30 Temmuz 2018

Ben Güçlü Bir Kadınım

Yazar Perihan Onat, ilk kitabı “Ben Güçlü Bir Kadınım” ile hayatının uzunca bir bölümünü kaleme almış. Bir kadının başına gelenleri ve iki çocuğu için gösterdiği fedakarlıkları, hayata yeniden başlama mücadelesini sayfalara dökmüş.
Yazar Perihan Onat ile ilk kitabı “Ben Güçlü Bir Kadınım”ı konuştuk.

Kimdir Perihan Onat? Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Kilis doğumluyum. Babam DDY memur olduğu için Samsun –Tire ve daha sonra İzmir’de görev aldı. Öğrenimimi izmir’de tamamladım. Özel bir bankada iki yıl çalıştıktan sonra İzmir Defterdarlığı Basmane, 9 Eylül Vergi Daireleri ile en son Vergi Denetmenleri Başkanlığı bürosunda servi şefi olarak görev yaptım. 1981-1984 yılları arasında Fransız Kültür Derneği’nin akşam kurslarına katılarak sertifika aldım.
1996 yılı Eylül ayında emekli oldum. Cumhuriyet Kadınları Derneği İzmir Şubesi ve Ege Kültür Platformu Derneği üyesiyim. Topluma ve ülkeme faydalı gönüllü çalışmalar yapmak için çaba gösteriyorum.

İlk kitabınızı çıkartmayı ne zaman ve nasıl düşündünüz?
Bende kitap yazma arzusu yıllar önce başlamıştı. Ben mutlaka yazmak istiyordum. Birkaç kez yazmayı, denedim. Sayfalarca yazdım, bıraktım. Emekli olduktan sonra karar verdim. Üç yıl önce “Ben Güçlü Bir Kadınım” kitabımı yazmaya başladım. Hayatımın uzunca bir bölümünü yazdım. 2017 yılında kitabım okuyucuyla buluştu.

“Ben Güçlü Bir Kadınım” kitabınızdan bahseder misiniz?
“Ben Güçlü Bir Kadınım” kitabımda kız evladı olan anne ve babalara seslenmek istedim. Kız çocuklarını okutmayıp, evlendiren anne babalara, bırakın önce kızlarınız büyüsünler, okusunlar ve kişilikleri gelişsin. Kız çocukları özgür iradeleriyle kendi kararlarını kendileri versin. Anneler, babalar kızlarınıza kıymayın. Kızlarınız mutsuz olursa siz de mutsuz olursunuz, demek istedim. Kendi hayatımı anlatarak anne ve babalara mesaj vermek istedim.

Sizi yazmaya özendiren şeyler nedir?
Ortaokul öğrencisi olduğum dönem İzmir’de okullar arası bir kompozisyon yarışması oldu. Konu “anne” idi. Yarışmada birinci oldum. Radyo çocuk saati programına davet edildim. Kompozisyonumu okudum, devam etmek için teklif aldım. Fakat babam izin vermedi. O yıllarda da yazma tutkum vardı. Yazma tutkusundan hiç vazgeçmedim. Kadınlarımızın, güçlü olduğu takdirde her zorluğu yenebileceklerine inanıyorum. Ben çok acı çektim, yılmadım, yıkılmadım. Kız çocuklarımızın kararlarına saygı duymayı, kimseye muhtaç olmadan çalışarak hayatını kazanan bir birey olmaları gerektiğini düşünerek yazmaya başladım.

Başka kitap çalışmalarınız var mı?
Yazmayı çok seviyorum. Şiir yazıyorum. Bazı dergi ve gazetelerde şiirlerim yayınlandı. Hikaye denemelerim var. Yeni kitap çalışmalarımın konuları belli, devam ediyorum.
Okuduğunuz ve beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?
Ayşe Kulin ve Mina Urgan severek okuduğum yazarlardır. Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Anıları” kitabını okuduğumda ben de anılarımı kitap olarak yazmayı düşünmüştüm. Hayatımın bir roman olabileceğini düşündüren bir kitaptı.

Yazar olmak isteyenlere önerileriniz nedir?
Çok kitap okusunlar. Okumayan kişiler bir kaç satır güzel cümle çıkarabilir ama bunları destekleyecek hikayeleri bir bütün halinde ortaya dökmesi zordur.

En son hangi kitabı okudunuz?
Kilis doğumlu olan Erhan Uğur’un şiir kitabını okuyorum.

Okumayı sevenlere vermek istediğiniz mesaj var mı?
Okumayı sevenlerde bir eser yaratsınlar. Ben yıllardır kitap okumayı hiç bırakmadım. “Ben Güçlü Bir Kadınım” kitabımı da okusunlar. Bu kitapta mücadele ile geçen hayat hikayem den dersler çıkartmalarını öneriyorum.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

28 Temmuz 2018

Uyku Çiçeği (Oxalis)


Yonca denildiği zaman genelde dört yapraklı ve şans getiren bir bitki aklımıza gelir. Üç yapraklı yonca olarak bilinen ve halk arasında sevilen bir süs yoncası Mor Yonca Oxalis yaprakları çok beğenilen yonca türüdür.

Mor Yonca Çiçeği (Oxalis triangularis “Purpurea”) mor renkli bir çiçektir. Yaprakları üç parçadır. Açık pembe renkli çiçek açar. Fakat çiçeklerinden çok gösterişli yaprakları için yetiştirilir.
Gündüz yapraklarını açıp gece kapadığı için “uyku çiçeği” olarak bilinir. Mor renkli yaprakları olan yonca türü, güneş batarken yapraklarını şemsiye gibi kapatır.

Bakımı kolaydır. Evde, ofiste saksı çiçeği olarak bakılabilir.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

27 Temmuz 2018

TM Ücretsiz Seminerler Düzenlemeye Devam Ediyor..


Meditasyon deyince akla tütsüler içerisinde saatlerce gözleri kapalı oturan kişiler geliyor. Meditasyon’un ne olduğunu gerçekten biliyor muyuz, kafamıza takılan soruları sormak için 5 Ağustos’ta gerçekleştirilen Transandal Meditasyon’un ücretsiz olan seminerine katıldım.
Konferansta bilimsel araştırma sonuçları ile birlikte zihnimiz, ruhsal sağlımız, bedenimiz ve toplum üzerindeki yararları konuşuldu. Ayrıca, Transantal Meditasyon tekniği yedi adımlık bir eğitim programı ile öğrenme uygulamalarından bahsedildi.

Sabah ve akşam 20 dakika kadar süren Transandantal Meditasyon düzenli uygulanırsa yararlarının anlatıldığı seminer yaklaşık 1 saat kadar sürdü. Katılımcılar merak ettikleri soruları eğitmen Cafer CEYHAN’a sordu.
Transandantal Meditasyon’un ilkeleri ve uygulamasının, dünya üzerinde mevcut olan herhangi bir zihin ve beden geliştirme yönteminden temel olarak farklı olduğu vurgulandı. Transandantal Meditasyon’un herkes tarafından kolayca öğrenilebileceğini söyleyen eğitmen Cafer CEYHAN Transandantal Meditasyon’un gözler kapalı bir şekilde rahatça oturarak sabah ve akşam yaklaşık onbeş-yirmi dakika uygulanabileceğini söyledi.
Transandantal Meditasyon ücretsiz seminerleri haftanın üç günü düzenleniyor. Seminere katılmak isteyenler internet üzerinden veya telefonla kayıt yaptırabiliyor. Eğitmen Cafer CEYHAN, tüm İzmir’lileri ücretsiz seminerlerine katılmak için davet ediyor.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


26 Temmuz 2018

Urla’da “Yaşasın Sanat” sergisi…

Urla Belediyesi ile Trakya Ressamlar Derneği işbirliğiyle düzenlenen “Yaşasın Sanat” sergisinin açılışı gerçekleştirildi.

Urla Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi Sergi Salonunda hazırlanan serginin açılışı saat 17.00’de başladı. Açılışa dernek üyesi ressamlar ve sanatseverler katıldı.

Dernek Başkanı Nazmi METİN’den açılış öncesi sergi ve (TRED) hakkında bilgi aldık;
Trakya Ressamlar Derneği (TRED) 2013 yılında Edirne’de kuruldu. Amacımız yurt içi ve yurt dışı sergileri düzenlemek. İlk sergimiz “Örgütlü Sanat için Dayanışma Sergileri” ile başladı. Bugün 24. Sergimiz için İzmir’in şirin ilçesi Urla’da toplandık. Urla’da dernek olarak ilk sergimiz olacak. Türkiye genelinde üyelerimiz var. Farklı yerlerde sergilerimizi açmaya devam edeceğiz.

Derneğimiz her yıl açtığımız sergilerimize bir üst başlık oluşturuyor. Bu dönem sergilerimizin üst başlığı “Yaşasın Sanat” sergileri adı altında açılıyor. “Yaşasın Sanat” ilk açılışını Urla’da gerçekleştiriyor. Daha sonra Edremit’te sanatseverlerle buluşacağız. Sanatçı dostlarımız ve üyelerimiz yerel yönetimlerle iletişime geçip sergi salonu, davetiyeler, afişler, katılım belgesi ve açılış kokteyli için görüşmeler yapıyor. Derneğimiz ve yerel yönetimler ortak bir çalışma yaparak sergilerimizi açıyoruz. Bu güne kadar belediyeler ile bu konularda çalışmalarımız böyle gerçekleşti. İlk kez Urla Belediyesi bizden 150TL.  salon ücreti aldı. Derneğimiz bu sergileri gelir amaçlı yapmıyor. Bizim amacımız derneğimize sanatçılarımızı üye yapmak onlara sergi imkânı tanımak. Bugün açılan sergimizde 22 sanatçımız eserlerini sergiliyor. Bu sergiye Samsun, Mersin, İzmir gibi Türkiye’nin her yerinden sanatçılarımız katıldı. Fas’tan üyemiz var. Yurt dışından sanatçılar da sergilerimize katılabiliyor. Urla Belediyesi ile iletişime geçerek bizlere destek olan dernek üyemiz ve temsilcimiz Ressam Zeynep TUNALI’ya derneğimiz adına çok teşekkür ederim.



Sanatçılar mutlaka sanat derneklerine üye olsunlar
Sanat yapmak isteyen arkadaşlarıma mutlaka örgütlenmelerini öneriyorum. Sosyal medya gruplarına değil bir derneğe mutlaka üye olun. Türkiye’de çok fazla sanat grubu var. Buralardan katılım bedelleri adı altında sergiler düzenlenerek çok fazla gelir elde ediyorlar. Sanat dernekleri resmi çalışır. Dernek üyesi ne kadar çoğalırsa yönetimlere baskı grubumuz oluşur. Bu da sanatçılar için önemlidir, dernek için önemlidir.

Sergiye katılan sanatçılardan Nurcan Özdemir;
“Renklerle dans etmeyi çocukluğumdan beri seviyordum. Çalışma hayatımda üç boyutlu bir sergiye katıldım. Çok etkilendim ve kursa giderek öğrenme kararı aldım. Çalışmalara katıldım. Kendime ait eserler ürettim. Sergilere katıldım, çalışmalarım çok beğenildi. Daha sonra üç boyutlu “Kaat’ı Sanat”ı ile çalışmalarım devam etti. Son aylarda gazete heykeli ile çalışmalarım devam ediyor. “Yaşasın Sanat” sergimizde üç boyutlu tablolarım ve üç boyutlu kaat’ı eserlerim var. Ayrıca altı adet gazete heykeli çalışmam sergileniyor. Çalışmalarım gazete heykeli üzerine yoğunlaştı. Önümüzdeki günlerde yeni çalışmalarla devam edeceğim."

Benim ileriye yönelik projelerimde ev kadınlarına yönelik çalışmalarım olacak. Evde oturan kadınlarımız üretsinler istiyorum. Ben de onlara destek vermek istiyorum” diye konuştu.

“Yaşasın Sanat” sergisi 31 Temmuz Salı gününe kadar gezilebilecek.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

Felsefe yazıları: Doğru Yerde Durmak

24 Temmuz 2018

Seydiköylü Hasan Efe


Hasan Balduk, Seydiköy (Gaziemir) doğumlu. Yetmiş üç yaşında, iki oğul beş torun sahibidir. Gaziemir’in eski maden ocakları Kızıldağ mevkiinde yaşıyor.

Yedi yaşında annesini kaybetmiş, üç kardeş kalmışlar. Babası dağda keçi çobanlığı işi yaptırmış, kırk yaşına kadar dağda yaşamış. Çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için bir süre tır şoförlüğü yapmış. Şehirleri sevememiş, çok yer gezmiş, yurt dışına çıkıp değişik ülkeler görmüş ama tekrar dağlara dönmüş.

“Ben sabah kalktığımda gübre kokusu duymak, toprakla oynamak isterim. Ben doğdum güneş doğuda doğardı, batıdan batardı. Şimdi de aynı. Değişen dünya düzeni değil İnsanlar. Giydiğim efe kıyafetimden dolayı tepkiyle yanaşan insanlar var. Şuna bak zamana uyum sağlamamış diyorlar. Efe torunuyum, efe elbisesi giyiyorum.”

Seydiköy aşığı olarak tanımlıyor kendini. Eski Seydiköy’ü özlüyor. Dutlu kahveyi, keklik uçurdukları günleri, kambur terzimiz vardı. Bize bakar ölçü almaya gerek duymazdı. Diktiği kıyafetler üzerimize kalıp gibi otururdu.

Yöresel zeybek oynamayı çok seviyor. TRT, Ege Ünv. Ege Bölgesi’nden yöresel festivallerde konuk olarak çağırılıyor. Çeyiz götürme törenlerine de efe oynaması için davet ediliyor. Gaziemir Anı Evi’ne eski körüklü çizme ve pantolonlarını, yöresel eşyalarından hediye etmiş. Bir de kendi kullandığı tüfeği hediye etmiş. Anı evine Seydiköylülerin sahip çıkmasını istiyor.
Gaziemir Belediyesi, Menderes Belediyesi, Torbalı Belediyesi’nden teşekkür plaketleri almış.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


23 Temmuz 2018

Tüm Beyaz ve İri Köpekler, Akbaş mıdır?


“Türk Köpek Irkları Koruma Araştırma Islah ve Tanıtma Federasyonu” kurucu başkanı Doğan KARTAY’ın “Tüm Beyaz ve İri Köpekler, Akbaş mıdır” yazısı;
Coğrafya ve tarih kökenleri nedeniyle, gen kaynakları bize ait olan, ulusal çoban köpeklerimiz Akbaş ve Karabaş (Kangal) çoban köpeği ırklarının görünüm ayırımında, tüy rengi faktörü öncelikli ayrıntıdır. Bilindiği gibi Akbaşlar ayrıcalıksız beyazdır. Kangallar ise boz rengin tonlarında ve yüzleri kara maskelidir. Kuyruklarının dik kıvrımlı ve kulakların düşük olması ise her iki ırkın ortak özelliğidir. Bu durumda, tüm beyaz tüylü, kuyruğu kıvrık iri köpekler, safkan Akbaş mıdır? Sorusunun karşıtı kesinlikle “hayır”dır.

Akbaşların kafalarının kemik yapısının farklı özellikleri ve bazı ayrıntılar, bu konudaki kavram karmaşalarını ve çekinceleri giderecektir. Akbaşlarla başka ırktan köpeklerin kontrolsüz çiftleşmeleri sonucunda oluşan beyaz tüylü, Akbaş görünümünü andıran, aslında melez olan bu köpekleri bilerek veya yanılarak damızlık olarak kullanmak doğru değildir. Böyle melezleri gerçek Akbaşlardan ayırt etmek için başlarının morfolojik özellikleri dikkate alınır. Kangallarla çiftleşmede oluşan beyaz tüylü Akbaş görünümlü melez köpeklerinin kafa yapısı, Kangallar gibidir. Denetimli çiftleşmeler ile başın yapısı Akbaş görünümüne dönüşür.
Ülkemizde kırsal kesimde, sürü sahipleri ve çobanlar, Akbaş ve Kangalları ırklarının iyi özelliklerini birlikte taşıyan yavru üretmek amacıyla denetimli olarak çiftleştirirler. Bu şekilde oluşan yavrular, genelde Karabaştır. Bazen de Akbaş veya Akbaş görünümde melezler olabilir. Beyaz tüylü olanların safkan Akbaşlardan ayırt edilmesi, kemik yapısının incelenmesi ile anlaşılır. Kangallar baskın (dominant) ırk olmasına karşın, seyrek olarak melez yavruların tamamen beyaz tüylü olanlarına da rastlanır.
Safkan Akbaşların, diğer beyaz tüylü köpeklerden ve melezler den ve albino hastası beyaz tüylü köpeklerden ayırt edilebilmesi için Akbaşların kafa yapısının ve genel görünümünün ayrıntılarını bilmek gerekir. Akbaşlarda kafa yapısının tepe kısmı oldukça düze yakın veya çok az bombelidir. Alın kemiğinin altındaki kaş çıkıntıları belirsizdir. Genelde üst dudak alt dudağın üzerine sarkık değildir. Az sarkık olanına da rastlanır. Normal duruşta, burun öne yönlenir. Gözler birbirine yakın olup öne bakar. Gözler kahverenginin açık veya koyu tonlarındadır. Kafa derisinde genelde kırışıklık olmaz. Kafa tası orta genişlikte ve uzuncadır. Erkeklerde kafatası görünümünde, alın ile burun çizgileri paralele yakındır. Bu iki hattın buluşma çizgisi, göz hizasındaki geçiş hattı fazla belirgin değildir. Akbaşlarda burun Kangallara göre daha az kalınlıktadır. Burun rengi siyah ve kahverenginin tonlarındadır.
“Akbaş Çoban Köpeği” ırkının korunmasını ve gelişmesini sağlamak, tüm Akbaş sevenlerin görevidir. Bu nedenle, Akbaş dostlarının ve üreticilerinin üretimde kullandıkları damızlıkların, ırkın özelliklerini taşımasına dikkat etmesi gerekir. Damızlık Akbaş yarışmaları nedeniyle, Akbaş sevenler arasında oluşacak yarış, ırkın iyileşmesini eski deyimle ıslahını olumlu etkileyecektir.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

22 Temmuz 2018

Yaşayan Tarih; Radyo ve Demokrasi Müzesi


İzmir’in önemli kültürel miraslarından Basmane-Altınpark’ta 1900’lü yıllara ait “Asmalı Ev” adı ile bilinen tarihi bir bina bugün “İzmir Radyo ve Demokrasi Müzesi”ne ev sahipliği yapıyor. Müzenin içinde yaşayan tarihi radyoları içtenlikle tanıtan koleksiyoner Derya Manav’dan İzmir Radyo ve Demokrasi Müzesi hakkında bilgi aldık.

Radyo’nun kısaca tarihinden bahseder misiniz?
Radyo sözcüğü, Latince ışıma anlamındaki Radius sözcüğünden gelir. 1860 yılında Clark Maxwell radyo dalgalarının varlığını keşfeder, 1865 yılında da elektronik olarak üretilen radyo dalgalarının yayılma teorisini kurar. Ardından Alman Fizikçi Heinrich Hertz 1888 yılında Maxwell’in teorisini pratik olarak gerçekleştirir. 1898 yılında ise ilk radyo yayını Marconi’nin bulunduğu gemiden, asistanının bulunduğu karaya doğru yapılır. İlk radyo istasyonu Amerikan ağır sanayinin başkenti Pittsburg’da doğar. Sürekli olmayan yayınların ilki ise I. Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerlerine moral olsun diye yapılan müzik yayınlarıdır. Mühendisler bu yayınları sürekli hale getirirler ve ilk radyo istasyonu böylece yayına başlar. 2 Temmuz 1921’de ilk canlı radyo yayını gerçekleşir. Jarsey kentinde yapılan unvanlı bir ağır sıklet boks maçı, Atlantik kıyısındaki 200 noktadan dinlenir. Radyo çabuk yaygınlaşır.
Türkiye’de ilk radyo yayını 1921 yılında, İstanbul’da bir Fransız savaş gemisinden yapılan bir müzik programıdır. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilan edildiği yıl, ilk radyo yayını Öğretmen Okulu’nun bodrumunda, davetliler ve basın huzurunda gerçekleşir. 1925’e gelindiğinde ise, “Telsiz Tesisi Hakkında Kanun” adıyla bir yasa çıkarılarak, ülke genelinde bir telsiz şebekesi kurulması öngörülür. Atatürk, okuma yazması olmayan Anadolu Halkına Cumhuriyetin ve devrimlerin anlam ve önemini anlatmada etkili olduğunu bildiği radyodan yararlanmak için gerekli hazırlıkların başlamasını ister. 1926'daki Bakanlar Kurulu'ndan kuruluşuna teşebbüs edilen Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi'nin (TTTAŞ) "Nizamname-i Dahilisi"ni onaylayan bir kararname çıkar. 1927’de ise, Türkiye radyo yayıncılığı açısından resmi olarak ilk radyo yayınları İstanbul'da başlar.
Radyo ve demokrasi birbiriyle son derece yakından ilişkilidir. Çünkü: Radyo yayını ses dalgaları yoluyla bize ulaşır. Ses dalgaları da havanın içinde yol alır. Havanın kamu malı olması nedeniyle radyo, en demokratik araçtır, ya da öyle olması gerekir. Öte yandan, radyo alıcısı ucuz ve kolay olduğu gibi, vericisini kurmak da diğer kitle iletişim araçlarına oranla daha ucuz ve kolaydır. Tüm bu nedenlerle de demokratik bir araç olmaya en uygun araçtır. Başta üçüncü dünya ülkeleri olmak üzere pek çok ülkede radyonun ilk yıllarına bakıldığında eğitim ve bilgilendirme amacının temel işlev olduğu gözlenir.
Radyo, demokratik ve gerçek çoksesliliği sağlayabilecek avantajlara, yeteneğe ve potansiyele sahiptir. Bu nedenlerle demokratik ve çok sesli bir araç olmaya zorunlu olduğu da söylenebilir.
Dünya’da ve Türkiye’deki Radyo Müzeleri hakkında bilgi verir misiniz?
Dünya’da yaklaşık 390 adet radyo müzesi bulunmaktadır. Birkaç iyi örnekden bahsedecek olunursa ilk olarak sergileme açısından çağdaş özellikler gösteren Almanya’da yer alan Norddeutsches Radyo Müzesi ve farklı eserlerinde bulunduğu Remseck Radyo Müzesi yer alabilir. Uzakdoğu ülkelerine baktığımızda, Japonya’da bulunan NHK Museum of Broadcasting ( NHK Yayın Müzesi ) geniş bir alanda kurulmuş NHK Televizyonuna ait müze karşımıza çıkar. Zhongshan Radyo Müzesi, Çin ‘de bulunan radyo ve radyo malzemelerinin dışında telsiz, pikap, gramafon gibi birçok objeyi de koleksiyonunda bulunduran bir müzedir.
Dünya genelini incelediğimizde Radyo ve Demokrasi kavramını birlikte kullanan ilk ve tek müze Konak Belediyesi İzmir Radyo ve Demokrasi Müzesi’dir.
Konak Belediyesi İzmir Radyo ve Demokrasi Müzesi’nin tarihçesi?
Konak Belediyesi'nin butik müzecilik anlayışının 4. örneği olan İzmir Radyo ve Demokrasi Müzesi, Basmane – Altınpark bölgesinde Asmalı Ev adı ile bilinen ve 1900’lü yılların başına tarihlendirilen tarihi yapı içerisinde ünlü radyo programcılarının ve spikerlerin de katılımı ile 5 Aralık 2013’te kapılarını ziyarete açmıştır.
Müzede hangi dönemden ne tür radyolar sergileniyor?
Müze koleksiyonu yaklaşık 150 radyo, pikaplar, çok sayıda plaklar ve interaktif eserlerden oluşmaktadır. Altı oda ve bir kütüphaneden oluşan İzmir Radyo ve Demokrasi Müzesi, önemli tarihsel olaylara göre kronolojik olarak sıralanmıştır.
Müzede yapılan etkinlikler den bahseder misiniz?
Müzede çocuklara ve yetişkinlere yönelik Radyo tiyatrosu ,Radyo’dan masallar atölyesi,plak kapağı tasarımı çalışmaları uygulanmaktadır. Aynı zamanda yaşam boyu eğitimi amaçlayan müze programları tüm yaş gruplarına göre planlar etkinlikler yılın her ayı programlanarak sunumlar şeklinde yapılmaktadır.
Gezdiğiniz müzeler arasında beğendikleriniz hakkında kısa bilgiler verir misiniz?
Bergama Müzesi, İzmir’in Bergama ilçesinde 1936 yılından beri hizmet veren Kültür Bakanlığı’na bağlı bir arkeoloji ve etnografya müzesidir.
Türkiye’nin ilk kağıt ve kitap sanatları müzesi,E.Ü. bünyesindeki Levanten köşklerinden olan Billian Konutu’nda Ege Üniversitesi Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı eski binası içinde açıldı. Bilgi ve görselleriyle her eğitim düzeyindeki öğrencilere hitap edecek müzenin alt katında kağıt, üst katında ise kitaplar bulunuyor. Müzede bulunan objelerin tamamına yakını kişi, kurum ve sanatçıların bağışlarından oluşuyor.
Sadberk Hanım Müzesi, Vehbi Koç Vakfı tarafından, 1980 yılında Sarıyer, İstanbul’daki Azeryan yalısında kurula Türkiye’nin ilk özel müzesidir. Müze, Vakfın kurucusu Vehbi Koç’un eşi olan koleksiyoner Sadberk Koç’un adını taşır.
Hisart Müzesi; Müzede Osmanlı dönemine ait (1453-1923) askeri ve etnografik tarihi eserler sergilenmektedir. Ayrıca, ülke tarihimizin eşsiz mirasını ve bu mirasın kayıp halkalarını gün yüzüne çıkarmak amacıyla oluşturulan müze tarihin ilgili dönemlerini betimleyen dioramalarla ve mankenlerle zenginleştirilmiştir.
Yıldız Sarayı Ottomania Yaşayan Savaşan Osmanlı Sergisi Resimleri, Louvre Müzesi, Berlin Yahudi Müzesi, Londra Doğa Tarihi Müzesi.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

21 Temmuz 2018

İzmir’li Seyirciyi Kucaklamak İstiyorum..

İzmir Kent Orkestra’sının şefi, trompet sanatçısı Hüseyin Çebi ile dünden bugüne müzik yolculuğunu konuştuk.

Bize kendinizden bahseder misiniz?
Ankara doğumluyum. Ailem Karadenizli. Babam Çamlıhemşin’de doğmuş. Babaannem Litvanya’lı olduğu için daha sonraki yıllar da Litvanya’ya yerleşiyorlar. Babam önce Moskova daha sonra Viyana konservatuvarı’nda eğitim alıyor. Eğitimini bitirince Türkiye’ye dönüyor. Babam Riyaset-i Cumhur (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) keman sanatçısı olarak görev yapmaya başlıyor. Babam Latinceyi ana dili gibi konuşuyor. Ayrıca Almanca, Fransızca ve İtalyanca biliyor. Babamı anlatmak kelimelere sığmaz. Çok mükemmel bir insandı.

Erol Çebi (ağabeyim) Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası’nda okula başladı. Daha sonra ben de aynı okula yazıldım. Çok iyi eğitim aldık. Muammer Sun ve Hikmet Şimşek benim hocalarımdı. Yüksek lisansımı da aynı okulda yaptım. Devlet tiyatrolarına müzikal oyun ve çocuk oyunları yazdım. 240’a yakın bestem var.


Orkestra şefi olmaya nasıl karar verdiniz?
Okulda orkestra şefliği eğitimini almıştım. Armoni mızıkası dağılınca orkestra şefliğine başladım.

Bir orkestra yönetmenin çok zor olduğunu biliyoruz. Orkestra şefinin yapması gereken önemli şeyler nelerdir?
Çalınan eserleri çok iyi bilmeniz gerekir. Tüm orkestra’nın, tüm enstrüman’ların ne çaldığını orkestra şefi bilmek durumundadır. Orkestra şefi İyi bir eğitim almalı, enstrüman’ların hepsini iyi tanımalıdır. Eğitim alırken bu incelikleri öğreniyoruz.

Siz hangi enstrümanı çalıyorsunuz?
Ben trompet sanatçısıyım. Türkiye’de isim yapmış çok sayıda öğrencim var. Özellikle kızlarımızın trompet sanatçısı olması için ilk adım atanlardan birisiyim.
1979 yılında Atatürk’e saygı marşı için bir yarışma açılmıştı. Yarışmayı kazandım. Anıtkabir’de dinlediğiniz “Saygı Marşı”nı ben çaldım.

Müzikte disiplinin yeri nedir? Sizin disiplin anlayışınız nasıl?
Önce saygılı olacaksınız. Orkestra’ya zamanında gelmek, repertuar için hazırlanmak disiplin gerektiren konular. Çok sayıda konser düzenliyoruz. Disiplin olmazsa hiç bir şey olmaz.

İzmirli seyircileri nasıl buluyorsunuz?
İzmirliler çok duygulu ve çok yetenekli. Konserlerimizde İzmirli seyircileri  ve biz büyük bir koro oluyoruz. Bütün İzmir’li seyirciyi kucaklamak istiyorum. İzmirliler iyi bir radyo dinleyicisi. Bu yüzden birçok parçayı ezbere biliyor. İzmir’de 110 tane kadar koro olduğunu sanıyorum. Bilinçli bir seyirci olduğunu düşünüyorum.

Repertuar seçimini nasıl yapıyorsunuz?
Elli yılın bana getirdiği tecrübe var. Solistler hangi parçayı söylemeli, yetenekleri hangi dallarda. Türkçe parçaları kim güzel söyler. İnceleyip karar veriyoruz. Araştırmalar günler sürebiliyor.
Benim hayatım Frank Sinatra ile geçti. My Way şarkısı benim en sevdiğim parçalardan biridir. Hemen hemen bütün müzik türlerini seslendiriyoruz. Opera, arya, caz, klasik,pop repertuarımızda yer almaya devam edecek.

Orkestrada o kadar çok farklı sesi aynı anda nasıl duyuyorsunuz?
Çok iyi müzik kulağı, algı ve yorum gücünüz olmalıdır. Farklı sesleri aynı anda duymak bizim işimiz bu. Orkestra, koro ve solistleri bir araya getirip kulağa en hoş gelecek şekilde müziğin dinleyiciye iletilmesi orkestra şefinin görevidir.

İş hayatınızdan arta kalan zamanda, nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Müzik bütün vaktimi alıyor. Bir ara öğrencilerimle çalışmaktan öğle yemeği yemek için vaktim olmazdı. Çok arkadaşım yok. Müzik dışında dostlarımla sohbet ederek vakit geçirmeyi seviyorum.

İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Orkestrası Şefi olarak çalışmaya nasıl karar verdiniz?
1999 yılında Ahmet Piriştina’nın bir projesi olarak hayata geçirilen kent orkestrası için önemli Türk bestecilerinden Muammer Sun ile iletişime geçilmiş. Kent orkestra’sının kurulması için kendisine gelen teklifi “İzmir’de Hüseyin Çebi varken benim oraya gelmeme gerek yok, o çok güzel bir orkestra kurar” diyerek proje için beni aradılar. Ahmet Piriştina ile toplantı yaptık. Kent orkestrasını kurduk. İlk konserimize Ahmet Piriştina’da katıldı. Konser sonunda bizlere hatıra olarak birer çeyrek altın armağan etti. Çok özel bir hediyedir. Hala saklarım.

Son olarak söylemek istedikleriniz?
İzmir Devlet Opera ve Balesi Baş Dekoratörü Oğlum Tayfun’a ve Ankara Devlet Tiyatrosu Giysi Tasarım Bölümü’nde görevli kızım Funda’ya sevgilerimi ve öpücüklerimi yolluyorum.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

19 Temmuz 2018

İzmir’in tarihi semtlerinden Basmane'deki yaşanan göçler...

Çocukluğu ve gençliği Basmane'de geçen Dr. Osman KOÇANAOĞULLARI, Basmane semtine farkındalık yaratmak için bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyor.


Geçmişte çok önemli bir semt olan Basmane’yi gelecek nesillere aktarmak için anılarını yazmaya devam eden Dr. Osman KOÇANAOĞULLARI ile Basmane anılarını konuştuk.


İzmir’in tarihi semti Basmane’de yaşayanlar neden ayrıldılar?
Basmane, İzmir de hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde Türklerin yoğun olarak yaşadığı tek yer. Devamlı olarak göç almış bir bölge. Bu açıdan baktığımızda da, göç alabilmesi için buradan ayrılmaların olduğunu da bilmemiz gerekiyor.
Yaşadığım ve yakından tanıdığım eski Fettah Mahallesi anılarım Tilkilik, Hatuniye bölgeleri içinde her halde geçerlidir. Öncelikle, eski yerleşiklerin Basmane' den ayrılmalarından söz etmek istiyorum.

Basmane’den ayrılışlar:
Terk edilen ev-konak-köşklerin sahipleri o bölgenin eski yerleşikleri, ekonomik açıdan da genellikle varlıklı sayılabilecek kesimi. Basmane’den ayrılmaların başlangıçta ki en önemli nedeni, yetişen neslin iş, evlilik nedeni ile başka yerlere taşınmış olmaları olmuş. Ben bu dönemi görmedim. Benden daha yaşlı nesilden dinledim. Genç nesil buradan ayrılıp kendilerine yeni bir düzen kurmuşlar. Geride yaşlı anne-baba kalmış.

Bu durumda iki olay yaşanmış.
1- Ayrılan gençler, anne ve babalarını yanlarına almışlar. Sonuçta evleri boş kalmış.
2- Yaşlı anne-baba burada kalmış, vefat edinceye kadar buralarda yaşamışlar. Vefatları sonucun da bu binalar yine boş kalmış. Geride kalan yaşlı anne-baba’ların bir bölümü de, çevrelerinde bulunan eski komşuların taşınması nedeni ile bir müddet sonra onlarda buradan ayrılmışlar. Bunun da sonucunda binalar boş kalmış.


Neden ne olursa olsun, boş kalan evler, buradan ayrılan yeni nesil tekrar doğup büyüdükleri evlere geri dönmedikleri için boş kaldılar. Daha sonra da ya buraları kiraya verdiler, ya da çoğunluğun yaptığı gibi sattılar. Satmayanların ya da satamayanların geride bıraktıkları binalar, günümüzün yok olup giden Basmane-Tilkilik bölgesi evleridir. Ben bu döneme şahit oldum.

Basmane’den çok sayıda ayrılışlar esas olarak 1940’lı yılların sonu ile 1950’li yılların başında yaşanmış. Buranın eski yerleşikleri de eski tanıdıklarının buralarından ayrılmış olmaları sonucu 1960’lı yılların başına kadar çok hızlı bir şekilde sürdü. Basmane’den her bir ayrılış, yeni bir Basmane’den ayrılmayı tetikledi. Sonuçta da bu günlere gelindi.

Bu ayrılış döneminde kiraya verilen veya satılan bu evler de ya Anadolu’nun çeşitli yerlerden gelen aileler tarafından dolduruldu ya da ihtiyaç nedeni ile otellere dönüştürüldü. Oteller sokağı böyle gelişti.

Basmaneye gelişler:
Osmanlının son döneminde, özellikle de Balkan savaşı sonrası başlamak üzere, bugüne kadar çok göç almış bir yer. Bu bilgiler, resmi kayıtlar ile değil, benim bildiğim, gördüğüm göçler.

1912 sonrası Basmane’ye gelen Rumeli göçmenlerinin çoğu parasız olarak gelmiş, ama çoğu o zamanın Basmane’sinin varlıklı bölümüne yerleşememiş. Gelenlerin çok az bir bölümü buralardan ev alabilmişler, yine bir bölümü daha sonra buralardan yer alıp yerleşebilmişler. O dönemlerde, Basmane 1297, 1298 sokak, Osmanzade ve Evliyazade yokuşları, Tilkilik lüks semtlerdi. Emlaklar çok pahalı, yerleşikler, o bölgelerin eski yerleşikleri ve varlıklılardı.

Dedemler bu yıl içinde göç edip Basmane’ye yerleşenlerden. Dün görüştüğüm, en eski yerleşiklerden (1830'lar) bir eczacı dostumuz Reha Tuksavul (Altınpark eczanesi) dedemler ilk geldiklerinde kendilerine yardım ve destek olan Bayraktarlar sülalesinden olduğunu belirtti. Ben de yeni öğrendim. Satın mı alınmış yoksa kiracı mı olmuşlar, bilgim yok. Daha sonra burada Piyangocu Hasan Tahsin oturmuş. Hasan Tahsin’in bu eve yerleşmesi, dedemlerin Şeyh Bedri efendinin evine taşınmalarından sonra olmalı (1927 veya 1928). Bu ev, Basmane karakol karşısındaki sokağın bitiminde karşınıza gelen evdir.
Sonra, mübadele ile gelenlerden yerleşenler var. 57-58 yıllarında Rumeli göçleri ile yerleşenler oldu. Sonra, 1960 yılından başlayarak Anadolu’dan göçler başladı ve oteller bir biri ardı sıra açılmaya başladı. Basmane Garı, göçlerin bitiş noktasıydı.

En eski yerleşikler bu bölgeyi 1955’lerden sonra terk etmeye başladılar. 1965’lerden sonra eski yerleşikler artık buralarda yoktu veya çok azı kalmıştı. Sonuçta bu günlere geldik.

Ben bu göçlerin 1950’lerin sonlarından itibaren olan bölümünü gördüm, bir kısmını tanıdım, arkadaşlıklar da kurdum. Halen görüştüklerim var.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

18 Temmuz 2018

Bostanlı Gün Batımı Terası İzmirlilerin Buluşma Alanı Oldu


İzmirlilerin binaların arasından sıyrılıp denize daha yakın olması düşüncesiyle düzenlenen “Bostanlı Gün Batımı Terası” İzmirlilerin buluşma alanı oldu. Bostanlı gün batımı terası ağaçlıklı yapay bir tepe üzerinden başlayıp denize kadar uzanan ahşap bir platformdan oluşuyor.

“Bostanlı Gün Batımı Terası” 2016 Temmuz ayında açıldı. Alan tüm İzmirlilerin severek kullandıkları bir yer olarak benimsendi. Körfez manzarasına karşı esen imbat’ın eşliğinde gün batımını izleyen İzmirliler, gece yarısına kadar yanında getirdikleri içecekleri içip çiğdemini çitliyor.

“Bostanlı Gün Batımı Terası” tüm İzmirlileri gün batımını izlemek için deniz kıyısına çağırıyor.



İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

17 Temmuz 2018

Çeşme Alaçatı'da Resim Sergisi: “Geçmişe Açılan Pencere” sanat severlerle buluştu.

“Geçmişe Açılan Pencere” isimli üç boyutlu resim sergisi Alaçatı Değirmenaltı Sanat Galerisi’nde açıldı. 16 Temmuz Pazartesi günü saat; 18.00’de gerçekleştirilen açılışa sanatçılar ve dostları katıldı. 
“Geçmişe Açılan Pencere” sergisinin açılış kurdelesi CHP Menemen Belediye Başkan aday adayı Serdar AKSOY tarafından kesildi.
Her zaman sanatın ve sanatçının yanında olduğunu ifade eden Serdar AKSOY, tüm eserleri tek tek gezerek inceledi ve bilgi aldı.

Sergi 22 Temmuz 2018 tarihine kadar açık kalacak.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

16 Temmuz 2018

Sizlere Birkaç Öğüdüm var!

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Çağatay ÜSTÜN'ün bizlerle paylaştığı “Sizlere Birkaç Öğüdüm var!” yazısı.
Sizlere birkaç öğüdüm var değerli okurlar! Kimi zaman özensiz, kimi zaman özenli yaşarken bu yaşamı, aklımızdan çıkarmayalım vicdanımızın hesabını.

Etik düşünceleri çoğaltalım, olumsuzlukları silmeye çalışıp, doğru olanı bulalım. Akıl yolu bir ise, bunu çevremizde yaygınlaştıralım. Hastalıklı hale gelmiş toplumların içinde mutlu olmak gerçekten de zorlayacaktır bizleri. Bunun için 2018 yılında çağrılacağım her yerde “Etik ve Ahlâki Sağaltım”ı bir çare olarak göstermeye gayret edeceğim. Biliyorum, pek çoğunuz içinizden destekliyorsunuz. Bu çoğunluk beni derinden etkiliyor ve bana kuvvet veriyor. Beyin gücüyle bir şeyler yapmanın mutluluğunu içimde hissederken, etik sorumluluktan sıyrılmış tuhaf ve yanlış şeyler yapanlara da seslenmek istiyorum.

Böyle davranmaya devam etmeyin artık! Yaptığınız hatalarda sorumluluğunuz vardır. Bunun yükünü içinizde hissedin. Gerçeklerden uzaklaşarak, kötülüğü yayarak bir yere varmanız mümkün değildir. Gelin etik düzlemin ortasında birleşsin fikirler. Hayallerden değil, olması gerekenlerden bahsediyorum. Sevgiyi-saygıyı, ışık ve içtenlikle yüceltmek birinci görevimizdir. İnsan olma yolundaki merdivenlerin basamaklarıdır bunlar. Birbirini kınayan, eleştiren, kibirli olan, küçük gören asla başarılı olmayacaktır. Zenginlik malda mülkte değil, içimizdeki güzel duygularda ve düşüncelerdedir.

Gizlemeyin, oyun yapmayın, doğruyu ortaya çıkarmaya devam edin. Bizler iyileştikçe toplum da iyileşecektir.

Unutmayın ki, örnek olursak örnek alınacak, bunu yapan da başkasına örnek olacaktır. Bunu çoğaltmak ve daha da yaygınlaştırmak dileğiyle…


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

15 Temmuz 2018

Homeopati; benzeri benzer ile tedavi...

Homeopati hakkında merak edilenleri Almanya’da Alternatif tıp eğitimi almış, 1996 yılından beri İzmir’de yaşayan bir Alman Homeopati Uzmanı Rita Kaya’ya sorduk.
Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
1958 yılında Almanya, Frankfurt doğdum. Küçük bir köy olan Dombach Ts.’de büyüdüm. Önce İşletme okudum. Daha sonra beş yıl süren temel tıp eğitimini Frankfurt’ta Norbert Engler Heilpraktiker Okulunda tamamladım. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Çok iyi eğitmenlerden Homeopati eğitimi aldım. Temel tıp eğitimiyle birlikte Nöral terapi, Akupunktur, Akupressür, Hidroterapi, Fitoterapi ve Homeopati dersleri aldım. Yıllar içinde Autogenes Training, Masaj, Lenf Drenajı ve Meridyen Terapisini öğrendim. Okuldan mezun olduktan sonra Sağlık Bakanlığı’nın açtığı Heilpraktiker sınavını geçtikten sonra, Homeopati alanında çalışmaya karar verdim. Gudrun-Volker Thielmann’ın Klasik Homeopati Okulunda dört yıl eğitim aldım. Almanya’da yaklaşık iki yıl Homeopat olarak çalıştım. Daha sonra oğlumun babası ile Türkiye’ye yerleşmeye karar verdik. İzmir Çandarlı’ya yerleştik. Türkiye’de Homeopati’nin bilinmediğini gördüm. Çok araştırdım. İstanbul’da birkaç kişinin ilgilendiğini öğrendiğimde çok şaşırdım. Derin bir felsefesi olan Homeopatiyi Türkiye’de hayata geçirmeye karar verdim. 1996 yılından beri çalışmalarımız devam ediyor. Türkiye’de Homeopatların sayısı arttıkça, umudum büyüyor.

Homeopati nedir?
Homeopati yaklaşık 200 yıl kadar önce Dr. Friedrich Samuel Hahnemann tarafından geliştirilerek dünyaya yayılmıştır. “Benzeri benzer ile tedavi” Homeopatinin temel ilkesidir. “Çivi çiviyi söker” prensibine benzer. Homeopati dünyada 200 yıldır uygulansa da Türkiye’de çok iyi bilinmiyor. Homeopat bir bütün olarak düşünür. Zihinsel, bedensel ve ruhsal iyileşmede bir bütün olarak uygulanır. Buna göre, sağlıklı insanda hastalık belirtileri oluşturabilen herhangi bir maddenin çok düşük dozları, hasta bir bireyde bu belirtileri ortadan kaldırıp iyileşmeyi sağlayabilir. Bu tedavideki amaç, hastaya zarar vermeden, ılımlı ve güvenilir bir yolla hastalığı tümüyle ve kökten iyileştirmektir. Hastaya verilen Homeopatik ilacın hastalık belirtilerine benzer ve düşük dozda olması, tek bir ilaç kullanılması, tedavinin temel kurallarıdır. Ayrıca, verdiği ilaç hakkında Homeopatın (Homeopati Uzmanı) kapsamlı bir bilgiye sahip olması gerekir. Aynı hastalığa her birey değişik tepki gösterir; Homeopati, “Hastalık yoktur, hasta vardır.” yaklaşımıyla uygulanır, tedavi kişiye göre düzenlenir. Yalnız insanlarda değil, çiçeklerde, hayvanlarda da uygulanabilir.

Homeopati’nin Kurucusu Hahnemann’ın yaşamı hakkında bilgi verir misiniz?
Homeopati 19. Yüzyılın başlarında Alman Doktor Samuel Hahnemann tarafından bulunmuştur. Dr. Friedrich Samuel Hahnemann 10 Nisan 1755’de Almanya’nın Meissen şehrinde dünyaya gelmiş. Babası ressam. Hahnemann, eğitime Latince okulunda başlıyor. Ancak Avusturya ve Prusya arasında çıkan, “Yedi Yıl Savaşları” nedeniyle okulu bırakmak ve çıraklık yapmak zorunda kalıyor. 12 yaşında akranlarına Yunanca öğreten parlak zekâsı olan bir çocuk olduğu fark edilince, ayrıcalıklı çocukların gidebileceği bir okula kabul ediliyor. Okul kapısının girişinde, (aklını cesaretle kullan) yazısı yazmaktaydı. Bu sözler onun yaşamında iz bırakmış olmalı ki, “Organon’un ilk sayfasında bu cümleye yer verdi. Hahnemann, tıp öğrenimine Almanya’nın Leipzig şehrinde başladı. O dönemde verilen tıp eğitimi, yalnızca teorik bilgileri içeriyordu. Burada kısa bir süre okuduktan sonra, uygulamalı tıp eğitimi almak için Viyana’ya gitti. Bu arada Dr. Anton Von Stoerck’ten Deneysel Farmakoloji eğitimi aldı. Yedi dil biliyordu. 1779 yılında doktorasını tamamladı. Ancak, o dönemin tıbbi tedavilerinin yol açtığı sorunlar onu derinden etkiledi. Zamanın uygunsuz koşullar gereği; tıp, tedavi için değil, adeta deneysel amaçlarla kullanılmaktaydı. Örneğin hastalardan hacamat gibi sonu ölümle bitebilen uygulamalar gelişigüzel yapılmakta, yeteri kadar test edilmemiş ilaçlar, hastalar üzerinde sorumsuzca kullanılmaktaydı. Tüm bunlar Hahnemann’ı yeni arayışlara yöneltti. Muayenehanesini kapattı, hekimliğe bir süre ara verdi. Bu dönemde, geçimini tercümanlık ve yazarlıkla sağladı. Bir yandan da kimya ve farmakoloji çalışmalarına devam etti. Günümüzde hayvanların üzerinde deney yaparlar. Oysa Hahnemann kendi üzerinde bir kinin deneyi yaptı. Sıtmaya özgü semptomların (üşüme, titreme, ateş, baş ağrısı, sırt ve bacak ağrıları gibi) ortaya çıkışını ve belli bir süre sonra kendiliğinden kayboluşunu izledi. Bu araştırmalar, “Homeopatik Materia Medica”nın temellerini oluşturdu. Hahneman, Homeopati sistemini yaşamının son gününe kadar geliştirmeye devam etmiştir.

Homeopatlar nasıl bir eğitimden geçiyor?
Temel tıp eğitimi dört-beş yıl sürüyor. 1800 saatlik bir eğitim süremiz var. Bu eğitimden sonraki sınavda başarılı olmanız gerekiyor. Mesleki gelişim kapsamında, zorunlu olarak her yıl otuz saat Homeopati ve sekiz saat klinik tıp eğitimi almanız gerekiyor. Her zaman etik kurallara bağlı kalmak sorumluluğunu hatırlayarak çalışmalıyız.

Organon Homeopati Derneğinizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Organon Homeopati Derneği, Klasik Homeopatinin ülkemizde bilimsel esaslar içerisinde yerleşmesini, ilerlemesini ve kitlelere ulaşmasını sağlamak için 2011 yılında kuruldu. Organon Yunanca bir sözcük. “Araç, gereç, alet” anlamına gelir. Hahneman, Organon der Heilkunst (Şifa Sanatının Kitabı) adıyla yayınladığı bir felsefi kitaptır. Organon kitabı pek çok Homeopat tarafından temel kaynak kitabı olarak kullanılır. Amaçlarımız, Homeopatik tedaviden halkın yararlanmasını sağlamak, tedavi malzemelerini sağlamak. Kurs, seminer, konferans, sempozyum, panel gibi eğitim çalışmalarını düzenlemek. Dünyanın bilip uyguladığı bu yöntemi Türkiye’de hem öğretilmesi, hem de uygulanmasını sağlamak. Homeopati uzmanlarını uluslar arası standartlarda eğitim almasını sağlamak için “Organon Homeopati Derneği” İzmir Alsancak’ta çalışmalarını sürdürüyor.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

14 Temmuz 2018

Gülbahçe; İzmir'de Urla İlçesinde bulunan bir mahalle...

Gülbahçe, İzmir İlinin Urla İlçesinde bulunan bir mahalle olup Gülbahçe Urla’ya 13 km. uzaklıkta, İzmir’e ise 50 km. uzaklıktadır.

Büyük şehirlerin gürültüsünden bıkanlar, nem oranı çok az olan, İzmir’e yakın olması ve güzel havası için özellikle hafta sonları Gülbahçeyi tercih ediyor.

Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Mübadele öncesi yaklaşık 3000-3500 nüfuslu bir Rum köyü olan Gülbahçe’deki halk ziraatla özellikle de sultani ve razaki üzümleri yetiştiren bağlarla uğraşırlardı. Mübadele gereği Gülbahçe’yi terkeden Rumların yerine Balkanlardan gelen Türkler yerleşmiştir. Köy nüfusunun büyük çoğunluğunu Arnavutlar oluşturuyor. Urla-Gülbahçe de Eylül ayında “Arnavut Şenliği” yapılıyor.

Urla yarımadası, rüzgârı ve su sporlarına uygun coğrafi özellikleriyle yerli ve yabancı birçok sporcunun dikkatini çekiyor. Mayıs ve Ekim ayları arasında yerli ve yabancı sörfçüler Gülbahçe’yi ziyaret ediyor.
Gülbahçe’de bulunan Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden biri olan İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Gülbahçe’nin hızla gelişmesini sağlamıştır. Aynı zamanda üniversite içinde bulunan kütüphane, halı saha, kapalı spor salonu gibi tesislerden yöre halkı da faydalanabiliyor. Daha çok küçükbaş hayvancılığın yapıldığı Gülbahçe’de yöre halkının çoğunluğu evlerinin bahçesinde kendilerine yetecek kadar meyve ağacı ve sebze ürünleri yetiştiriyor. Gülbahçe aynı zamanda Urla’nın balıkçılıkla uğraşan büyük mahallelerinden biridir.

Gülbahçe’ye Fahrettin Altay’dan ve Urla’dan yarım saatte bir minibüs kalkmaktadır. Bunların dışında Fahrettin Altay’dan Balıklıova’ya giden günde beş sefer düzenleyen ESHOT otobüsü ve Balıklıova minibüsleri ulaşım için kullanılabilir.




İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT