Bir babanın vasiyeti üzerine kaleme alınmış gerçek bir yaşam
öyküsü Albümdeki Mucize. Albümdeki Mucize kitabının yazarı Aysu Kumbaracı Günay
aynı zamanda resim sanatıyla da ilgileniyor. Sanatçıyı ziyaret ettiğim evinde kendi
resimleri ve sanatçı dostlarının resimlerini sergilemiş. Sanat kokan evinde
Aysu Kumbaracı Günay ile ilk kitabı hakkında merak edilenleri konuştuk.
Kitabınızın ortaya
çıkış öyküsünü anlatır mısınız?
Babam son krizini atlatıp eve geldiğinde, odasında gözünden
bile kıskandığı, hatıralarını toplayıp sakladığı ve her şeyden çok önem verdiği
albümü, yırtıp yerlere saçmıştı. Çocukluğumuzdan başlayan fotoğraflar, ailemiz
büyüdükçe çoğaldığı için, ince albüm siyah sayfa ilave edilerek kalınlaşmıştı.
Her yırttığı sayfada ruhu bir kıyıdan ötekine gitmiş derin yaralar almış
olmalıydı. Bizim hayat hikayemiz de bu fotoğraflarda saklıydı.
Babam bu olaydan sonra yanıma geldi. Kızım dedi, ben yolun
sonuna geldim. Çok güzel bir geçmişimiz var. İyi bir hayat sürdük.
Hayatımızdaki ders verici olayların, yaşadığımız güzel anıların bir kitap
haline getirilmesini istiyorum.
Babama o gün kitap yazacağıma dair söz verdim. Yazdıklarım
bir roman gibi değil, yaşantımda iz bırakan olayları sıraladığım bir günlük.
Geçmişi önce babamdan dinledim. Babamı kaybettikten sonra annem kitabımın
oluşumunda çok yardımcı oldu. Annem anlattı ben düne dönük ne varsa araştırdım
ve yazdım.
Nasıl çalışmalar
yaptınız?
Atatürk’ün Nutuk kitabından tarihimizi anlatan birçok kitap
okudum. Notlar aldım. Anne ve babamı anlattıklarıyla tarihin içinde bir aile
olduğumuzu biliyordum. Çok fazla kitap okudum ve büyüklerimizden anılarımızı
dinledim.
Kitabınızı ne kadar
sürede yazdınız?
15 yıl sürdü. Gece gündüz hep okudum. Çok araştırdım.
Kitabımı yazmaya başlamadan önce sürekli okudum, anne ve babamdan
anlattıklarını dinledim. Daha sonra yazmaya başladım.
Kitabı hazırlarken
geçmiş yıllarda yaşadığınız ilginç olaylar da gün yüzüne çıkmıştır diye
düşünüyorum. Bu anılardan birini bizimle paylaşır mısınız?
Seneler sonra kendi hayatımı yazarken başrolü ben üstlendim.
Ne kadar hassas bir durum olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Sekiz çocuklu bir
ailenin en büyük kızıydım. Çocukluk günlerimin gözlerimin önünden gitmeyen
görüntüsü de yemek saati geldiğinde, yemek masasının çevresinde gönüllü olarak
oluşturduğumuz arılar ordusu görüntüsüdür. Yaşantımızdaki külleri eşeledikçe
neler çıktı altından neler.. Ailemin iz bırakan olaylarını sırasıyla yazdım.
Yazdıklarımın hepsi benim için çok ilginç ve değerlidir.
Babaannenizin size
anlattığı Çanakkale Savaşı’nın başladığı yılları anlatan bölümden bahseder
misiniz?
Babaannem Zehra o günleri anlatırken vücudumdan soğuk terler
boşanıyor diyordu. 11 Ekim 1914 gecesi davul sesiyle uyandık diye başladı
anlatmaya.
“Davul çalıyor, hayırlara vesile olur İnşallah” dedi. Ses
yaklaştıkça içimizdeki sıkıntı da artıyordu. Bekçi baba sokaktaki gaz
lambasının altında durdu. Davudi bir sesle bağırmaya başladı. Duyduk duymadık
demeyin (Hicri yıl 1880-1840) yılları arasında doğanlar 48 saat içinde askerlik
dairesine başvuracaklardır. Hepimiz kapıyı açıp dışarı çıktık. Babam, bu ne
demek? Dedi. Ne demek olacak, savaş demek. Memleket savaşa girdi beyim.
29 Temmuz 1914 tarihli İlk Adım Gazetesi, İlan-ı Harp
başlığıyla çıktı. Bu Birinci Dünya Savaşının resmen başladığını ilan ediyordu.
11 Ekim 1914 Sultan Mehmet Reşad Cihan-ı Ekber ilan ediyordu.
Tarihimize 195’liler olarak geçen 195 kahramanımızın en
genci 17, en kıdemlisi 22 yaşındadır. Tümü öğrenci olan orta ve lise
öğrencileri, bir bölümü ise öğrenimlerini İstanbul Darülfünun da
sürdürmektedir. Olağanüstü vatanseverlikleri ve kahramanlıkları dışında onların
ortak özelliği tümünün “maksubeli” oluşudur. Maksubeli sözcüğü yerine bu gün
“Tescilli” sözcüğü kullanılmaktadır. Yasalara göre öğrenci olan ve bu sebeple
askere alınmayan bu gençler kimliklerini saklayarak askerlik şubesine
başvururlar.
Ağabeyim Hayri Kumbaracı da bu grubun içindedir. Büyük abim
Fevzi Kumbaracı da Askerlik şubesine başvurmuş. Şimdilik aynı aileden bir
gönüllü yeter demişler.
Yıl 1915, babam öleli neredeyse bir yıl oluyordu. Hayri
ağabeyi’mden bir haber alamıyorduk. Annemle ben sık sık askerli dairesine
uğruyor bir netice alamadan geri dönüyorduk. Üzgünüz, böyle bir bilgi şimdilik
elimize geçmedi. Biz sizi daha sonra ararız. Sağ mı, ölü mü belirsiz. Bu
belirsizlik bizi kahrediyordu. Annem göz pınarlarında biriken yaşlarını
göstermemek için başını yukarı kaldırarak cesur görünmeye çalışırdı. Ama
ağabeyim yaşıyordu. Bunu bütün kalbiyle hissediyordu annem”.
Bu bölüm kitabımda yazdığım Çanakkale anılarımızın bir
bölümü. Okuyucularım kitabımda Çanakkale anılarımızın daha fazlasını
bulabilecektir.
8 yaşında ilk orucunuzu
tuttuğunuz ve neler yaşadığınıza dair güzel bir anınız var. Bu anınızı
okuyucularımızla da paylaşır mısınız?
Evet, çok hoş bir anıydı. Bu bölümü de kitabımdan paylaşarak
okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
“Ramazan’ın bahara rasgeldiği bir Pazar günü, Verda
evlerinin arka bahçesinde yaş günü partisi verdi. Mahalleden ve okuldan birçok
arkadaşı, akrabaları, aile dostları bahçeyi doldurmuştu. Fotoğraflarımızı
çekmek için bir fotoğrafçı tutulmuştu. Biz çocukları eğlendirmek içinse
palyaçolar. Temiz beyaz bir örtü serilmiş masanın üzeri çörek, börek,
çerezlerle dolmuş, soğuk içecekleri hizmetli bardaklara dökmekle meşguldü. Biz
üç kardeş öteki çocuklarla birlikte palyaçoların komikliklerine kaptırmış
katıla katıla gülerken, “Pasta Geldi” sesiyle beyaz örtülü masanın etrafında
toplandık. Üç katlı çok güzel süslenmiş pastanın yanında Verda duruyordu.
Annesi Media Hanım teyze beni de Verda’nın yanına çağırdı. Pastanın üzerine
konan mumları Verda bir üflemede söndürdü. Bu arada fotoğrafçı poz poz
fotoğrafımızı çekiyordu. Sıra birbirimize pasta yedirmeye geldi. İkimiz aynı
anda çatalımıza aldığımız pastayı birbirimizin ağzına götürürken flaşlar
patladı. İnanılmaz bir lezzetti. Büyük bir keyifle ağzıma aldığım lokmayı
yutarken oruçlu olduğum aklıma geldi. “Eyvah, ben bugün oruçluydum. Orucum
bozuldu, diyerek ağzımdakileri tüküre tüküre oradan uzaklaştım. Gözümden ip gibi
yaşlar akıyor, gitti güzel orucum diye hayıflanıyordum.
Koşarak eve kendimi zor attım. Beni ninem yatıştırdı.
Bilmeden yediğimiz ve içtiğimiz hiçbir şey orucu bozmazmış. Çok rahatladım.
Arkamdan gelen Aynur, “Ablam bizi rezil etti” dedi.
İlk aşkınızı anlattığınız
bölümde gerçekten aşık olan herkesin kendinden bir şeyler bulabileceğine
inanıyorum. Bu anılarınızla ilgili neler söylemek istersiniz?
İlk defa biri bana duygularını açıklıkla dile getiren bir
mektup göndermişti. O gün mektubun cevabını yazmadım. Ardından defterimin
arasında saklanan cevabını yazmadığım onlarca mektup almaya devam ettim. Öyle
duygulu, öyle güzel sözcüklerle dolu mektupların sahibini çok merak ederek uzun
bir süre geçti. Büyülenmiş gibi bana yazılan mektupları okuyarak geçirdiğim
günlerimi kitabımda yazdım. İlk aşk hikayem kavuşmadan bitti. Benim penceremden
ilk aşkımı anlattığım satırların okuyucuların yüreğine dokunacağına
inanıyorum.
Okurlar kitabınızı
nereden temin edebilir?
Galeri Seba’dan temin edebilirler. 0 232 445 3340
İnternet üzerinden aysukumbaraci instagram hesabımdan da
bana ulaşabilirler.
Aysu Kumbaracı Günay
kimdir?
1951 İzmir doğumlu. Sekiz çocuklu ailenin ilk çocuğu olarak
dünyaya geldi. Babası astsubay, annesi ev hanımı.
1969-1970 Hatay Kız İlköğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Daha
sonra Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde iki yıllık öğreniminş
tamamlayarak 30 Eylül 1967 tarihinde mezun oldu.
Karaman’da Avukat İsfediyar Günay ile evlendikten sonra
öğretmenlik hayatı ile birlikte, kendi atölyesinde resim çalışmalarına başladı.
Kısa sürede çiçek ressamı olarak tanındı. İnsanlar arasındaki kardeşliği,
barışı ve sevgiyi perçinlemek için seçmişti çiçekleri. Daha sonra gittiği
Devlet Resim Heykel Müzesi, Baskı Atölyesi’nde “Çizgisel Düşler” adını taktığı
resim yanı sıra babası Zühtü Kumbaracı’nın vasiyeti üzerine ailesinin romanını
yazmaya koyuldu. Yazdığı şiirleri birçok yarışmada derece aldı.
İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT