30 Kasım 2020

Lise öğrencilerinin örnek davranışı


Gönüllü çalışmaları yaşamın doğal bir parçası olarak gören Özel İAOSB Nedim Uysal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencileri Sarp Ertenü ve Dilan Taman çalışmalarını sürdürmeye devam edeceklerini söyledi. 

Geçtiğimiz yıllarda Ege Orman Vakfı standında görev alarak doğaseverler ile bir araya gelen öğrenciler İzmir depremi sonrasında da çocuklar için çeşitli organizasyonlarda yer aldılar. Sarp Erteni ve Dilan Taman "deprem sonrası çadırlarda kalan çocukların güzel vakit geçirmelerini sağlamaya çalıştık" dedi. 

Öğrenciler sözlerini şöyle sürdürdü.

"Etkinliğe katılan çocuklar çok mutlu oldular ve içinde bulundukları olumsuz durumdan uzaklaştılar. Moral etkinliğimiz çocukların yüzünü güldürdü. Çocuklar için karşılık beklemeden emek vermek çok güzel bir duygu. Öğrenci olmak gönüllü projelerde çalışmak için bir engel değil. Yardım kuruluşlarında daha çok yer almak istiyoruz." 


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

27 Kasım 2020

Tasarım gelinliklerin ustası: Emine Elik

Hayat yolculuğunun en önemli unutulmaz anlarından biridir evlilik törenleri. Evlilik törenlerinde giyilen gelinlik genç kızlar için çok önemlidir. Her genç kızın hayalini süsleyen gelinlikler için özel tasarımlar yapan Emine Elik müşterilerinin beklentisi doğrultusundaki tasarımlarıyla çok beğenilen modacılardan. 


 

Emine Elik'in İzmir Kızlarağası Hanında kendine ait işyerinde ziyaret ederek özel tasarım "haute couture" gelinlik ve abiye kıyafet tasarımlarını, pandemi sürecinde gelinlik sektörünün nasıl etkilediğini konuştuk. 

Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?

İlk okulu bitirince Halk Eğitim Merkezi'nin 2 yıllık dikiş kurslarına gittim. Okulda öğrendiğimizle çalışma hayatında karşılaştığımız şeyler çok farklıydı. Okulda kalıp nasıl çıkarılır, bol teyel gibi şeyler öğrendik. 1979 yılında özel şirketlerde çalışmaya başladım. Çalışma hayatımda kimse bana bir şey öğretmedi. Göz hırsızlığı ile zamanla bu işi öğrendim. Mesleğimi çok sevdiğim ve öğrenmeyi çok istediğim için çok çabaladım, çok fedakarlık yaptım. Bizim mesleğimizde emeklilik yok. Halen işimi severek yapmaya devam ediyorum.  

Kendi işyerinizi ne zaman açtınız?

1995 yılı Temmuz ayında çalıştığım işyerinden ayrıldım. Kendi işyerimi açmaya karar verdim. Kemeraltı Hisarönü'nde bir arkadaşımla karşılaştım. Kızlarağası hanını gezelim dedi. Hanı gezerken dükkanımı burada açmaya karar verdim. İlk zamanlar alt katta bir dükkan tuttum. Daha sonra üst kata şimdiki yerime taşındım. 

Kızlarağası hanı benim için çok özel bir yer. Tarihi bir mekandasınız. Burada olmak bir ayrıcalık. Kendimi evimde gibi hissediyorum. Diğer esnaf arkadaşlarımla çok uyumluyuz.  

 Genellikle abiye dikiyorsunuz değil mi?

Abiye elbiseler, nişanlık ve couture gelinlik üzerine kişiye özel tasarımlar çalışıyorum. Bunun dışında isteğe göre gömlek, etek, pantolon, manto dikiyorum. 


Korona virüs her alanda olduğu gibi gelinlik ve abiye kıyafet sektörünü de çok etkiledi. Siz bu süreçten nasıl etkilendiniz? 

Geçtiğimiz yaz mevsiminden beri olumsuz etkilendim. Düğünler ertelendi. Verilen siparişler iptal edildi. Geçtiğimiz yıllarda en az on gelinlik dikerdim. 2020 yazında 2 gelinlik diktim. Korona bitse de gelinlik sektörünün kendini toparlaması zaman alır. Önceki yıllarda yanımda eleman çalıştırırdım. Şimdi kendim çalışıyorum. Artık yanımda bir eleman çalıştırmayı düşünmüyorum. 

İlginç bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Gelinlik siparişini bir modaevine veren bir genç kız bana geldiğinde morali çok bozuktu. 1 ay önce gelinlik siparişini vermiş, provalara gitmiş. Fakat gelinlik teslim edildiğinde hiç istemediği bir tasarımla karşılaşmış. Gelinliği iade etmiş. Bir yakını beni tavsiye etmiş. Bana geldiklerinde cuma günü erken saatlerdi. Düğününe 1 kaç gün vardı. Ben Cuma günü ve gecesi sürekli çalışarak cumartesi günü istediği gelinliği diktim. Gelin adayı gelinliğini çok beğendi. Çok yorulmuştum ama memnuniyet tüm yorgunluğumu almıştı. 


Özel tasarım diktirmek isteyenler size nasıl ulaşabilirler?

Artık İzmir'de tanınıyorum. Müşterilerim beni tavsiye ediyor. Tasarımlarım çok beğeniliyor. Bana güveniyorlar. Tavsiye üzerine bana gelen kişiler güvenerek geliyorlar. Bu çok önemli. Benimle iletişime geçmek isteyenler Kızlarağası hanında üst katta işyerimden bana ulaşabilirler. 


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT






26 Kasım 2020

Tarladan sofraya şifa


Beslenmemiz açısından önemli bir gıda olan buğday ülkemizde de en çok tercih edilen besin maddesidir. Karakılçık, siyez, kocabuğday gibi ata tohumlarımız yok olma tehdidi ile karşı karşıya. Ata tohumlarımızın bilinirliğini arttırmak, yerli tohum kullanımını yaygınlaştırmak için var gücüyle yaşatmaya çalışan üreticilerimiz var. Kemalpaşa Yiğitler'de üretici olan Serdar Karasüyek ata tohumunun yok olmaması için kendi arazilerinde ekimini yaparak kültürel mirasımıza sahip çıkıyor.   

Kemalpaşa Ziraat Odası Meclis Başkanlığı da yapan Serdar Karasüyek kendi ürettiği ata buğdaylarından evde kendileri için yaptığı ekmekler çevrelerindeki kişiler tarafından beğenilip talep gelmeye başlayınca günümüzde yok olmaya yüz tutmuş Karakılçık tohumunun tanıtılması için gönüllü çalışmaya karar vermiş. Gelecek kuşaklara aktarılması için mücadeleye devam edeceğini söyleyen Karasüyek şu açıklamalarda bulundu;

"Çiftçilikle uğraşıyorum. Kemalpaşa Yiğitler doğumluyum. Esas işimiz meyvecilik. Kiraz, şeftali, nektarin, armut gibi ürünler yetiştiriyoruz. Son yıllarda sevdiğim için buğday ekiyorum ve unundan ekmek yaparak buğday türlerini tanıtıyorum.. 

Kocabuğdayı ekerek başladım

Uzun yıllar Denizli'nin köylerine ticaret yapmıştım. O yıllar gittiğim köylerde koca buğdayı ekiyorlardı. Ben de o buğday ununu alıp evimizde ekmek yapmak için getiriyordum. Sonraki yıllarda tohumunu alıp kendi bahçeme 25 dönüm ektim. Ürettiğim buğdayı satmadım. Unundan kendimize ekmek yaptık. Komşularımıza, arkadaşlarımıza yaptığımız ekmekleri hediye ettik. Herkes tadını çok beğeniyordu. Ertesi yıl yine koca buğday ektim. Ürettiğimiz buğday ve yaptığımız ekmek çok beğenilince istek gelmeye başladı.   


 

Ata tohumlarımıza sahip çıkalım

Buğdayın çok çeşidi var. Daha sonra Seferihisar'da üretici olan arkadaşımdan ata tohumu olarak bilinen karakılçık buğday tohumu aldım ve ürettim. Dikili'de yaşayan başka bir arkadaşımdan siyez buğdayı tohumu aldım. Şimdi elimde siyez, karakılçık ve kocabuğday tohumları var. Tarımsal verimliliği düşük olduğu için çiftçi bu tohumları ekmiyor. Yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Yerel yönetimler eski tohumları toplayıp bulundukları bölgenin kırsalında bu tohumları üretmeli. Her gün genetik tohumlarımız tükeniyor. 

Ata tohumlarımızın besin değerleri yüksek ve çok faydalıdır. Sağlıklı topraklara, sağlıklı insanlardan oluşan bir toplum için ata tohumu kullanan çiftçiler desteklenmelidir. Yerel tohumlarımızın yok olmaması için yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Sadece buğday değil birçok meyve çeşidi yok olmaya tehlikesi ile karşı karşıya. Eskiden deve armudu, şeftali gibi meyvelerimizin fideleri üretilerek çiftçimize dağıtılmalıdır. Üretici ve tüketici bilgilendirilmelidir" dedi.

S.S. Kemalpaşa Merkez Tarımsal Kalkınma Kooperatifi olarak çarşamba günleri yerel üreticilerle tüketicileri biraraya getiren Kültürpark Üretici Pazarında ailesiyle stant açan Karasüyek ailesinden Sermin hanım'da eşi Serdar Karasüyek gibi ata ekmeğinin yok olmaması için çalışıyor. Unutulmaya yüz tutmuş bir lezzet olan karakılçık ekmeğini sofralarımıza taşıyan Sermin Karasüyek, 

"Yüzde yüz doğal olarak ürettiğimiz ekmekleri ekşi mayayla yoğurup 13 saatlik bir mayalama aşamasından sonra evimizdeki  fırında odun ateşinde pişiriyoruz. Katkısız doğal un olduğu için pişme süresi iki saati buluyor. Karakılçık tohumunun yok olmasını istemiyorum. Sınırlı sayıda ekmek yaparak buraya geliyoruz. İlgi çok, merak edenlere bildiklerimi anlatıyorum. Aile olarak burada bilgi paylaşıyoruz. Bu da hepimizi mutlu ediyor. Daha sağlıklı beslenmek isteyenler, farklı bir lezzet denemek isteyenlere bizi ziyaret etmelerini öneriyorum. Her çarşamba Kültürpark'tayız. Atalarımızın yediği ekmeği sizin için hazırlıyoruz" diye konuştu. 


Yaptıkları karakılçık ekmeğinin çok beğenildiğini söyleyen Nilüfer Karasüyek ise şu bilgileri paylaştı:

Sermin Karasüyek ile eltiyiz. Karakılçık, siyez, kocabuğday unundan yaptığımız ekşi mayalı ekmeklerimizi birlikte hazırlıyoruz. Çarşamba günleri Kültürpark Üretici Pazarına gelen ziyaretçilerimize ekmeği tanıtıyoruz. Karakılçık ekşi maya ekmeğinin yapılış aşamalarını anlatmaktan keyif alıyorum. Ata tohumlarımızı hatırlatarak insanların sofrasına farklı lezzet sunduğumuz için her çarşamba burada olmaya devam edeceğiz.


Karasüyek ailesinin ürettiği doğal, katkısız ekmekler için "ekmegikarakilcik" instagram sayfasını takip edebilirler.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT






25 Kasım 2020

Lions Dernekleri İzmir depremi sonrası hizmet üretmeye devam ediyor

İzmir'de meydana gelen depremin üzerinden 1 ay geçti. Uluslararası Lions Dernekleri 118 R Yönetim Çevresi Federasyonu Lionları ve Leoları zarar gören depremzedelerin yanında olmaya devam ediyor.


Destek çalışmalarına Bayraklı/Osmangazi Ziyam Yaman Sitesi depolarından devam eden 118 R Yönetim Çevresi Federasyonu depremzedelerin ihtiyaçlarını en kısa sürede karşılamak için aralıksız çalışıyor. Uluslararası Lions Dernekleri 118 R Yönetim Çevresi Federasyonu'na ait Bayraklı Osmangazi'deki depolarını ziyaret ettim. Depremin yaşandığı ilk andan itibaren depremzedelerin yanında olan İzmir Pergamon Lions Kulübü Kurucu Başkanı Ömer Yöntem ile bölgede yaptıkları çalışmaları hakkında konuştuk. 


Sözlerine depremde yakınlarını kaybedenlere başsağlığı dileyerek başlayan Yöntem şunları kaydetti: "Depremin hemen ardından koordine olarak harekete geçtik. "Emrah Apartmanının" önünde çadırlarımızı kurarak ilk çalışma alanımızı kurduk. Başka ekiplerimiz de çeşitli yerlerde çadırlarını kurarak depremzedelerin ihtiyaçlarını karşılamaya başladılar. Depremzedelere telefon numaralarımızı vererek ihtiyaçlarını bize bildirmelerini söyledik. En kısa zamanda ihtiyaçlarını temin ettik. 

Nerede ihtiyaç varsa "Lions Kulüpleri" oradadır

Depremin ilk safhası sahada depremzedelerin yemek ve ikram hizmetlerini yaptık. Kurtarma ekipleri ve sahada çalışan ekibin ihtiyaçları bizim için önemliydi. Ekiplerin, kalem pil, battaniye, toz maskeleri, ilaç, yazıcı gibi ihtiyaçlarını karşıladık. Depremzedeler panik içindeydi. Evlerine giremiyordu. Başta gıda maddesi olmak üzere ev eşyası, giyim, temizlik maddesi gibi her türlü ihtiyacı belirleyerek harekete geçtik. Çadır kentlerde kalmaya başlayınca yatak, battaniye, su, hijyenik malzemeler, maske, dezenfektan, çocuk maması, iç çamaşırı, çorap, giysi gibi ihtiyaçlarını dağıtmaya başladık. Şimdi beyaz eşya, mobilya gibi talepler gelmeye başladı. İhtiyaçları tespit ederek sahiplerine ulaştırmaya devam ediyoruz. Ne zaman nerede ihtiyaç varsa orada bir lion vardır. İzmir'deki depremzedelere her konuda destek olmayı sürdürüyoruz. 


İdil'in kurtarılma anı hepimizi mutlu etti

Emrah Apartmanı enkazından 58 saat sonra kurtarılan 14 yaşındaki İdil'in kurtarılma anından çok etkilendik. Uzun bir çalışmanın ardından bulunduğu yerden çıkarılan İdil tüm yorgunluğumuzu unutturdu. Herkesi mutlu etti. Günlerce bu alanda çalışıp, gece de çadırda kalan benim gibi insanlar için çok duygusal ve güzel bir andı.

Depremin üzerinden 1 ay geçti hala sahalardayız

Önümüzdeki haftadan itibaren haftanın iki günü çalışmalarımıza devam edeceğiz. Belirlediğimiz ihtiyaçları tespit ederek adreslerine ulaştıracağız. Bize ulaşmak isteyenler için telefonlarımız;  

İzmir Pergamon Lions Kulübü Ömer Yöntem ; 0532 293 8326

İzmir Gündoğdu Lions Kulübü Şebnem Güler ; 0532 647 8634

İzmir Ümit Lions Hülya Urtimur; 0533 258 8558


İzmir halkına verdiği destekten dolayı çok teşekkür ederiz. Türkiye'nin her yerinden destek geldi. Arama kurtarma ekipleri canla başla çalıştılar. Hepsinden Allah razı olsun. Böyle felaketlerin bir daha yaşanmamasını dileyerek en kısa zamanda eski günlerimize dönmeyi diliyoruz. Yaşanan bu doğal felaketlere karşı her zaman hazırlıklı olmalıyız" ifadelerini kullandı. 

 

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT






24 Kasım 2020

CKD: “Kadına yönelik şiddetle mücadelede mevzuat eksiği giderilmelidir” “Şiddet uygulayan zorunlu psikososyal destek programına alınmalıdır”

Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) İzmir Şubesi'nden, “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” kapsamında, yazılı bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, “Kolluğa intikal etmiş kadına yönelik şiddet olgularının tamamında, şiddet uygulayan veya uygulama olasılığı olan kişilerin, ‘psikososyal destek programı’na alınmasının zorunlu hale getirilmesi” istendi.

CKD İzmir Şubesinden  yapılan açıklamada, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 2016-2020 Ulusal Eylem Planı’nda da şiddet uygulayanlara yönelik rehabilitasyon ve destek programları uygulamak üzere psikososyal destek merkezlerinin kurulacağı ve geliştirileceğinin belirtildiği anımsatılarak, şu ifadelere yer verildi:  


"Şiddet uygulayan veya uygulama tehlikesi olanların, zorunlu olarak psikososyal destek programına alınması, toplumca içimizi yakan kadın cinayetlerini engelleyeceği gibi, kadın erkek eşitsizliğinin diğer kurbanı olan erkeğin de önüne onurlu, yeni bir yaşam seçeneği koyacaktır. Mevcut düzenleme mutlaka ve en kısa sürede bu yönde değiştirilmeli, kolluğa intikal etmiş bütün kadına yönelik şiddet olgularında, şiddet uygulayanın veya uygulama olasılığı olanın psikososyal destek programına alınması sağlanmalıdır. Psikososyal destek programı, ilgili uzmanlar tarafından, farklı durumlara göre uyarlanabilecek şekilde özel bir program halinde oluşturulmalı ve bu alanın uzmanları tarafından “Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri”nde veya bu işle yetkilendirilen sağlık kurumlarında verilmelidir.“

CKD’nin uzun bir süredir, hukuki düzenlemelere ve alınan önlemlere rağmen, yıldan yıla artan kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda neler yapılabileceğine yönelik araştırma içinde olduğu kaydedilen açıklamaya şöyle devam edildi:  

“Derneğimiz kadın cinayetlerine bakan hukukçulardan ve kadına yönelik şiddet ve bununla mücadele alanında çalışan uzmanlardan görüşler almış, ilgili yazını taramış ve bu konuda düzenlenmiş çeşitli panel ve çalıştaylara katılmıştır. Bu çalışmalarda öne çıkan ve Derneğimizin de paylaştığı görüşler arasında, kısa vadede 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanmasında görülen aksaklıkların giderilmesi, orta-uzun vadede ise kadına yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılmasının gerekliliği, başta gelmektedir. 

Özellikle ‘göz göre göre gelen kadın cinayetleri’ ise ayrıca odaklanılması gereken bir konudur. Bunlar, kadının şiddet görmesiyle veya şiddet görme tehlikesiyle kolluğun kaydına giren, fakat şiddet mağduru kadının 6284 Sayılı Kanun gereği başlatılan korunma sürecinde veya sürecin tamamlanması sonrasında işlenen kadın cinayetleridir. Hatta birçok olguda, şiddet mağduru kadının hayatını tehlikede gördüğünü tekraren kolluğa bildirmiş olduğu da anlaşılmaktadır. Kadın devletten yardım istiyor, devlet şiddet gören kadını korumaya alıyor, fakat fail, içinde yaşattığı şiddetle kadına ulaşıyor. Sonuçta kadın dövülüyor, silahlı saldırıya uğruyor, ağır yaralanıyor ve öldürülüyor. Şiddete uğrayan veya uğrama tehlikesi olan bir kadının kanunla sağlanan koruma tedbirlerine rağmen bunları yaşaması, önleyici tedbirlerde önemli bir eksiğimiz olduğunu göstermektedir.”

“Aile Bakanlığımıza çağrımızdır”

Böylesi ağır sonuçlara yol açan eksikleri belirlemek ve ona göre acilen etkili çözümler üretmenin gereğine dikkat çekilen açıklamada, “Bu bağlamda CKD olarak, kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin merkezinde yer alan başta Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olmak üzere, ilgili tüm bakanlıklara ve diğer kurum ve kuruluşlara sesleniyor ve kadın cinayetlerinin önlenmesi hususunda bugün kamuoyuyla paylaştığımız önerimizin dikkate alınmasını talep ediyoruz” denildi.

Kadına yönelik şiddetin, “kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen, kadının fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan tutum ve davranışların tümü” olarak açıklandığı yazılı açıklamada, ayrıca şu bilgiler yer aldı: 

“Bu tutumların mağduru kadındır. Faili, ezici çoğunlukla, erkektir. Eldeki veriler, ülkemizde son yıllarda kadına yönelik şiddet vakalarında ve kadın cinayetlerinde artış olduğunu göstermektedir. TBMM Dışişleri Komisyonu Raporu’nda 2008 yılından sonra kayıtların özel biçimde tutulmaya başlandığı belirtilmiştir. 2009 yılından itibaren bakıldığında, kadın cinayetlerinin nüfustaki artışla açıklanamayacak şekilde yıldan yıla arttığı görülmektedir. 

Bilindiği üzere, kadın cinayetlerinin hızlı tırmanışı üzerine, mevcut “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”un yeniden ele alınması gerekliliği ortaya çıkmış; 2012 yılında ‘6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ yürürlüğe konmuştur. 6284 sayılı Kanunun hazırlanmasında “İstanbul Sözleşmesi” hükümleri de göz önüne alınmıştır. 6284 sayılı Kanunun amacı şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”

“Faili merkeze alan çözüm üretilmelidir”

Ancak Kanunun anlaşıldığı üzere yaşanmış veya yaşanma olasılığı olan ve “kolluğun kaydına girmiş cinsiyet temelli şiddet olgularında mağdur olanı ki büyük çoğunlukla bu kadındır, korumaya odaklı olduğu” ifade edilen açıklamaya, şöyle devam edildi: 

“Mağduru merkeze alan bu bakış, sorunun tehlikesi ve ivediliği nedeniyle doğru olmakla birlikte, olayın sorumlusu olan kişinin şiddet eyleminin veya eğiliminin devamlılık gösterebileceğinin Kanunda dikkate alınmamış olması, çelişkili bir durum yaratmaktadır. Çünkü sorunun tehlikesi ve ivedi çözüm gerektirmesi, yaşanmış olandan değil; yaşanması muhtemel olandan gelmektedir. 

6284 sayılı Kanunda ve bu Kanuna dayanarak çıkarılan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri Yönetmeliğinde, ‘Şiddet uygulayanın; öfke kontrolü, stresle başa çıkma, şiddeti önlemeye yönelik farkındalık sağlayarak tutum ve davranış değiştirmeyi hedefleyen eğitim ve rehabilitasyon programlarına alınması önleyici tedbir kararı kapsamında yer almakta ve hakimin takdirine bırakılmaktadır.”

Bu düzenlemenin de anlaşıldığı üzere “şiddet uygulayanın ve şiddetinin ne olacağı” dikkate alınarak değil, mağdur için alınacak tedbirler kapsamında yapıldığının ve hâkimin takdir edeceği bir tür cezalandırma anlayışını yansıttığının altı çizilen açıklamanın, sonuç bölümü ise şöyle: 

“Araştırmalarımızda gördük ki Polis Akademisi tarafından yayınlanan 2016-2017-2018 Kadın Cinayetleri Veri ve Analiz Raporu’nda da özellikle alt gelir grubuna giren olgularda, 6284 sayılı Kanun kapsamında failin rehabilite edici koşullar gözetilmeksizin tedbir kararına maruz kalmasının yanlışlığına değinilmekte, evden uzaklaştırma gibi önleyici tedbirler verilen kişilerin hem rehabilitasyon hem de kalacak yer temini için yatılı öfke kontrol programlarına alınmalarının hayati öneme sahip olduğu ifade edilmektedir.

Kadına yönelik şiddet olaylarında failin de bu yakıcı sorunun tarihsel temelindeki ‘erkeğin kadına tahakkümü’ ile ortaya çıkan kadın-erkek eşitsizliğinin bir kurbanı olduğu kabul edilmeli ve buna göre çözümler üretilmelidir. 

Şiddet uygulayanın psikososyal destek programına alınması, mağdurun güvenliği kadar, sistemin diğer kurbanına da yeni bir hayat anlayışı kazandıracak olan insani çözümdür. Şiddet uygulayana; öfkesini kontrol etmeyi ve şiddetiyle ilgili tutum ve davranışlarını değiştirmeyi kazandıracak bir eğitim ve iyileştirme desteğinin verilmesi, önündeki yaşamı daha sağlıklı şekilde düzenlemesini sağlayacak ve hatta belki katil olmasını önleyecektir. Bu nedenle bir ceza değil, tersine bir hak olarak görülmelidir.”


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

23 Kasım 2020

Kozalaklara ilgi arttı

Çoğumuz kozalakları toplayıp boyuyor ve evimizde dekor olarak sergiliyoruz. Son günlerde kozalaklar mutfağımızda pek de alışık olmadığımız bir haliyle karşımıza çıkıyor. 


Covid-19 salgınından sonra şifa kaynağı olarak konuşulan sedir kozalağına ilgi arttı. Akciğeri yenilediğini savunan Lokman İbrahim sedir ağacı kozalağı şurubunun öksürük, astım, nefes darlığı gibi hastalıklara iyi geldiği söyledi.

İzmir'in Bergama ilçesinde yaşayan İbrahim Özsöz özellikle mevsim geçişlerinde hasta olmamak için sedir kozalağı suyunu kendisinin ve ailesinin uzun yıllardır tükettiği ifadelerine yer vererek kozalağın faydaları hakkında şu bilgileri verdi; 

Beni Lokman İbrahim diye tanırlar. 1970 doğumluyum. Bergama Örenli mahallesi'nde (köy) yaşıyorum. Dedem 1930'lu yıllarda Kızılçullu Köy Enstitüsünden" mezun olmuş. Hem öğretmenlik yapmış hem de bitkilere olan merakından araştırmış, okumuş ve bildiklerini babama öğretmiş. Bu meslek dedemden babama ve babamdan bana geçerek devam ettiriyoruz.   


Sedir ağacının kozalağı, halk arasında göknar kozalağı olarak biliniyor. Özellikle akciğer sorunları olanlar ve bağışıklık sistemini güçlendirmek isteyenler tercih ediyor. Ben de onlara nasıl yapılacağını anlatıyorum. 

Tarifi şöyle; 1 litre suda 1 sedir kozalağını kaynadıktan sonra 15 dakika daha kısık ateşte fokurdatarak kaynatıp soğumaya bırakın. Şifalı sedir kozalak suyunuz hazırlanınca günde 1 çay bardağı tüketmek yeterli olur. 


Sedir kozalağı toplamak çok zor 

Sedir kozalağını Balıkesir Madra Dağından topluyorum. Dağların zirvesinde 25-30 metre yüksekliğindeki ağaçlara tırmanarak kozalakları topluyorum. Tırmanması çok zor olan ağaçlara ben kolay çıkıyorum. Çünkü dedem ve babam da bu işi yapardı. Ben de onlardan öğrendim. Her hafta Madra Dağından topladığım kozalakları tezgah açtığım pazarlara getiririm. Kozalağı tanesi 5 Liradan satıyorum. Özellikle Korona virüsü çıktığından beri kozalağa ilgi çok. İnternette sedir kozalağıyla ilgili çok yazı okuyorlar. Gelip bana soruyorlar. Ben de anlatıyorum. Faydalı doğal bir gıda. İnsanlara faydalı olsun diye anlatıyorum. Kronik ve ciddi rahatsızlığı olanlara mutlaka doktoruna danışmasını söylüyorum. 

Katıldığım pazarlara 40-50 tane kozalak getiririm. Bu aylarda topladığımız kozalaklar iyidir. Mayıs aylarında toplanan kozalaklar faydalı değildir. 


Her hafta salı günü Dikili pazarı, çarşamba günü Kültürpark üretici pazarı, perşembe günü mavi bahçe üretici pazarı, cuma günü Çandarlı pazarında tezgah açan İbrahim Özsöz çok fazla doğal ürünü hiç yorulmadan en ince ayrıntısına kadar büyük bir zevkle anlatıyor. Mesleğinin aşığı olan Özsöz bulunduğu pazarlarda merak edilen doğal ürünleri sormak için gelen herkese elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyor.  


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

 

22 Kasım 2020

Herkesin bir evi olmalı!

21.yüzyılın içinde olduğumuz şu günlerde evsizlerin sayısı giderek artıyormuş. Evsizliğin sebebiyse para kazanma gücünün ve aile bağlarının yok olmasıymış. Oysa ki doğada tüm canlıların bir evi var. DNA'larındaki "evini yap" ya da "başını sokacak bir yerin olsun" kodlaması her daim çalışıyor. Peki ya insan, o da çalışmıyor mu bir evi olsun diye ömür boyu, doğaya karşı korunmasız olduğunu bilerek, soğuktan, sıcaktan ve yavrularını büyütmek için bir kapalı, korunaklı alan için... Mezar ölçüsü 2,64 metrekareymiş, yani öldüğümüzde gömülmek için bile bir alana ihtiyacımız var... Oturduğum sokaktaki bazı kediler çok şanslı, hemcinsleri sığınacak bir yer bulamazken onlar kumaştan yapılmış evde yatıp uyuyorlar ve kimsenin onları rahatsız etmemesini bekliyorlar...

Öte yandan bazı insanlar kediler için tahtadan ya da strafordan kedi evleri yapıyorlar. Bazı insanlar da o kedi evlerini parçalayıp çöpe atıyorlar. Neden yapıyorsun bunu dedim, o da yönetici istiyor dedi, etrafta kedi görmek istemiyormuş. Kedi evlerini elleriyle parçalayan insanın evi olmadığını biliyorum, çalıştığı iş yerinin lojmanında kalıyor. Damdan düşenin halini damdan düşen anlarmış ya, evi olmayan kedinin halinden evi olmayan insan anlamıyor, o kesin...



21 Kasım 2020

Yaban'ın sihirli dünyasından lezzetler-Mantarlar


Yağmurların başlamasıyla çeşit çeşit mantarlar tezgahlarda yerini aldı. Mantar toplamak ciddi bir konu. Çok mantar türü var. Hangi mantarın toplanabilir olduğunu iyi bilmek gerekir.
 
Mantar konusunda uzman olan Sevim Şahin mantarlara dair keyifle okuyabileceğiniz çok ilginç yazısını İzmir Modern okuyucularıyla paylaştı; 



Kültüre alınmış mantarlar değil, yabanda yetişen, özgür mantarlar 

Çocukluk anılarımızda masallar kadar, doğada geçirdiğimiz zamanların kokuları, renkleri, tatları belleğimizin bir köşesinde kalmıştır mutlaka. Hatta bizi sıklıkla ziyaret eder bu anılar. Nerede gözümüze bir yeşil çarpsa, usulca, ılık bir rüzgarla gelir kokusu, hatırlarız ve içimiz ısınır. Sıklıkla bir andır bu hatırlamalar. Gelir, yoklar ve gider çoğumuzda. Ancak bazılarımızın yakasını hiç bırakmaz bu anılar. Şehrin kalabalık ıssızlığında yalnız bırakmaz sizi. Ben de onlardan biriyim. Yaban’ın peşimi bırakmadığı yerde ben de onu yalnız bırakmadım. İzini sürdüm yaban’ın ve dilini öğrenmeye çalıştım. Çok başındayım henüz ama gördüm ki ben henüz acemi çaylak iken bile ne çok eksik ne çok yanlış şey biliyormuşuz. Bilenlerimizin bilmeyenlere bilgiyi aktarmadığı, aktaramadığı, aktarsa dahi ketum bir dirençle karşılaştığı bir kültürel kopukluk içinde yaşıyoruz. Sanal dünyanın, bilgiye çok kolay erişilebilir altın tepsisinde bile her şey çok karışık. Doğru bilgiye ulaşmak da ciddi bir zaman gerektiriyor ki bu da heves kırıcı. Emekle, dişini tırnağına takarak öğrenenler de aynı emekle öğrendiklerini öğretmeye, yani aktarmaya bir o kadar heves ederler. En azından bu beni tanımlayan bir ifade. Umarım çoğuzdur. Umarım ki aynı heveste dostlarla yolum kesişir. Gelecek kuşaklara özellikle gençlerimize kadim bilgileri, atalarımızın doğadan deneyimleyerek binlerce yıl öncesinden bize miras bıraktıkları bu bilgileri aktarmak da biz bilenlerin sorumluluğu. Yaban’ın eşsiz dünyasından minik bir kapı aralayacağız. Bu kapı bizi Alice gibi harikalar ülkesine götürmeyecek. Bu konu ayrı bir yazıda bir gün etraflıca yazılacak. Alice demişken hemen anlamışsınızdır sanırım. Bu yazının konusu mantarlar. Ancak kültüre alınmış mantarlar değil, yabanda yani ıssızda yetişen, özgür mantarlar konumuz.

Mantarlarla ilgili yazacak çok şey var

Ülkemizde birçok bölgede, yabani yani doğada kendiliğinden yetişen mantarlar yöre halkı tarafından kuşaklarca aktarılmış bilgi çerçevesinde bilinir. Etnobotanik çalışmalarında da görüldüğü üzere, toplayıcılık kültürü de kendi içinde son derece tutucudur. Bir bölgede bilinen ve tüketilen yaban bitkileri mantarları, bazen başka bir bölgede yetişmesine rağmen tüketilmez. Çünkü atadan görmemişlerdir. Gezdiğim değişik yörelerde eteğinden çekiştirip sorduğum bazı yaşlı teyzeler heyecanla “ biz bunu yerük, bunu yemeyük” ya da “ aha buraya elden gelen komşu yer, yiyin der ama biz yemeyük, atadan yemeyük” “ Bilmediğimizi yemeyük” derlerdi. O kadar içten, köklerine bağlı, bilip tanıdığı dışındakine dokunmayan, bildiğini de çocuklarına aktaran “ buna sakın dokunma” diye uyaran, kollayan bilge Anadolu kadınları. Çok şey öğrendiğim, öğrendiklerimle borçlandığım sevgili analar. Ben de size bir şey öğreteyim o zaman dediğimde ise sevgiyle hiç tatmadıklarını deneyen, merakla öğrenen güzel insanlar. Bu kadar zengin bir kültür harmanında birbirinden bu kadar uzak kalmak artık bu çağın ayıbı olur deyip, yaban mantarlarına geçelim.


En büyük korkumuzdur mantar yemek. Bir çok yerde “aman ölürsün, zehirli, sakın dokunma” “ yok o zehirli biz sadece bunu yeriz “ “ kültür mantarın bile ağzımı sürmem “…duyduğum yorumlardan bir kaçı. Her seferinde çok haklısınız yememekle çünkü mantarı yemek için tanımak gerek diyorum. Tüm bu ifadeler tek bir sonuca çıkıyor. Mantarları tanımıyoruz, Bilmediğimiz her şey bizi korkutur ve bu da çok doğal, ancak doğru bilgi, korkumuzu yok eder, sağlıklı, lezzetli, hatta toplaması eğlenceli nefis bir gıdaya soframızda yer açmış oluruz.

Mantarlarla ilgili yazılacak çok şey var. Doğru bilinen yanlışlar, mantar nasıl toplanmalı, nasıl saklanmalı, tıbbi mantarlar, mitolojide, sanatta, boyamacılıkta, deri yerine kullanılabilir bir materyal elde etmede, tuğla koltuk, hatta elbiselik kumaş yapımından, elmas madenlerini bulmaya yardımcı olacak kadar geniş bir alan yazılacaklar için. En güzel kısmından başlayalım. Yaban mantarları yemeklerinden. Mantarlarla hayal edebileceğiniz özgün yemekler yapabilirsiniz. Benim mantar yemeklerim de Alice gibi harikalar diyarına gitme semde, kendi harikalar ormanlarımdan topladığım ve çoğunu hayal ederek yaptığım yemekler. Bir kısmı da yerel ya da farklı ülke yemeklerini kendimce yorumlayarak yaptıklarım.

Birkaç örnekle başlayalım:

Auricularia Auricula-Judae, Kulak mantarı. İngilizce adı Wood ear. Ülkemizde kullanımı neredeyse hiç yok oysa Asya ülkeleri için çok değerli bir mantar. Özellikle geleneksel Çin tıbbında şifalı bir mantar olarak da kullanımı yüzyıllardır yaygın. Şekersiz jelibon yapısında. Benim denemelerim Uzakdoğu baharatları ve yaban otlarıyla çorbası, kızartması, Mantarlı aşure çorbası ve ondan kinoalı nefis bir tatlı yapmak oldu. 

 

Bir diğer mantarımız Karadeniz’de bilinmekle beraber ülkemizde pek tanınmayan çok lezzeti ve Avrupa’da çok sevilen bir mantar. Özellikle vegan ve vejeteryanlar için çok değerli. Neden mi? İngilizce’de çok güzel bir adı var “Chicken on the woods” “ Chicken mushroom” adından da anlaşılacağı gibi tavuk eti tadında bir mantar ve tavuk eti yerine ikame edilebiliyor. Latince adı “Laetiporus sulphureus” Kükürt mantarı. Karadeniz'de sıklıkla kiraz ağaçları üzerinde rastlandığı için yerel olarak kiraz mantarı adı kullanılır. İyi pişirilmesi gereken bazı hassas bünyelerde alerjik reaksiyonlara yol açabilen bir tür olmakla birlikte, ilk denemede az miktarda tüketilerek gözlemlenmesi gerekir. Tıbbi mantarlar arasındadır. Ne mi yapıyorum bu güzelim mantarla. Kurutup ununu yapıyorum, tek başına mantar çorbası veya un yerine çorbalarda meyane için ayrıca ekmeklere ekliyorum. Makarna soslarında da ununu kullanıyorum. Nefis paneler yapıyorum. Dip sos eşliğinde. Sotesi tavuk soteyi aratmıyor. Nefis bir turşusu oluyor ki tadı tarifsiz. Bir de Mantarbleu kendi keşfimiz.  Cordon bleu’dan ilhamla. 

Sevim Şahin ve eşi Kemal Şahin bilgi sahibi olmak isteyenleri her çarşamba günü Kültürpark içinde kurulan üretici pazarındaki stantlarına bekliyor. Doğadan toplanan mantarları üretici pazarında satın alabilir ve mantarlar hakkında merak ettikleriniz, sormak istedikleriniz için Sevim ve Kemal Şahin'i stantlarında ziyaret edebilirsiniz.  


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT



20 Kasım 2020

"Aynı çatı altındayız" projesi hayata geçirildi


İzmir'de deprem sonrası evleri zarar gören vatandaşlara destek amacıyla Hürriyet Emlak, Bayraklı Belediyesi ve Ahbap Derneği ile işbirliği yaptı. 

Bayraklı Belediyesi Osmangazi Hizmet Binasındaki basın toplantısına Bayraklı Belediye Başkanı Serdar Sandal, Hürriyet Emlak Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Ticari İşlerden Sorumlu Eş Genel Müdürü Zeynep Tandoğan, Ahbap Derneği Kurucusu ve Yönetim Kurulu Üyesi Haluk Levent ile Ahbap Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Akçelik katıldı. Proje tanıtım toplantısında 20 ailenin 1 yıllık masraflarını karşılamak için "Aynı Çatı Altındayız" protokolü imzalandı. 


 

Konuyla ilgili düzenlenen basın toplantısında konuşan Bayraklı Belediye Başkanı Serdar Sandal, depremin yaralarını sarmakla ilgili önemli bir adım attıklarını belirterek yaralarımızı el birliğiyle sarıyoruz. AHBAP Derneği en başından beri yanımızdaydı. Hürriyet Emlak ile 20 ailenin 1 yıllık kirasının karşılanması için protokole imza atıyoruz. Şu an çadırlarda kalan yurttaşlarımızın sayısı minimize olmuş durumda. Onları da konutlara yerleştirmek için çalışmalarımız devam ediyor. Katkı sunan tüm dostlarımıza, sevgili dostum değerli sanatçı Ahbap Derneği kurucusu Haluk Levent'e ve Hürriyet Emlak'a çok ediyorum" dedi.


Depremden sonra sloganımız farklı bir mana kazandı

Basın toplantısında konuşan Hürriyet Emlak Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Ticari İşlerden Sorumlu Eş Genel Müdürü Zeynep Tandoğan, "Hepimiz aynı çatı altındayız ve bu çatı altında hep birlikte iyileşeceğiz. Hürriyet Emlak olarak 20 aileye bir yıl süreyle kesintisiz kira desteğinde bulunacağız. Hep beraber aynı çatının altında iyileşmek dileğiyle" açıklamalarında bulundu. 


Ahbaplar depremin olduğu ilk gün harekete geçti

Basın toplantısına katılan ünlü Sanatçı Haluk Levent firmalara destek çağrısında bulunarak depremin olduğu ilk günden itibaren İzmir için seferber olduklarını vurguladı. Depremin üzerinden 21 gün geçti biz ahbaplar olarak ayrılmadık, buradayız. Projeyi çok olumlu bulduk. Proje kapsamında, kalıcı deprem konutlarının ailelere teslim edilmesi planlanan 1 yıllık süre zarfında 20 depremzede ailenin bir yıllık kira masrafları üstlenildi. Tüm aileler için konut bulunması adına, projeye imkanı olan herkesin katkı sunması için çağrı yaptığını sözlerine ekledi.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT




 


19 Kasım 2020

Mert Özçuhacıoğlu; Dövme özgürlüktür


Ülkemizde çok sık görmediğimiz dövme, son yıllarda her kesimden insanın yaptırdığı bir moda haline geldi. 16 yaşından beri dövmecilik yapan Mert Tattoo Piercing Studio'nun sahibi Mert Özçuhacıoğlu'nu Göztepe'deki işyerinde ziyaret ederek dövmeciliğe ait merak edilenleri ve pandemi sürecinde yaşanan zorlukları konuştuk.

Bize kendinizden bahseder misiniz?

32 yaşındayım. Önce çeşitli firmalarda çalıştıktan sonra severek yaptığım işimi kendi işyerimi açarak devam ettirme kararı aldım. Çok şanslıyım sevdiğim işi yapıyorum. Fakat işyerimi açtıktan kısa bir süre sonra corona virüs herkesi olduğu gibi bizim sektörü de çok etkiledi. İşlerimiz durdu ama masraflar durmadı. Şu an tıkanma noktasındayız. Kira, vergi ödemeleri, elektrik, su gibi masraflar devam ediyor. Bu zamana kadar elimden geldiğince idare etmeye çalıştım. Ama bu süre ne kadar devam edecek bilemiyoruz. Artık masraflarımız çıksın, şükrediyoruz. İşyerimi açtığımda işimi sevsem de para kazanmak da önemliydi. Şimdi masraflarım çıksın yeter, diyorum. Salgın boyunca gelen faturaları, kira ve stopaj vergisini hep cebimizden ödedik. Bu giderleri cebimden karşıladıktan sonra isyerimi açık tutmanın ne anlamı var. En fazla mart ayına kadar dayanabilirim. Böyle devam ederse kepenk indiririm. 


Dövmede yaş sınırı var mı?

18 yaş altındakilere dövme yapmamayı tercih ediyorum. Çok ısrar edilirse anne veya babanın imzasını alarak yapıyorum. Genelde 18-35 yaş arası kişiler dövme yaptırıyor. Günümüzde her yaştan insan dövmeyi tercih ediyor. 70 yaşında bir kadın müşterim oldu. Onun da kol içine dövme yaptım. 

Dövme de hijyenin önemi nedir?

Dövmecilikte hijyen, kaliteli malzeme kullanılması ve steril bir ortamda çalışmak çok önemli. Özellikle covid-19 virüsünden sonra hijyen çok daha önemli hale geldi. Ben işyerimi sık sık dezenfekte ettiriyorum. Sağlık Bakanlığından onaylı malzemeler kullanıyorum. Dövme yaptıracak kişiler stüdyonun her açıdan temiz olduğuna emin oldukları yerlerde tek kullanımlık ürünlerle yapıldığına çok dikkat etsinler. Pandemiden sonra hijyen kurallarına uysak ta insanlar dövme yaptırmaya çekiniyor. Virüsün azalması durumunda işlerimiz biraz hareketlenir diye umuyorum. Dövme sektöründe bizim gibi sağlıklı ürünler kullanan stüdyolar ithal malzemeler kullandığı için giderlerimiz her geçen gün daha artıyor. Bugün aldığım ürünü 5 gün sonra almak istiyorum, zamlı fiyatla alıyorum. Oysa biz müşterilerimize her gün zam yapamıyoruz. Piyasada sağlıksız malzeme kullanan stüdyolarda var. Merdiven altı bu işi yapanlar düşük fiyatla yapıyor. Dövmecinizi fiyata göre seçmeyin. Dövmecinizin mutlaka eski çalışmalarına, kullandığını malzemelerin Sağlık Bakanlığından onaylı olup olmadığına dikkat edin.  

Neden dövme yaptırırız?

Dövme özgürlüktür. Kendimize ait, bizi anlatan özellikleri vurgulamak için dövme yaptırmak isteyen kişiler bana gelir. Kendini anlatır birlikte tasarım yaparız. Tasarımı iyi yapmak gerekir. Sonradan pişman olmayacakları güzel bir anlatım olmalı. Benim tasarımlarımı müşterilerim beğenir. Tasarım yaptığım kişi dövmesini ömür boyu vücudunda taşır ve beni asla unutmaz. İnsanların hayatlarına dokunmayı seviyorum. Bu güne kadar herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadım. 


Sadece dövme yaptırmak isteyenler de oluyor. Bu kişiler genelde ayak bileği, kol içi, omuz, kalça gibi estetik bölgelere dövme yaptırmaya geliyor. Kararsız olanlar modele çok iyi karar versinler. Özellikle boyun, el gibi yerlere dövme yaptırıyorsanız estetik olmasına dikkat edin. Pişman olup sonra dövmesini sildirmek isteyenler çıkabiliyor. 

Çizimlerim iyi olduğu için realistik çalışmalar yapsam da işim gereği her türlü dövme yapıyorum.

Kalıcı bir dövme silinebilir mi?

Bir zamanlar yaptırdığınız ve artık memnun olmadığınız dövmelerinizi sildirmeniz mümkün. Vücudunuzun herhangi bir yerine yapılan dövmeyi silme işlemini mutlaka sağlıklı bir cihazla yaptırın. Kötü şartlarda yapılan silme işlemi deriye kalıcı zararlar verebilir.

Canımız çok acır mı?

Dövme yaparken acı hissetmeleri kişiye göre değişir. Kadın müşterilerim erkeklere göre daha dayanıklılık gösteriyor. Dövmenin nereye yapılacağı acı hissi için değişiklik gösterir. Derinin kemiğe yakın olduğu yerler daha çok acır. Acı hissi belli bir süre sonra en aza iner. Bu dediğim gibi kişiye göre değişir.

Dövme bakımı nasıl olmalı?

Dövmenin bulunduğu dokuların iyileşmesi 2 hafta sürüyor. Dövmenin tamamen iyileşmesi 1 ay kadar sürer. İlk iki hafta kesinlikle tırnakla kaşımamak gerekir. Direkt güneşe maruz kalmamalı ve su ile temas etmemelidir. Dövmenin uzun yıllar ilk zamanki gibi kalmasını istiyorsanız yüksek faktörlü güneş kreminizi düzenli kullanmanızı tavsiye ederim. Dövmeler uzun süre güneş ışınlarına maruz kalınca renklerinde solmalar oluyor, canlılığını kaybediyor. 


Dövme bir bağımlılık mı? 

Evet dövme bazı insanlar için bir bağımlılıktır. Bir yaptırıyorsun, arkası geliyor. Bazı insanlar dikkat çekmek için dövmeyi araç olarak kullanabiliyor. Kendini ifade etmek isteyenler dövmeleriyle konuşur. Dövme bana göre bir kültür. Vücudumuza yaptığımız her yeni dövme bu kültüre adanmışlığa hizmet ediyor. Benim de vücudumda çok sayıda dövme var. Boynumda, kollarımda, ayaklarımda, sırtımda ensemde, kaburgamın altında dövmem var. Günümüzde bu kadar dövme yaptırmak çok normal. Dövmeli insanların tercihlerine saygı duyan kesim çoğaldı. 


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT







18 Kasım 2020

Ahmet Dut "Aynaya Bak" kişisel sergisi açıldı


Ressam Ahmet Dut'un "Aynaya Bak" isimli kişisel sergisi 18 Kasım Çarşamba günü Karaca Kültür Merkezi'nde açıldı. 

Karaca Kültür Merkezi Sanat Sorumlusu Meryem İpek yaptığı açılış konuşmasında serginin 11 Ekim'de planlandığını yaşanan İzmir depreminden dolayı ertelendiğini ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü. 

"Bu tür üzücü olayların yaşanmamasını diliyorum. Tüm olumsuzluklara rağmen umudumuzu kaybetmeden heyecanımızı yitirmeden sanat dolu günler ve sanatsal etkinliklerle İzmirli sanatseverlerle buluşmaya devam ediyoruz. "Aynaya Bak" isimli sergimiz 1 Aralık 2020 tarihine kadar ziyarete açık kalacak. Sanatseverleri sergimizi gezmeye bekliyoruz" dedi.  

Ressam Ahmet Dut  açılış konuşmasını yapmadan önce eşi Mürşide Dut'a ait dizeleri okuyarak başladı. Sanatçı konuşmasında şu ifadelere yer verdi:


"Ben yıllarca aynı aynadan seyrettim kendimi. Gördüğümü gerçek sandım. Oysa aynalar vardı, nicedir bakmayı unuttuğum ya da bakmaya korktuğum. Ne zaman ki baktığım her nesnenin ayna olduğunu fark ettim ve kendi yansımamı gördüm her birinde. İşte o zaman ben olmaktan çıktım. Biz olma yolculuğum böyle başlamış oldu. 

"Aynaya bak" ki geçmişe ya da geleceğe olmasın yolculuğun. Zamanların şimdide bıraktığı izlere ve bunların geleceğe taşıdığı umutlara çevir bakışlarını. "Aynanın sırrı aynaya bakanın gördüklerindedir" diye konuştu. 

Sanatçı İzmirdehaber.com'a yaptığı açıklamasında şu sözlere yer verdi:  

Resimlerimde genelde insan figürleri hakimdir. Kadın erkek ilişkileri, kişinin toplumla ilişkilerini irdelemeye çalışırım. Hayatın acımasızlıkları içinde tatlı rüyalar da görebilmenin de olduğunu göstermek isterim. Bazı tablolarıma ufak tefek dokunuşlarla espriler katmaya çalışırım. 

Nurten Öğüt-Huriye Yapar-Ahmet Dut

Serginin konsepti aynaya bak 

Ayna karşısına geçerek saçımızı düzelttiğimiz bir nesne. Bakmak ve görmeyi başarabilirsek karşımızdaki her şey bir ayna. Beslediğimiz kedimiz, köpeğimiz, oturduğumuz koltuk bir ayna. Ben çalışmalarımda aynayı bir yansıma olarak kullandım. Ayna olarak kabullendiğim kişilerin, nesnelerin bana yansımalarını resme dönüştürmeye çalıştım. 


20 eserden oluşan "Aynaya Bak" sergisi sanatseverler tarafından beğeni ile karşılandı.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


17 Kasım 2020

Lapsekili Güzel İulia Anastasiu Hikayesi

”Kuruluşundan Günümüze Lapseki” ile tanıdık onu. “Milli Mücadelede Nazilli 1919-1922” dikkat çeken ikinci eseriydi. Daha sonra “Dünden Bugüne Nazilli” ve “Lampsakos’tan Lapseki’ye” kitaplarını severek okuduğumuz Araştırmacı yazar Aslan Buğdaycı güzel bir hikayeyi okuyucularıyla paylaştı:


Bu kısıtlama günlerinde sizlere bundan 100 yıl öncesine ait değişik bir hikâye anlatmak isterim. Bu tür hikayeler kent belleği açısından çok önemlidir. Şimdi 100 yıl öncesine dönelim.
İulia Anastasiu 1902 yılında Lapseki'de doğdu. Stamato Tulumcuoglu'nun Anastasia Anastasiun'nun üçüncü çocuğuydu. Eğitimini tamamladıktan sonra Lapseki kız okulunda öğretmenlik yapmaya başladı. Güzelliği kentte yaşayan tüm erkeklerin ilgisini çekmekteydi. Kendisi çevrede "Efsane öğretmen" olarak tanınan güzel İulia ile evlenmek isteyen ve ona aşık olan gençler kendisi için şarkılar besteleyip evinin balkonunun altında seranat yaparcasına bu şarkıları söylerlerdi.
"Öğretmen güzeli, en sevdiğin kim senin,
O mu, bu mu yoksa büyük Bicos mu.?
Kasapların en alası Kiryaki' yi severim,
Çengelli bıyıklarıyla, katırlarla dolaşan Tifani'yi de severim"
bu oyun bu un" diyerek kendilerini beğendirme yarışına girerlerdi. Bu şiir ve şarkı içindeki " Bicos " ismi Georgios Catalbasi'nın lakabıydı. Bu kişi Lapseki'nin en yakışıklı delikanlılarından biriydi. Çevrede bağları ve bahçeleri olan Bicos' u seven kızların çokluğu şaşırtıcıydı. Ama o gönlünü güzel öğretmen İulia' ya kaptırmıştı. Gece - gündüz balkonunun altından geçer ve arkadaşlarıyla beraber ona şarkılar söylerdi. Bazen de İulia'nın duyup pencereye çıkması için atına binip sokaklarda dolaşır malların kaldırım taşlarına vuruşu ile etrafı inletirdi.

Diğer damat adayı da Kiryakos Kukulithras idi. Varlıklı, yetenekli, uzun boylu, yakışıklı, güzel bıyıklı ve parası bol bir delikanlıydı. Lapseki'nin en büyük kasap dükkanının sahibiydi. Yörenin bütün et alışverişi oradan yapılırdı. Yanında çok çalışanı vardı. İulia ile evlenmeyi başarabilmek için kızın ailesine kendisini beğendirmek için para karşılığında tanıdıklarına kendisini övmelerini istermiş.
Diğer üçüncü damat adayı ise Lapseki'de sahile çıkan yalı sokağında (çocukluğum ve gençliğim bu sokak içindeki evimizde geçmiştir) iki katlı evi, Lapseki sırtlarında ve Subaşı köyünde büyük toprakları olan Yannis Teofanis' ti . Yannis tarım ve hayvancılık ile ugraşırdı. Çok sayıda cins atları vardı. Bundan başka tarla işlerinde kullanılan katırları da vardı. Her pazar soylu atlarını eyerleyip "Çınar altı meydanında" dolaşırdı. Amacı genç kızların ve özellikle İulia' nin dikkatini çekmekti. Güzel öğretmen İulia, bu damat adaylarından hiç kimseyi beğenmez ve istemezdi. Sık sık annesine " bıktım bunlardan, tahammül edemiyorum artık" derdi. O zaman ki adetlere göre damadın evleneceği kadınla yaşayacağı evden başka serveti de olmalıydı. Atlar, katırlar, bağlar bahçeler, zeytinlikler ve ziynet eşyaları gibi.

Ancak öğretmen İulia o günkü Lapseki de istediği yaşam kalitesini bulamadı. Özellikle eğitim sorunu ortaya çıktı. Çünkü kendi seviyesinde onu anlayabilecek ve ortak duygu ve düşünce paydalarında birliktelikler bulamadı. Bu nedenlerle İulia' aniden ve gizlice 9 Haziran 1922 de kimseye haber vermeden buna yakınları da dahil olarak Amerika'ya giden bir gemiyle Lapseki den ayrıldı. Bu ayrılık haberi üzerine bütün delikanlılar yasa boğuldu. Bazıları üzüntüsünden ağlıyor ve balkonunun altında şarkı söylemeyi sürdürüyordu.

Ancak bir süre sonra unutmaya başladılar. Türk ordusunun 25 Eylül 1922'de Lapseki'yi işgalden kurtardığı tarihten 11 gün önce yani 14 Eylül 1922 de Rumlar Lapseki'den ayrılarak Atina'ya göç ettlier. İulia'nın annesi Stamato Tulumcuoğlu bu günkü Ortodoks patriği Barthrlemos'un annesinin kuzeniydi.
Bundan yüzyıl öncesini anlatan bu tür hikayelerden ilçemiz tarihi ile ilgili bazı sosyo- ekonomik bilgilere ulaşmamız mümkün olmaktadır. Örneğin: O tarihlerde Lapseki'de bir Rum (kız) okulunun varlığına tanık oluyoruz. Ayrıca 1920.ve öncesinde Lapseki'de oturan Rumların isimlerinin bazıları, ne işler yaptıklarını, işlerin çeşitlerini, evlilik adetlerini, gelenek ve görenekleri hakkında bizlere az da olsa bazı bilgileri sunuyor.

Belki yüz yıl sonra birileri çıkar bu gün bizlerin yaşadıklarını gelecek kuşaklara aktarmak için çaba sarf ederler.

Aslan Buğdaycı hakkında:

1946 yılı İstanbul/Paşabahçe doğumlu. Babası Cumhuriyet’in ilk polislerindendi. Babasının memuriyeti nedeniyle çocukluk ve gençlik yılları Ezine ve Lapseki’de geçti. Biga Lisesini başarı ile bitirdi. Tarih sevgisi çocukluk yıllarından beri hep vardı. Notları yüksek olduğu için Tarih dersinde öğretmenleri sözlü sınava kaldırmazlardı. Üniversite sınavlarını kazanınca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümüne yazıldı. O yıllar Türkiye’de Üniversite mezunu kütüphaneciler yoktu. Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümünü okurken Tarih ve İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nu da bitirdi.
İlk çalışma yerim Yozgat daha sonra Nevşehir/Ürgüp, Aydın/Nazilli’de Halk Kütüphanesi Müdürlüğü görevlerini yaptı. 2001-2005 yılları arasında İzmir Kültür ve Turizm İl Müdür Yardımcılığı görevinde bulunduktan sonra emekli oldu.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

16 Kasım 2020

İzmir Tabip Odasından kritik açıklama: Salgın Yayılıyor

İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu, 17 Kasım Salı günü İzmir Tabip Odası konferans salonunda bir basın açıklaması yaparak “Salgın yayılıyor! “Toplumsal hareketlilik” derhal en etkin biçimde kısıtlanmalıdır” dedi.


Basın açıklamasına, İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Çamlı, Genel Sekreter Dr. Nuri Seha Yüksel, Yönetim Kurulu Üyeleri Dr. Zeynep Altın ve Prof. Dr. Süleyman Kaynak katıldı. 

Basın açıklamasına DİSK Ege Bölge Temsilcisi, Ege Kent Konseyi Başkanı, TMMOB İKK Sözcüsü, SES İzmir Şube yöneticileri, Radyoloji teknikerleri Derneği İzmir temsilcisi de destek verdi. 

Basın açıklaması, 16 Kasım da Urla'da Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiren Aile hekimi Cengiz Çil'in anısına 1 dakikalık saygı duruşu ile başladı.

Basın açıklamasını İzmir Tabip Odası Başkanı Lütfi Çamlı okudu. Çamlı, Kısa süre önce yaşadığımız deprem salgına eklenmiştir. Resmi makamlarca deprem’i izleyen 10. günde olgu sayısının depremin başladığı güne göre iki katına çıktığı açıklanmıştır. Bu durum doğru karar verme, doğru yöntem uygulamanın önemini çok daha yaşamsal yapmaktadır. Geldiğimiz noktada İzmir’de günlük test pozitiflik oranları duyumlarına göre % 30'lar düzeyine ulaştığı ifade eden Çamlı, "3000-3500 kişide test pozitif saptanabilmektedir. Ambulanslar olguları taşımakta zorlanmaktadır. Hastanelerde mevcut servisler, yoğun bakımlar yetmiyor, yeni COVID-19 servisleri ve yoğun bakımlar açılıyor. Serviste ya da yoğun bakımda yatması gereken birçok hasta acillerde ya da servislerde bekletilip yatırılacakları yatakların “boşalması” bekleniyor. Sadece COVID-19 hastaları değil, diğer hastalar da servis, yatak, yoğun bakım sıkıntısı yüzünden kamusal sağlık hizmetine ulaşmakta güçlük çekiyor" dedi. Hızlı tanı ve tedavinin hayati önem taşıdığı birçok hastalığın taramasının da yapılamadığını söyleyen Çamlı, "İlçe Sağlık Müdürlükleri’nin ve TSM’lerin üzerine yıkılmış olan filyasyon çalışmalarında olgulara yetişilemiyor. Günlerce ilacına ulaşamayan hastaların sayısı giderek artıyor. Hastalara oldukça özellikli ve yan etkileri olan ilaçların dağıtımda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Aile hekimleri de isyan halinde. Giderek artan sayıda pozitif ve temaslı olgu izlemine yetişemiyorlar" dedi. İzmir’de de salgının kontrolden çıktığını belirten Çamlı, verilerin en fazla bulaşın ev içi, çalışma ortamı ve toplu ulaşımdan olduğunu gösterdiğini söyledi. 


Salgının kontrolden çıktığı bir dönemde artık maske, mesafe, hijyen demenin sorunu çözmediğini anlamak gerektiğini dile getiren Çamlı, "Salgınla mücadelenin sorumluluğu yalnızca yurttaşa, bireye indirgeyerek bu sorunla baş edilemez. Sağlık sistemimizin yanıt verme kapasitesini çok zorlayan bir noktadayız. Salgının böyle devam etmesi, hasta sayılarının böyle artması durumunda hiçbir sağlık sisteminin yeterli olamayacağı, çökeceği göz önüne alınmalıdır" diyerek Tabip Odası olarak önerileri sıraladı: 

8 Maddelik öneri şöyle:


1) Genelde Türkiye, özel olarak İzmir’e ait tüm veriler kamuoyu ile şeffaf ve ayrıntılı biçimde paylaşılmalıdır. İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulları etkinleştirilmeli ve Tabip Odaları bu kurula dahil edilmelidirler.

2) Sahadan alınan verilerin ışığında yapılacak kısıtlama temel, zorunlu ve acil hizmet üreten sektörler dışında çalışma hayatının durdurulması da olmak üzere virüsün yayılmasını azaltacak gerekli bütün önlemler hızla hayata geçirilmelidir. Alınacak önlemler en fazla zarar gören ve görecek dezavantajlı kesimlerin (çalışanlar/dar gelirli, işsiz, yoksullar, kadınlar, çocuklar, engelliler, 65 yaş üstü, sığınmacılar, vd.) ekonomik ve sosyal olarak olumsuz etkilenmelerden korunmasını sağlayacak ekonomik ve sosyal destek mekanizmalarının oluşturulmasıyla birlikte/eş zamanlı yürürlüğe konmalı ve denetlenmelidir. 

3) Salgın mücadelesinde koruyucu sağlık hizmetleri güçlendirilmeli, birinci basamak sağlık hizmetlerinin etkinliğini artıracak şekilde organizasyonu gerçekleştirilmelidir. 

4) Salgınla mücadele edebilmek için daha çok merkezde, daha çok sayıda test yapılmalı; pozitif vakaların erken tanınması, etkin biçimde izole edilmesi, temaslıların karantinaya alınması sağlanmalıdır. 

5) Hastanede tedavisi gerekmeyen kişilerin izolasyon ve takibi için kullanıma uygun kamu pansiyon, yurt vb. ortamlar ayarlanmalı, bu konuda yerel yönetimlerle iş birliğine gidilmeli, hane içi yayılımın önüne geçilmelidir.

6) Salgın ile mücadelede tüm olanaklar toplum sağlığı yararına kullanılmalı, kamu sağlık kurumlarının ihtiyaca cevap veremediği her durumda özel hastaneler Sağlık Bakanlığı’nın kontrolüne geçirilmeli, yurttaşların sağlık hizmetlerine erişimi istisnasız ve ön koşulsuz bütünüyle parasız olmalıdır. 




7) COVID-19 dışı hastaların aylardır ertelemek zorunda kaldıkları sağlık sorunları ve bu konuda yaşanan sorunlar dikkate alınarak “pandemi dışı hastaneler” belirlenmeli, pandemi dışı sağlık sorunları için başvurulabilecek güvenli alanlar yaratılmalıdır.

8) Sağlık çalışanları yorgundur. Salgın ile en önde, özveri ile mücadele eden sağlık çalışanlarını korumayı öncelemeyen hiçbir ülke salgınla baş edemez.  Salgının başından beri yöneticiler tarafından yapılan eşit ve adil olmayan görev dağılımı, eşitsiz ek ödemeler, sosyal ve ekonomik kısıtlılıkların yanında bir de hergün meslektaşlarının ölümüyle moral ve motivasyonu bozulan sağlık çalışanları tükenmiştir. Nitelikli ve yeterli koruyucu ekipmana ulaşmakta zorlanan, gelecek kaygısı taşıyan sağlık çalışanları büyük sıkıntılar yaşamalarına karşın özveri ile çalışmaktadır. Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ve özlük hakları hızla düzeltilmelidir. Pandemide en az 10 kat daha yüksek bulaş riski taşıyan, hastalanan ve şimdiye kadar 160’ a yakın kayıp veren sağlık çalışanlarının desteklenmesi ve bu olayın “meslek hastalığı” olarak yasalarda yer alması sağlanmalıdır. 

Dr. Lütfi Çamlı  "Nihayetinde acilen aklın ve bilimin ışığında açık, şeffaf, güvenilir, toplumun bütün kesimlerinin katılımına açık, salgın mücadelesini bütüncül olarak ele alan yeni bir salgın politikası oluşturulmasını, geciktirilmemesi gereken, ertelenemez bir görev olarak tespit ediyoruz ve yetkilileri ivedi olarak önlem almaya, sorumluluklarına uygun adımlar atmaya, başta siyasi partiler, milletvekilleri olmak üzere bütün İzmir örgütlü yapılarını yetkililer üzerinde basınç oluşturmaya, girişimde bulunmaya, çağırıyoruz"  dedi.
İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Nuri Seha Yüksel aile sağlığı merkezlerinde dönüşümlü çalışmaya ihtiyacı olduğunu söyledi. 

Prof. Dr. Süleyman Kaynak ise “pandeminin bütün sorumluluğu vatandaşa yönlendirmek doğru değildir. Evde izolasyon yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Karantina ve izolasyon, temas taramaları sürecin tümüyle yeni baştan ele alınıp organize edilmemesi gerektiğini ifade etti. 




Basın mensuplarından gelen soruları yanıtlayan Dr. Lütfi Çamlı, basın açıklamasına katılanlara teşekkür etti.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

14 Kasım 2020

Doğukan 1 Yaşında


Akademi Ayşe Gürbulak İşletmeci Ayşe Gürbulak oğlu Doğukan'ın birinci yaşını kutladı. Gürbulak pandemi önlemleri kapsamında çok kalabalık olmaması için 2 parti organize etti. Partide her detayın en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğünü söyleyen Ayşe Gürbulak duygularını şu sözlerle anlattı;

Oğlum Doğukan benim için mucize. Evlat sevgisinin ne kadar güzel olduğunu bana öğretti. Herkesin evladı gibi Doğukan'da benim en kıymetlim. Çok sağlıklı ve uzun bir ömrü olsun. İlk partimizi Konak Akademi Ayşe Gürbulak Eğitim Yeri'nde yaptık. Sosyal mesafeli çok neşeli ve keyifli bir parti oldu. Virüs nedeniyle çok kalabalık olmak istemedik. Önce arkadaşlarımız için bir parti verdik. 15 Kasım Pazar günü ailemizle evimizde ayrı bir parti vereceğiz.


 

Minik Doğukan doğum günü pastasını annesi ile birlikte kesti. 


Ayşe Gürbulak oğlunun 1 yaş günü için hazırladığı bir videoyu'da davetlilerle paylaşarak Doğukan'ın ilk doğum gününde kendileri ile birlikte olan herkese çok teşekkür etti.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

13 Kasım 2020

Doğal Bir Probiyotik Arı Ekmeği

Son yıllarda yapılan araştırmalarda arı ekmeğinin faydaları ortaya çıktı. Arı ekmeği, mide ve bağırsak sağlığı açısından çok değerli bir ürün olduğu biliniyor. Doğal bir probiyotik olan arı ekmeği bağırsak florasını dengeleyip, sağlığı olumlu yönde etkileyerek ayrıca mide ve bağırsağımızın dostu olduğunu söyleyen arıcı İbrahim Bakır ürettiği tüm arı ürünlerinde hiç bir katkı maddesi olmadığını belirtti. 


Daha kaliteli bal almak için arılarını gezdirdiğini söyleyen işini severek yapan Bal-Gör İşletmecisi Bakır, televizyon ve internet sitelerinden arı ürünlerinin faydalarını öğrenen vatandaşlar arı ekmeği, propolis gibi ürünlere rağbet gösterdiğini söyleyerek şu ifadelere yer verdi:  

"İzmir Kemalpaşa Ören mahallesinde (köy) 10 yıldır arıcılık yapıyorum. Daha önce kiraz bahçemizde kiraz yetiştiriyorduk. 1989 yılında kiraz bahçemizde bir oğul arı bulduk. Arıcılığa amatör olarak başladık. Kiraz bahçemizin çiçeklenme döneminde bahçemize yerleştirdiğimiz kovanların hem verimi hem de kaliteyi arttırdığını gördük. Kemalpaşa Ören'de yaşayan aslen Gümüşhaneli Hacı abimiz arıcılık işi yapıyordu. Ben de amatör olarak başladığım arıcılıkta hacı abimden çok şey öğrendim. Bu işi ilerletmeye karar verdim. Şu an 450 kovanla çalışıyorum.   

Arı ekmeğine talepler artmaya başladı

Tarım ve Orman Bakanlığı Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü tarafından başlatılan arıcılık projesi kapsamında ege bölgesinden seçilen arıcılar Romanya'ya götürüldü. Ben de proje kapsamında Romanya'ya gittim. Arıcılıkta ürün çeşitliliğinin arttırılması, arı ürünlerinin üretim modelleri, arı ürünlerinin muhafazası gibi çok önemli konularda eğitim aldık. Romanya Arıcılar Birliğine ait arı ürünleri fabrikasını ve arıcıları gezerek bilgilendirildik. Arı ekmeği hakkında bilgi aldık. Ben de arı ekmeğini tanıtmak için çalışıyorum. Arı ekmeği, arıların kendi yavrularını beslemek için doğadan topladıkları polenin, petek gözlerine depolanırken, arının kendi bünyesinden kattığı salgılarla zenginleşmiş, belirli bir süre sonunda arının istediği kıvamda olgunlaşmış halidir. Oldukça besleyici bir gıda olan ürünü kendim üretmeye başladım ve satışını yapıyorum. Ayrıca çam balı, çiçek balı, kestane balı dışında propolis, polen, arı sütü gibi sağlıklı ürünler de üretiyoruz.  


Bitki örtüsüne göre arılarımı gezdiriyorum

Kemalpaşa Ören bahar mevsimi arılar için güzel bir dönem. Daha sonra Manisa Selendi ilçesinin Yenice mahallesine çıkıyoruz. Buradan karaçalı bitkisinden çaltı balı üretiyoruz. Orada işimiz bitince Kütahya yaylalarına çıkıyoruz. Burada arılarımız hem gelişiyor hem de çiçek balı üretiyorlar. Ağustos ayının ortalarında tekrar Ören'e dönüyoruz. Çam balı üretiyoruz. Püren balı elde etmek için de Ekim ayı gibi Gümüldür tarafına gidiyoruz. Püren çiçeği arılarımızı çok güçlendirdiği gibi insanlara çok yararlı bir bal çeşididir. Sonbahar da yağmur olursa çiçeklenir. Üretimi az olan çok yararlı bir baldır. Bursa Karacabey Kurşunlu mahallesine de kovan götürerek kestane balı üretiyorum. Kestane balının çok faydalı bir bal olduğunu herkes biliyor. Sofra balı değildir. Ölçülü miktarda tüketmek gerekir. Bahar ve yaz dönemi yeterli yağmur olmazsa Trakya bölgesine giderek ayçiçeği tarlalarının bulunduğu alanlara kovanları kuruyorum. Çiçek balı üretmeye devam ediyorum.  

Ballarımı kendim ürettiğim için fiyatlar çok uygun. Çarşamba günleri Kültürpark üretici pazarına katılıyorum. Üretici pazarları aracısız satıcıya ulaştığı için hem fiyatlar uygun hem de doğal ürünler bulunuyor. Üretici pazarlarının tüketiciler için önemli pazarlar olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Kemalpaşa Ören'de üretim ve satış yaptığım kendime ait işyerimden veya instagram.com/balgorsatis üzerinden bana ulaşabilirler. 


 

Kendi arılarımı üretiyorum

Arıcılık konusunda bilgi sahibi olmak isteyenlere destek olmaya çalışıyorum. Balda istediğim kaliteyi elde etmek için kendi arılarımı larva yöntemiyle üretiyorum. Ürettiğim ana arıların satışını yapıyorum. Türkiye dünyada önemli bir arıcılık ülkesi. Arı ürünlerini tanıtım için daha çok çalışmamız gerekiyor. Arıların insan sağlığına olumlu katkıları olduğunu biliyoruz. Dünyada arıcılık alternatif tıp olarak çalışmalarını sürdürüyor. Biz de arının faydalarından daha çok yararlanmamız için daha çok çalışmalıyız."



İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT