23 Aralık 2021

Gerçek Bir Yaşam Öyküsü; Albümdeki Mucize

 


Bir babanın vasiyeti üzerine kaleme alınmış gerçek bir yaşam öyküsü Albümdeki Mucize. Albümdeki Mucize kitabının yazarı Aysu Kumbaracı Günay aynı zamanda resim sanatıyla da ilgileniyor. Sanatçıyı ziyaret ettiğim evinde kendi resimleri ve sanatçı dostlarının resimlerini sergilemiş. Sanat kokan evinde Aysu Kumbaracı Günay ile ilk kitabı hakkında merak edilenleri konuştuk.

Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatır mısınız?

Babam son krizini atlatıp eve geldiğinde, odasında gözünden bile kıskandığı, hatıralarını toplayıp sakladığı ve her şeyden çok önem verdiği albümü, yırtıp yerlere saçmıştı. Çocukluğumuzdan başlayan fotoğraflar, ailemiz büyüdükçe çoğaldığı için, ince albüm siyah sayfa ilave edilerek kalınlaşmıştı. Her yırttığı sayfada ruhu bir kıyıdan ötekine gitmiş derin yaralar almış olmalıydı. Bizim hayat hikayemiz de bu fotoğraflarda saklıydı.


Babam bu olaydan sonra yanıma geldi. Kızım dedi, ben yolun sonuna geldim. Çok güzel bir geçmişimiz var. İyi bir hayat sürdük. Hayatımızdaki ders verici olayların, yaşadığımız güzel anıların bir kitap haline getirilmesini istiyorum.

Babama o gün kitap yazacağıma dair söz verdim. Yazdıklarım bir roman gibi değil, yaşantımda iz bırakan olayları sıraladığım bir günlük. Geçmişi önce babamdan dinledim. Babamı kaybettikten sonra annem kitabımın oluşumunda çok yardımcı oldu. Annem anlattı ben düne dönük ne varsa araştırdım ve yazdım.

Nasıl çalışmalar yaptınız?

Atatürk’ün Nutuk kitabından tarihimizi anlatan birçok kitap okudum. Notlar aldım. Anne ve babamı anlattıklarıyla tarihin içinde bir aile olduğumuzu biliyordum. Çok fazla kitap okudum ve büyüklerimizden anılarımızı dinledim.

Kitabınızı ne kadar sürede yazdınız?

15 yıl sürdü. Gece gündüz hep okudum. Çok araştırdım. Kitabımı yazmaya başlamadan önce sürekli okudum, anne ve babamdan anlattıklarını dinledim. Daha sonra yazmaya başladım.

Kitabı hazırlarken geçmiş yıllarda yaşadığınız ilginç olaylar da gün yüzüne çıkmıştır diye düşünüyorum. Bu anılardan birini bizimle paylaşır mısınız?

Seneler sonra kendi hayatımı yazarken başrolü ben üstlendim. Ne kadar hassas bir durum olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Sekiz çocuklu bir ailenin en büyük kızıydım. Çocukluk günlerimin gözlerimin önünden gitmeyen görüntüsü de yemek saati geldiğinde, yemek masasının çevresinde gönüllü olarak oluşturduğumuz arılar ordusu görüntüsüdür. Yaşantımızdaki külleri eşeledikçe neler çıktı altından neler.. Ailemin iz bırakan olaylarını sırasıyla yazdım. Yazdıklarımın hepsi benim için çok ilginç ve değerlidir.

Babaannenizin size anlattığı Çanakkale Savaşı’nın başladığı yılları anlatan bölümden bahseder misiniz?

Babaannem Zehra o günleri anlatırken vücudumdan soğuk terler boşanıyor diyordu. 11 Ekim 1914 gecesi davul sesiyle uyandık diye başladı anlatmaya.


“Davul çalıyor, hayırlara vesile olur İnşallah” dedi. Ses yaklaştıkça içimizdeki sıkıntı da artıyordu. Bekçi baba sokaktaki gaz lambasının altında durdu. Davudi bir sesle bağırmaya başladı. Duyduk duymadık demeyin (Hicri yıl 1880-1840) yılları arasında doğanlar 48 saat içinde askerlik dairesine başvuracaklardır. Hepimiz kapıyı açıp dışarı çıktık. Babam, bu ne demek? Dedi. Ne demek olacak, savaş demek. Memleket savaşa girdi beyim.

29 Temmuz 1914 tarihli İlk Adım Gazetesi, İlan-ı Harp başlığıyla çıktı. Bu Birinci Dünya Savaşının resmen başladığını ilan ediyordu. 11 Ekim 1914 Sultan Mehmet Reşad Cihan-ı Ekber ilan ediyordu.

Tarihimize 195’liler olarak geçen 195 kahramanımızın en genci 17, en kıdemlisi 22 yaşındadır. Tümü öğrenci olan orta ve lise öğrencileri, bir bölümü ise öğrenimlerini İstanbul Darülfünun da sürdürmektedir. Olağanüstü vatanseverlikleri ve kahramanlıkları dışında onların ortak özelliği tümünün “maksubeli” oluşudur. Maksubeli sözcüğü yerine bu gün “Tescilli” sözcüğü kullanılmaktadır. Yasalara göre öğrenci olan ve bu sebeple askere alınmayan bu gençler kimliklerini saklayarak askerlik şubesine başvururlar.

Ağabeyim Hayri Kumbaracı da bu grubun içindedir. Büyük abim Fevzi Kumbaracı da Askerlik şubesine başvurmuş. Şimdilik aynı aileden bir gönüllü yeter demişler.

Yıl 1915, babam öleli neredeyse bir yıl oluyordu. Hayri ağabeyi’mden bir haber alamıyorduk. Annemle ben sık sık askerli dairesine uğruyor bir netice alamadan geri dönüyorduk. Üzgünüz, böyle bir bilgi şimdilik elimize geçmedi. Biz sizi daha sonra ararız. Sağ mı, ölü mü belirsiz. Bu belirsizlik bizi kahrediyordu. Annem göz pınarlarında biriken yaşlarını göstermemek için başını yukarı kaldırarak cesur görünmeye çalışırdı. Ama ağabeyim yaşıyordu. Bunu bütün kalbiyle hissediyordu annem”.

Bu bölüm kitabımda yazdığım Çanakkale anılarımızın bir bölümü. Okuyucularım kitabımda Çanakkale anılarımızın daha fazlasını bulabilecektir.

8 yaşında ilk orucunuzu tuttuğunuz ve neler yaşadığınıza dair güzel bir anınız var. Bu anınızı okuyucularımızla da paylaşır mısınız?

Evet, çok hoş bir anıydı. Bu bölümü de kitabımdan paylaşarak okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

“Ramazan’ın bahara rasgeldiği bir Pazar günü, Verda evlerinin arka bahçesinde yaş günü partisi verdi. Mahalleden ve okuldan birçok arkadaşı, akrabaları, aile dostları bahçeyi doldurmuştu. Fotoğraflarımızı çekmek için bir fotoğrafçı tutulmuştu. Biz çocukları eğlendirmek içinse palyaçolar. Temiz beyaz bir örtü serilmiş masanın üzeri çörek, börek, çerezlerle dolmuş, soğuk içecekleri hizmetli bardaklara dökmekle meşguldü. Biz üç kardeş öteki çocuklarla birlikte palyaçoların komikliklerine kaptırmış katıla katıla gülerken, “Pasta Geldi” sesiyle beyaz örtülü masanın etrafında toplandık. Üç katlı çok güzel süslenmiş pastanın yanında Verda duruyordu. Annesi Media Hanım teyze beni de Verda’nın yanına çağırdı. Pastanın üzerine konan mumları Verda bir üflemede söndürdü. Bu arada fotoğrafçı poz poz fotoğrafımızı çekiyordu. Sıra birbirimize pasta yedirmeye geldi. İkimiz aynı anda çatalımıza aldığımız pastayı birbirimizin ağzına götürürken flaşlar patladı. İnanılmaz bir lezzetti. Büyük bir keyifle ağzıma aldığım lokmayı yutarken oruçlu olduğum aklıma geldi. “Eyvah, ben bugün oruçluydum. Orucum bozuldu, diyerek ağzımdakileri tüküre tüküre oradan uzaklaştım. Gözümden ip gibi yaşlar akıyor, gitti güzel orucum diye hayıflanıyordum.

Koşarak eve kendimi zor attım. Beni ninem yatıştırdı. Bilmeden yediğimiz ve içtiğimiz hiçbir şey orucu bozmazmış. Çok rahatladım. Arkamdan gelen Aynur, “Ablam bizi rezil etti” dedi.

İlk aşkınızı anlattığınız bölümde gerçekten aşık olan herkesin kendinden bir şeyler bulabileceğine inanıyorum. Bu anılarınızla ilgili neler söylemek istersiniz?

İlk defa biri bana duygularını açıklıkla dile getiren bir mektup göndermişti. O gün mektubun cevabını yazmadım. Ardından defterimin arasında saklanan cevabını yazmadığım onlarca mektup almaya devam ettim. Öyle duygulu, öyle güzel sözcüklerle dolu mektupların sahibini çok merak ederek uzun bir süre geçti. Büyülenmiş gibi bana yazılan mektupları okuyarak geçirdiğim günlerimi kitabımda yazdım. İlk aşk hikayem kavuşmadan bitti. Benim penceremden ilk aşkımı anlattığım satırların okuyucuların yüreğine dokunacağına inanıyorum. 

Okurlar kitabınızı nereden temin edebilir?

Galeri Seba’dan temin edebilirler. 0 232 445 3340

İnternet üzerinden aysukumbaraci instagram hesabımdan da bana ulaşabilirler.

Aysu Kumbaracı Günay kimdir?

1951 İzmir doğumlu. Sekiz çocuklu ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası astsubay, annesi ev hanımı.

1969-1970 Hatay Kız İlköğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Daha sonra Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde iki yıllık öğreniminş tamamlayarak 30 Eylül 1967 tarihinde mezun oldu.

Karaman’da Avukat İsfediyar Günay ile evlendikten sonra öğretmenlik hayatı ile birlikte, kendi atölyesinde resim çalışmalarına başladı. Kısa sürede çiçek ressamı olarak tanındı. İnsanlar arasındaki kardeşliği, barışı ve sevgiyi perçinlemek için seçmişti çiçekleri. Daha sonra gittiği Devlet Resim Heykel Müzesi, Baskı Atölyesi’nde “Çizgisel Düşler” adını taktığı resim yanı sıra babası Zühtü Kumbaracı’nın vasiyeti üzerine ailesinin romanını yazmaya koyuldu. Yazdığı şiirleri birçok yarışmada derece aldı.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder