakfı Resim Yarışması Sergileme

2015 2. Yunus Ensari Resim Yarışması Sergileme

2015 6.Ege Art Sanat Günleri Uluslararası Genç Resim Yarışması (Dinamik Algı) sergileme

2015 T.C Kültür Bakanlığı 15.Şefik Bursalı Resim Yarışması Sergileme

2014 İstanbul Sanayi Odası İSO Sanat Galerisi Karma Sergisi

2014 Rh+artmagazin 10.Uluslararası yılın genç ressamı final  Sergisi

2014 33.Turgut Pura Vakfı Resim Yarışması Sergileme

2013 5. Uluslararası “Egeart” Sanat Fuarı

2013.5. Uluslararası “Egeart” Sanat Günleri Genç Sanat Resim Yarışması Sergileme

2012 35. DYO Resim Yarışması Sergileme

2012 1.Soroptimist (Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ) Resim Yarışması Sergileme

2012 1.İzmir Nazım Hikmet Derneği Ulusal Devlet Resim Heykel Müzesi Sergileme

 2011 30.Turgut Pura Vakfı Resim Yarışması İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi Sergileme                                                                                                                       

2010 29..Turgut Pura Vakfı Resim Yarışması İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi Sergileme

2010 Kuvayi Milliye Resim Yarışması İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi Sergileme

2009 Çanakkale Serbest Konulu resim yarışması İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi Sergisi


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

 

 

 

21 Nisan 2022

İZBALKAD Derneği’nden İftar Yemeği


İzmir Balkan Kadınları Derneği Çamdibi Çınar mahallesi Gazeteci Ziynet Sertel Parkı’nda iftar yemeği düzenlendi.

Yoğun katılımın olduğu iftar yemeğinde konuklara mercimek çorbası, et kavurma, pilav, tatlı, ayran ve portakaldan oluşan menü ikram edildi.

İzmir Balkan Kadınları Derneği’nin önderliğinde İzmir Milletvekili Atilla Sertel’in geçtiğimiz yıl yaşamını yitiren eşi Gazeteci Ziynet Sertel ve Çamdibi semtinde vefat edenler için verilen iftar yemeği’nde Atilla Sertel konuklarla tek tek ilgilendi.


İZBALKAD Derneği Başkanı Serap Çalışkan iftar programında yaptığı açılış konuşmasında, ‘Gazeteci Yazar Ziynet Sertel Parkında yaptığımız iftar yemeğimiz de Ziynet Sertel Hanımın ve ölmüşlerimizin adına üstlendiğimiz iftar organizasyonumuz da emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Bu organizasyon da yanımızda olan dostlarımız iyi ki varsınız. Allah kabul etsin inşallah’ diye konuştu.

İzmir Milletvekili Gazeteci-Yazar Atilla Sertel ise şu ifadelere yer verdi;

İftar yemeğinde eşim ve Çamdibi’nde vefat edenler için dua ettik. Yüzlerce insanın iftar yaptığı etkinliğe destek veren Milletvekili arkadaşlarım Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, Kani Beko, CHP İl Disiplin Kurulu Başkan Yardımcısı Selahattin Güzel, İyi Parti İlçe Başkanı Mustafa Tabak, Çınar Mahalle Muhtarımız Mustafa Kaplan, sivil toplum örgütlerinin başkan ve üyelerine, komşularımıza, halkımıza ve aileme ve bize her daim destek olan Bornova Belediye Başkanımız Dr. Mustafa İduğ’a teşekkür ederiz, dedi.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

20 Nisan 2022

İtalyan El Yapımı Porselen Capidemonte Dekoratif Gül Obje


Seramik insanın yaşam serüvenine sürekli tanıklık eden toprak ve ateşin adeta dans edercesine buluşmasıdır. Bu yüzden ilk deneme de bile hayalinizin gücüyle harika eserleri ortaya çıkarmanıza fırsat sunar. Çamurdan nasıl harikalar yaratıldığına Seramik Sanatçısı Dilek Üstündağ’ı atölyesinde ziyaret ederek tanık oldum.

Sanatçı Dilek Üstündağ seramik çalışmaları konusundaki deneyimlerini benimle paylaştı. Seramik atölyesi’nde önce çamuru ve ekipmanları tanıdım. Ardından şekillendirme tekniklerini öğrendim.    

Keyifli geçen saatlerin sonunda Seramik Sanatçısı Dilek Üstündağ İtalyan capodimonte dekoratif gül çalışmasını bana hediye etti. Bu güzel eseri için kendisine teşekkür ederek capodimonte dekoratif gül çalışmaları hakkında bilgi aldım.


Porselen çamurundan her biri elle şekillendirilen bisküvi pişirimi yapıldıktan sonra sırlama üzerine altın yaldız ve diğer metalik yaldız boyalarla tekrar bir pişirim yaptığını anlatan Üstündağ sözlerini şöyle sürdürdü;


‘Tek kişilik (kahve tepsi ve fincan) değişik motifler ile daha ziyade çiçek motifleri 3 boyutlu çalışıyorum. Renklendirmeyi porselenin kendine has dokusunu kaybetmeden tadında bırakmayı tercih ediyorum. İtalyan capodimonte porselenleri  beni çok etkilediği için sizin de beğeneceğinizi düşünerek günün anısına hediye ettim’ dedi.


Tamamen el yapımı olan capodimonte dekoratif gül evime bambaşka bir hava kattı. Şık görünümünün yanında zarif ve estetik yapısı farklı ve kalıcı hediyesi için Sanatçı Dilek Üstündağ’a çok teşekkür ederim.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

19 Nisan 2022

Gökmen, Hedef En Sevdiğimiz Kelimedir


Türkiye’nin ilk üç firması arasında yer alan Bambi Yatak İzmir’de düzenlenen iftar yemeğinde basın mensuplarıyla bir araya geldi.

Temelleri İzmir’in Karabağlar semtinde atılan, kendi sektöründeki üretim ve ihracat rakamları ile Türkiye’nin ilk üç firması arasında yer alan Bambi Yatak’ın Yönetim Kurulu Üyesi Emre Gökmen, İzmir’de düzenlenen iftar yemeğinde basın mensuplarıyla bir araya geldi. Firmanın global markaya dönüş hikayesi ve 2022 hedefleri hakkında bilgi veren Gökmen, iç piyasada yüzde 40, ihracat tarafında ise minimum yüzde 50 büyümeyi amaçladıklarını söyledi.


Dünyaya, İzmir’den hakim olacağız

İzmirli olduklarını, Karabağlar’da 100 metrekarelik küçük bir atölyede ticaret hayatına başlayıp, bugün 70 bin metrekarelik dev bir tesis haline geldiklerini söyleyen Gökmen, “Torbalı’da bin kişiye istihdam sağlayan, günlük 3 bin yatak üreten, dünyanın her bir noktasına, özel, nitelikli ürünlerini, ‘Türkler de yapabiliyor’ dedikleri ürünleri yapan, kendini kanıtlayan ispat eden bir firmanın temsilcileri olmanın gururunu yaşıyoruz. Bambi Yatak an itibariyle Türkiye’nin 81 ilinde 600 farklı noktada hizmet vermektedir. 20 farklı ülkede de 200 farklı satış noktasıyla, global marka olma yolunda da emin adımlarla ilerlemektedir. Tabi ki yolumuz çok meşakkatli zor bir yolculuktu ama biz her gün öğreniyoruz, her gün gelişiyoruz. Bunun heyecanını ilk gün nasıl yaşıyorsak, bugün de aynı heyecanla devam ediyoruz. Ege’de büyük firma olmak zordur bazen. Genellikle İstanbul’da ya da Anadolu’da yerleşmiş firmalar vardır ama biz dünyaya Ege’den hakim olmak istiyoruz. O yüzden Ege’den daha gür bir sesle, sesimizi daha fazla çıkarmak istiyoruz. İnovatif çalışmalarımızla hep ilklere imza atmak istiyoruz” dedi.

Kendi sektörlerinde şampiyonlar ligine çıkmanın zor olduğuna vurgu yapan Gökmen, “Ama biz bu basamakları çok hızlı kat ettik çünkü kimsenin yapmadığını yapmaya çalıştık ve yaptık. Kimsenin söylemediğini söylemeye çalıştık ve söyledik. Yatak sektörüne farklı bir boyut getirdik. İnsanların uyku konforunu üstü seviyeye basıl çıkarırız? Tüm ekibimizin tek derdi bu oldu. Sadece ürün satıp para kazanmak değil, uyku konforu ya da kaliteli yatak deyince Bambi’yi akıllara getirebilecek bir iş yapmak istedik ve yaptığımıza da inanıyoruz. Hem yurt içinde hem de yurt dışında yaptığımız ürünlerle gerçekte büyük imzalar atıyoruz” diye konuştu.


Dünyada ilk defa kumlu yatağı Bambi üretti

Bambi Yatak’ın dünyada birçok ilki gerçekleştirdiğini dile getiren Gökmen, “Dünyada ilk defa kumlu yatağı yapan firma Bambi. İlk defa bor mineralini yatağa entegre eden ve alerjileri yüzde 100’e yakın yok eden bir firmayız. Ekvator bölgesinden kapok bitkisini keşfedip, bunu yatağa entegre ederek, kaliteli uyku konforunu yükseklere taşımak isteyen ve bunu çok fazlasıyla başaran, ürün gamıyla hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük bir taleple karşılaşan bir firmayız. Ar-Ge çalışmalarıyla da kendimizi geliştirmeye, ‘Bambim var benim’ dedirtmeye de devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Hedefler büyüdü

Bambi Yatak olarak her yıl minimum yüzde 50 büyüme hedefiyle yola çıktıklarını ve bu hedeflerini fazlasıyla başardıklarını söyleyen Gökmen, “Geçtiğimiz yıl iç piyasada yüzde 40 büyüme, ihracat tarafında da yüzde 60’lık büyümeyle, hedeflerimizin önünde ilerledik. Bu sene de aynı şekilde yüzde 40’lık büyüme hedefimiz. İhracat tarafında da minimum yüzde 50 büyümeyi hedefliyoruz. Haftada 6 mağaza açıyoruz. 2022 yılını da 700 mağazayla kapatmayı hedefliyoruz. Hedef en sevdiğimiz kelimedir, onu geçmeyi daha da çok seviyoruz” dedi.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

18 Nisan 2022

İyi Partili Avukatlar İftarda Buluştu


İYİ Parti İzmir İl Teşkilatı, Ramazan ayı dolayısıyla İYİ Parti üyesi avukatların yer aldığı iftar programında bir araya geldi.

Bayraklı İlçesi My Plaza İş Merkezi’nde düzenlenen iftar programına İYİ partili avukatlar ve İYİ Parti İzmir İl teşkilatı katıldı.

İYİ Parti İzmir İl Başkanlığı tarafından organize edilen iftar programında İzmir Milletvekili ve TBMM Başkan Vekili Müsavat Dervişoğlu, İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı ve İzmir Milletvekili Aytun Çıray ve İYİ Parti İzmir İl Başkanı Hüsmen Kırkpınar açıklamalarda bulundu.


İYİ Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, hukukun önemine dikkat çekerek, "Adalet müessesesinin zedelenmesi halinde o toplumda zedelenmemiş hiçbir müessese kalmaz." dedi.

Müsavat Dervişoğlu, iftarın ardından yaptığı konuşmada, çok sayıda hukukçuyla bir araya gelmekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, bu anlamda geleceğe dönük umutlarının yeşerdiğini ifade etti.


Hükümetin hukuk politikalarını eleştiren Dervişoğlu, şunları kaydetti:

"Beni ilgilendiren sizin avukatlık kimliğinizden daha önemli, hukukçu kimliğiniz. Çünkü Türkiye'nin bugün en fazla ihtiyaç duyduğu şey hukuk ve adalet. Doğru hukukçu olmazsa adaleti doğru bir biçimde tesis etmekte zorlanırsınız, o zaman doğal olarak insanlar kendi adaletlerini, kendi hesaplarına göre düzenlemek isterler ki, o da en büyük adaletsizliği beraberinde getirir. Bunun yanında bir de adalet müessesesinin zedelenmesi halinde o toplumda zedelenmemiş hiçbir müessese kalmaz."

Aytun Çıray ise avukatların sorunlarına dikkat çekerek, iktidara gelmeleri durumunda bu konulara da çözüm üreteceklerini dile getirdi.


Konuşmaların ardından Dervişoğlu ve Çıray, partiye üye olan avukatlara rozetlerini taktı.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

16 Nisan 2022

 


‘Dört Seri Bir Sergi’ sanatseverleri ağırlamaya devam ediyor

Sanatçı-yazar Nuri Aslan’ın ''Dört Seri Bir Sergi'' adını taşıyan resim sergisi Kültürpark Atlas Pavyonu'nda sanatseverleri ağırlamaya devam ediyor.

''Dört Seri Bir Sergi'' adından da anlaşılacağı gibi dört seriden oluşuyor. Sanatçının yaklaşık 30 yıllık çalışmalarından seçkiler yaparak oluşturduğu bu sergideki resimler akrilik tekniğiyle çalışılmış. ''Mitolojik İzdüşümler'', ''Doğadan Dokular'', ''KoronART '', ''Yer ve Gök'' olarak adlandırdığı çalışmalarını izleyiciye bir bütünlük içinde sunan Nuri Aslan aynı zamanda kendi sanat serüveninin bir panoramasını da sunmaktadır. Sanatçı, kendine özgü teknik deneyimlerle doğayı, kozmosu, tarihi ve toplumsal sorunları görsel dilin olanaklarını kullanarak yorumlamaya çalışmıştır.


Aslan, "Mitolojik ĺzdüşümler Serisi"nde toplumların tarihinde önemli bir yere sahip olan mitolojik öğeleri günümüzün popüler sembolleriyle iç içe kullanarak güncelleme denemeleri yapmıştır. Doğadan esinlenerek oluşturduğu  "Doğadan Dokular" serisinde ekolojik sorunların yaşandığı günümüz dünyasında farkındalık yaratma adına doğayı kutsayan bir resim serisi oluşturmuştur. ‘Yer ve Gök Serisi’nde, bilinmez mistik bir uzam şeklinde bizi saran uzayda yüzen gezegen ve yıldızlara dair ütopik kurgular içeren çalışmalar yapmıştır. ‘KoronArt Serisi’nde ise gözle görülmeyen bir varlığın yaratmış olduğu toplumsal travmalara şahit olduğuna dair bir görsel anlatım serisini geleceğe bırakmak istemiştir. Tıpkı Albert Camus'un büyük can kayıplarına neden olan ve toplumsal travmalar yaratan Veba salgınını "Veba" adlı eserini yazarak bize bırakması gibi...

Sanatçının çalışmaları kendi deyimiyle ne "sanat sanat içindir" şeklinde zorlama bir yaklaşımı, ne de direkt anlatımcı bir afişselliği içermektedir. Bunların tersine onun çalışmaları hem estetik, hem de dış dünyaya, doğaya ve toplumsal sorunlara duyarlılık temelinde bir yaklaşım içermektedirler. Dolayısıyla Aslan’ın sergisi görülmeye değer.


Sanatçı ‘Mitolojik İzdüşümler’ serisi hakkında şu ifadelere yer verdi;

Çalışmalarımda görülen sembol ve şekiller kendilerine özgü anlamlar taşımakla birlikte, aynı zamanda resimlerimin anlam bütünlüğünü oluşturan birer görsel öge durumundadırlar.  Bu bağlamda resim dilinin temel elemanlarından olan renk-çizgi-biçim olgularını kullanarak yalın görsel bir dil oluşturma arayışımı sürdürüyorum.

Nesnel dünyaya bakışımı öznel yaratılarıma aktarırken, her nesnenin aynı zamanda tinsel bir varlık olabileceğine inanırım. Dolayısıyla bir varlık olarak insan, kendi tarihsel sürecinde tinsellikle nesnelliğin birlikteliğinden oluşan inancını da günümüze kadar taşıya gelmiştir. İnsan topluluklarının geçmişten bu yana yaratmış oldukları yaşam kültürünün günümüze aktarılmasında büyük önem taşıyan sembol, şekil ve yazıtlara resimlerimde yer vermemin sebebi günümüzle geçmiş arasında bir bağlantı kurma çabasına dayanır. Özellikle yaşadığımız toprakların mitolojik geçmişi benim için büyük bir heyecan kaynağı olmaktadır.


Son on beş yıldır böylesi bir konsept üzerine resimlerimi üretmekteyim. Bunu yaparken olmuş bitmiş bir düşünceyi tuvale aktarmaktansa, arayışlarımı hep taze tutmayı yeğledim. Genel anlamda dünya sanat tarihine mal olmuş Klasizm, Romantizm, Empresyonizm, Expresyonizm, Realizm, Sürrealizm, Kübizm, Modernizm, Postmodernizm gibi büyük akımlar ve benzer ara akımları elbette tarihsel değerler olarak görmekteyim. Lakin özgünlüğe olan tutkumdan dolayı hiçbirine hapsolmayı düşünmedim. Bu akımların anayurdu olan Avrupa 'da uzun yıllar yaşamış olmama rağmen tutkularımı değiştirecek radikal bir değişim yaşamadım. Ve belki de arayışlarım hapsolmamayı öğretti bana. Doğup büyüdüğüm coğrafyanın tarihsel derinliklerine indikçe üretimlerimi besleyecek çokça kaynağın olduğunu kavradım. Bu nedenle modern dünyanın abartılarından uzak durdum. Bunun kimilerince evrensel olmaktan uzaklaşmak olarak adlandırılacağını tahmin etmeme rağmen, gerçek evrenselliğin köklerimize inmekten geçtiğine inanıyorum. İşte Anadolu ve Mezopotamya mitolojisine ısrarla sarılmamın ve resimlerimde onu güncellememin nedeni budur.

Aslan sergi hakkında sözlerini şöyle sürdürdü;

Tarih boyunca sanatçılar, filozoflar  ‘Gerçek’ kavramını tartışırlarken; aynı zamanda doğanın nesnel ve ruhsal boyutuna ilişkin bakış açılarını da ortaya koymuşlardır.  Dolayısıyla; Onların bu yönlü eylem ve üretimleri çeşitli isimler alarak günümüze kadar gelinmiştir. Materyalist ve idealist biçiminde iki ayrı şemsiye altında oluşan felsefi disiplinler her alanda olduğu gibi sanatı da etkilemiştir. Buna bağlı olarak öznel ve nesnel tanımlamaları altında sanatın felsefeye eşlik ettiğini tarihsel akış içinde görebiliriz. Görünüşte derin farklılıklar içermiş olsalar bile; öz itibariyle en materyalist yaklaşımdan en metafizik yakalaşıma veya en nesnelden en öznele kadar olan felsefi ve sanatsal düşüncelerin çıkış noktası doğanın kendisidir. Yani daha anlaşılır şekliyle; ne soyut dediğimiz şeyler abartıldığı kadarıyla doğadan kopuk; ne de realist dediğimiz yaklaşım pür bir gerçeği ifade eder.

Sanat adına bize sunulan (Realist,Sürrealist, Soyut, Soyutlama) gibi kalıplardan yola çıkarak bir sanat eserini değerlendirme yerine; o kalıpların dışına çıkarak  bunu yapmayı denemekte yarar vardır. Belki  ‘gerçek’  kavramına daha geniş bir ufuktan bakma imkanını yakalamış oluruz. Örneğin soyut resim, alışılagelmiş şekliyle; doğada veya nesnel dünyada karşılığı olmayan şeyleri kullanarak bilinçaltının dışavurumu diye tanımlanır. Oysa doğanın bir parçası olan insandaki bilinçaltının kaynağı yine doğadır. Dışavurum ise; yaşanmış bir hayat boyunca insanda şekillenen ruhsal durumun açığa çıkmasıdır. İnsanın yaşam mekanı geniş anlamda doğa olduğuna göre, onun yaptığı bütün eylemler dolaylı ya da dolaysız o mekanla ilintilidir.


Genellikle, soyut dediğimiz resimlere bakarken; bize sunulan kalıplar veya bilincimizin sınırları ölçüsünde onlara çeşitli anlamlar yüklemeye çalışırız. Ve alışkanlık gereği o resimlerde bir takım karşılıklar arama yolunu seçeriz. Bunda haklılık payı vardır çünkü: Her resimde kullanılan renklerin, çizgilerin, biçimlerin rastlantısal olsa bile doğada bir karşılığı vardır. Zaten karşılığı ve kaynağı olmayan resimler yapıyorum demek,  dürüst olmamanın dışında, ayrıca bir zorlamadır diye düşünüyorum. Beni bu kanıya götüren tek şey doğadır. Onu ister makro; ister mikro düzeyde incelediğimizde resim adına aradığımız her şeyi bulacağımızı pratik içerisinde öğrendiğimi söyleyebilirim:  Yaşamımın önemli bir bölümünü (özellikle çocukluk ve gençlik dönemi) köyümde geçirmiş biri olarak, doğal mekanların en bilinenlerinden kayalar, vadiler, ağaçlar, dereler, taşlar, tepeler, dağlar, ormanlar, patikalar v.s. ve onların renkleri, dokuları hayatımda önemli etkiler bırakmışlardır. Ve hala öyle... Otuz yıllık resim hayatımda kimi zaman dolaylı;  kimi zaman direkt olarak beslendiğim kaynak bu saydıklarımın toplamından oluşan doğaydı aslında. Başka bir deyişle çocukluktan beri buradan etkilenerek edindiğim birikimi resim diliyle dışa vuruyorum denebilir. Daha başlarda yaptığım Mitolojik temalı resimlerimin temelinde de yine aynı etkilerden söz edilebilir. Rengiyle, dokusuyla, biçimlenişiyle ressamları kıskandıracak şeyler barındıran bir doğayı kastediyorum. Öyle bir kaynaktır ki sayısız resim serileriyle bitecek gibi değil. Son resimlerimde tamamıyla bu kaynaktan beslendiğimi söyleyebilirim. İşte  ‘Doğadan Dokular ‘ diye adlandırdığım resim serisi buradan çıktı ve daha heyacan verici şekilde devam edecek diye düşünüyorum. Resimlerimde göze çarpan dokular kalıpsal anlamıyla soyut diye adlandırılabilir ancak asıl belirtmek istediğim şey soyuta karşı olmak ya da olmamak değildir. Burada dışavurum ve soyut kavramlarına yaslanıp üstün yaratıcılık söylemlerini geliştirenlere basit bir tavsiyem var: Yaptığınız resimleri aslında doğa çoktan yapmıştır ve yapmakta. Sizlerin yapması gereken; olanı görüp estetik hazlarınıza uygun biçimde tuvale yansıtmaktır. Yaratıcılığınız asıl buradan başlar. Ve tabii arayışlarınızı da anlamlı kılacak olan yol buradan geçer.

Örneğin bir Jackson Pollok resmi dokusal bağlamda ne kadar uzak olabilir ki doğaya... Soyut ekspresyonist tarzda yapılan resimlerin renk ve dokusal bağlamda karşılığının olduğunu doğayı ressam gözüyle incelediğinizde mutlaka görürsünüz. Buradan hareketle en gerçekçi dediğimiz Rönesans, Barok’ tan günümüzün en soyut dediğimiz renk ve amorf ögelerden oluşan yüzey boyamalarına kadar tek bir gerçek vardır: O da düşünce fırtınası yaratan eserler ortaya çıkarmak olmuştur. Bu gerçeğin farklı yöntem ve dillerle anlatılagelmesi ise işin asıl heyecan verici yanıdır. Zaten böyle olmasaydı tarihsel bir anlamı olmazdı sanatın. Sonuç olarak doğayı fotoğrafik düzeyde tuvale yansıtarak gerçeği yansıtıyorum diyen sanatçıyla, salt renk kombinasyonlarıyla oluşturduğu kompozisyonlarda bilinçaltını ortaya çıkardığını varsaydığımız sanatçı aslında aynı şeyi yapıyor. Farklı olan tek şey anlatım biçimidir.

Dört Seri Bir Sergisi 29 Mayısa kadar Atlas Pavyonu 2 no’lu sanat galerisinde ziyaret edilebilir.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT