‘Dört Seri Bir Sergi’ sanatseverleri ağırlamaya devam ediyor
Sanatçı-yazar Nuri Aslan’ın ''Dört Seri Bir Sergi'' adını
taşıyan resim sergisi Kültürpark Atlas Pavyonu'nda sanatseverleri ağırlamaya
devam ediyor.
''Dört Seri Bir Sergi'' adından da anlaşılacağı gibi dört seriden oluşuyor. Sanatçının yaklaşık 30 yıllık çalışmalarından seçkiler yaparak oluşturduğu bu sergideki resimler akrilik tekniğiyle çalışılmış. ''Mitolojik İzdüşümler'', ''Doğadan Dokular'', ''KoronART '', ''Yer ve Gök'' olarak adlandırdığı çalışmalarını izleyiciye bir bütünlük içinde sunan Nuri Aslan aynı zamanda kendi sanat serüveninin bir panoramasını da sunmaktadır. Sanatçı, kendine özgü teknik deneyimlerle doğayı, kozmosu, tarihi ve toplumsal sorunları görsel dilin olanaklarını kullanarak yorumlamaya çalışmıştır.
Aslan, "Mitolojik ĺzdüşümler Serisi"nde
toplumların tarihinde önemli bir yere sahip olan mitolojik öğeleri günümüzün
popüler sembolleriyle iç içe kullanarak güncelleme denemeleri yapmıştır.
Doğadan esinlenerek oluşturduğu
"Doğadan Dokular" serisinde ekolojik sorunların yaşandığı
günümüz dünyasında farkındalık yaratma adına doğayı kutsayan bir resim serisi
oluşturmuştur. ‘Yer ve Gök Serisi’nde, bilinmez mistik bir uzam şeklinde bizi
saran uzayda yüzen gezegen ve yıldızlara dair ütopik kurgular içeren çalışmalar
yapmıştır. ‘KoronArt Serisi’nde ise gözle görülmeyen bir varlığın yaratmış
olduğu toplumsal travmalara şahit olduğuna dair bir görsel anlatım serisini
geleceğe bırakmak istemiştir. Tıpkı Albert Camus'un büyük can kayıplarına neden
olan ve toplumsal travmalar yaratan Veba salgınını "Veba" adlı
eserini yazarak bize bırakması gibi...
Sanatçının çalışmaları kendi deyimiyle ne "sanat sanat içindir" şeklinde zorlama bir yaklaşımı, ne de direkt anlatımcı bir afişselliği içermektedir. Bunların tersine onun çalışmaları hem estetik, hem de dış dünyaya, doğaya ve toplumsal sorunlara duyarlılık temelinde bir yaklaşım içermektedirler. Dolayısıyla Aslan’ın sergisi görülmeye değer.
Sanatçı ‘Mitolojik İzdüşümler’ serisi hakkında şu ifadelere
yer verdi;
Çalışmalarımda görülen sembol ve şekiller kendilerine özgü
anlamlar taşımakla birlikte, aynı zamanda resimlerimin anlam bütünlüğünü
oluşturan birer görsel öge durumundadırlar.
Bu bağlamda resim dilinin temel elemanlarından olan renk-çizgi-biçim
olgularını kullanarak yalın görsel bir dil oluşturma arayışımı sürdürüyorum.
Nesnel dünyaya bakışımı öznel yaratılarıma aktarırken, her nesnenin aynı zamanda tinsel bir varlık olabileceğine inanırım. Dolayısıyla bir varlık olarak insan, kendi tarihsel sürecinde tinsellikle nesnelliğin birlikteliğinden oluşan inancını da günümüze kadar taşıya gelmiştir. İnsan topluluklarının geçmişten bu yana yaratmış oldukları yaşam kültürünün günümüze aktarılmasında büyük önem taşıyan sembol, şekil ve yazıtlara resimlerimde yer vermemin sebebi günümüzle geçmiş arasında bir bağlantı kurma çabasına dayanır. Özellikle yaşadığımız toprakların mitolojik geçmişi benim için büyük bir heyecan kaynağı olmaktadır.
Son on beş yıldır böylesi bir konsept üzerine resimlerimi üretmekteyim.
Bunu yaparken olmuş bitmiş bir düşünceyi tuvale aktarmaktansa, arayışlarımı hep
taze tutmayı yeğledim. Genel anlamda dünya sanat tarihine mal olmuş Klasizm,
Romantizm, Empresyonizm, Expresyonizm, Realizm, Sürrealizm, Kübizm, Modernizm,
Postmodernizm gibi büyük akımlar ve benzer ara akımları elbette tarihsel
değerler olarak görmekteyim. Lakin özgünlüğe olan tutkumdan dolayı hiçbirine
hapsolmayı düşünmedim. Bu akımların anayurdu olan Avrupa 'da uzun yıllar
yaşamış olmama rağmen tutkularımı değiştirecek radikal bir değişim yaşamadım.
Ve belki de arayışlarım hapsolmamayı öğretti bana. Doğup büyüdüğüm coğrafyanın
tarihsel derinliklerine indikçe üretimlerimi besleyecek çokça kaynağın olduğunu
kavradım. Bu nedenle modern dünyanın abartılarından uzak durdum. Bunun
kimilerince evrensel olmaktan uzaklaşmak olarak adlandırılacağını tahmin etmeme
rağmen, gerçek evrenselliğin köklerimize inmekten geçtiğine inanıyorum. İşte
Anadolu ve Mezopotamya mitolojisine ısrarla sarılmamın ve resimlerimde onu
güncellememin nedeni budur.
Aslan sergi hakkında sözlerini şöyle sürdürdü;
Tarih boyunca sanatçılar, filozoflar ‘Gerçek’ kavramını tartışırlarken; aynı
zamanda doğanın nesnel ve ruhsal boyutuna ilişkin bakış açılarını da ortaya
koymuşlardır. Dolayısıyla; Onların bu
yönlü eylem ve üretimleri çeşitli isimler alarak günümüze kadar gelinmiştir.
Materyalist ve idealist biçiminde iki ayrı şemsiye altında oluşan felsefi
disiplinler her alanda olduğu gibi sanatı da etkilemiştir. Buna bağlı olarak
öznel ve nesnel tanımlamaları altında sanatın felsefeye eşlik ettiğini tarihsel
akış içinde görebiliriz. Görünüşte derin farklılıklar içermiş olsalar bile; öz
itibariyle en materyalist yaklaşımdan en metafizik yakalaşıma veya en nesnelden
en öznele kadar olan felsefi ve sanatsal düşüncelerin çıkış noktası doğanın
kendisidir. Yani daha anlaşılır şekliyle; ne soyut dediğimiz şeyler abartıldığı
kadarıyla doğadan kopuk; ne de realist dediğimiz yaklaşım pür bir gerçeği ifade
eder.
Sanat adına bize sunulan (Realist,Sürrealist, Soyut, Soyutlama) gibi kalıplardan yola çıkarak bir sanat eserini değerlendirme yerine; o kalıpların dışına çıkarak bunu yapmayı denemekte yarar vardır. Belki ‘gerçek’ kavramına daha geniş bir ufuktan bakma imkanını yakalamış oluruz. Örneğin soyut resim, alışılagelmiş şekliyle; doğada veya nesnel dünyada karşılığı olmayan şeyleri kullanarak bilinçaltının dışavurumu diye tanımlanır. Oysa doğanın bir parçası olan insandaki bilinçaltının kaynağı yine doğadır. Dışavurum ise; yaşanmış bir hayat boyunca insanda şekillenen ruhsal durumun açığa çıkmasıdır. İnsanın yaşam mekanı geniş anlamda doğa olduğuna göre, onun yaptığı bütün eylemler dolaylı ya da dolaysız o mekanla ilintilidir.
Genellikle, soyut dediğimiz resimlere bakarken; bize sunulan
kalıplar veya bilincimizin sınırları ölçüsünde onlara çeşitli anlamlar
yüklemeye çalışırız. Ve alışkanlık gereği o resimlerde bir takım karşılıklar
arama yolunu seçeriz. Bunda haklılık payı vardır çünkü: Her resimde kullanılan
renklerin, çizgilerin, biçimlerin rastlantısal olsa bile doğada bir karşılığı
vardır. Zaten karşılığı ve kaynağı olmayan resimler yapıyorum demek, dürüst olmamanın dışında, ayrıca bir
zorlamadır diye düşünüyorum. Beni bu kanıya götüren tek şey doğadır. Onu ister
makro; ister mikro düzeyde incelediğimizde resim adına aradığımız her şeyi
bulacağımızı pratik içerisinde öğrendiğimi söyleyebilirim: Yaşamımın önemli bir bölümünü (özellikle
çocukluk ve gençlik dönemi) köyümde geçirmiş biri olarak, doğal mekanların en
bilinenlerinden kayalar, vadiler, ağaçlar, dereler, taşlar, tepeler, dağlar,
ormanlar, patikalar v.s. ve onların renkleri, dokuları hayatımda önemli etkiler
bırakmışlardır. Ve hala öyle... Otuz yıllık resim hayatımda kimi zaman
dolaylı; kimi zaman direkt olarak
beslendiğim kaynak bu saydıklarımın toplamından oluşan doğaydı aslında. Başka
bir deyişle çocukluktan beri buradan etkilenerek edindiğim birikimi resim
diliyle dışa vuruyorum denebilir. Daha başlarda yaptığım Mitolojik temalı
resimlerimin temelinde de yine aynı etkilerden söz edilebilir. Rengiyle, dokusuyla,
biçimlenişiyle ressamları kıskandıracak şeyler barındıran bir doğayı
kastediyorum. Öyle bir kaynaktır ki sayısız resim serileriyle bitecek gibi
değil. Son resimlerimde tamamıyla bu kaynaktan beslendiğimi söyleyebilirim.
İşte ‘Doğadan Dokular ‘ diye
adlandırdığım resim serisi buradan çıktı ve daha heyacan verici şekilde devam
edecek diye düşünüyorum. Resimlerimde göze çarpan dokular kalıpsal anlamıyla
soyut diye adlandırılabilir ancak asıl belirtmek istediğim şey soyuta karşı
olmak ya da olmamak değildir. Burada dışavurum ve soyut kavramlarına yaslanıp
üstün yaratıcılık söylemlerini geliştirenlere basit bir tavsiyem var:
Yaptığınız resimleri aslında doğa çoktan yapmıştır ve yapmakta. Sizlerin
yapması gereken; olanı görüp estetik hazlarınıza uygun biçimde tuvale
yansıtmaktır. Yaratıcılığınız asıl buradan başlar. Ve tabii arayışlarınızı da
anlamlı kılacak olan yol buradan geçer.
Örneğin bir Jackson Pollok resmi dokusal bağlamda ne kadar
uzak olabilir ki doğaya... Soyut ekspresyonist tarzda yapılan resimlerin renk
ve dokusal bağlamda karşılığının olduğunu doğayı ressam gözüyle incelediğinizde
mutlaka görürsünüz. Buradan hareketle en gerçekçi dediğimiz Rönesans, Barok’
tan günümüzün en soyut dediğimiz renk ve amorf ögelerden oluşan yüzey
boyamalarına kadar tek bir gerçek vardır: O da düşünce fırtınası yaratan
eserler ortaya çıkarmak olmuştur. Bu gerçeğin farklı yöntem ve dillerle
anlatılagelmesi ise işin asıl heyecan verici yanıdır. Zaten böyle olmasaydı
tarihsel bir anlamı olmazdı sanatın. Sonuç olarak doğayı fotoğrafik düzeyde
tuvale yansıtarak gerçeği yansıtıyorum diyen sanatçıyla, salt renk
kombinasyonlarıyla oluşturduğu kompozisyonlarda bilinçaltını ortaya çıkardığını
varsaydığımız sanatçı aslında aynı şeyi yapıyor. Farklı olan tek şey anlatım
biçimidir.
Dört Seri Bir Sergisi 29 Mayısa kadar Atlas Pavyonu 2 no’lu
sanat galerisinde ziyaret edilebilir.
İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder