30 Ağustos 2018

Kavurucu Sıcakta Ekmek Mücadelesi..


Sıcak havanın en yoğun hissedildiği bugünlerde sıcaklığın 40 derecelerde olduğu İzmir’de, bu durum birçok meslek grubunu etkilerken, fırın işletmecilerini ise daha fazla sıkıntıya sokuyor.
İzmir’in Namazgah semtinde fırın işleten Varol Fuat BİRLİK kendi fırınında çalışıyor. Varol Fuat BİRLİK ile fırıncılık hakkında kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
“12 Haziran 1961 yılında İzmir’in Namazgah semtinde doğdum. Aslen Rize Pazarlıyız. İlkokulu Namazgah semtinde “Kemal Atatürk” ilkokulunda okudum. Ortaokulu Hürriyet Ortaöğretimde okurken yarım bıraktım. Çünkü fırıncı olmak istiyordum. Babam okula devam etmemi çok istedi. Fakat ben fırıncı olmaya karar vermiştim. Aile işletmemiz olan fırınımızda işe başladım.”

Fırıncı esnafının ne gibi sorunları bulunmaktadır?
“Fırıncılık zor bir meslek. Hafta sonu tatilimiz yoktur. Bayramlarda bile çalışırız. Dinlenmek için zamanımız kalmaz. Çok sıcaklarda eleman bulmakta sorun yaşıyoruz. Bu işi yapmak istemiyorlar. Ustalar azaldı. Eskiden bakkallar ekmek satmazdı. Herkes mahallenin fırınından ekmeğini alırdı. Bir fırıncının ekmekten başka satabileceği bir ürün yok. Ama bakkallar ve marketlerin satabileceği çok ürün var. Şimdi marketler olsun bakkallar olsun İzmir’in her yerinden ekmek getirip satıyor. Kemalpaşa’dan, Salihli’den, Karşıyaka’dan, Eski İzmir’den birçok yerden ekmek getirtiyor. Biz ekmeğimizi kime satacağız.”

Eskiden bayramlar da fırın esnafı olmak nasıldı?
“Namazgah sokağının sakinleri olarak dayanışma ve yardımlaşma içindeydik. Eski bayramlarda hazırlıklar 1 hafta öncesinden başlardı. İkram edilecek tatlılar pastanelerden hazır alınmazdı. Baklava ve benzeri tatlılar mahallemizin kadınları tarafından evlerde yapılırdı. Hangi evde ne tatlısı yapılırdı, komşular bilirdi. Biz de fırınımızda pişirirdik. Bayram öncesi çok yoğun çalışırdık. İyi para kazanırdık. Şimdi kimse kimseyi tanımıyor.”
Kavurucu sıcaklara rağmen fırında çalışmak zor olmuyor mu?
“Ekmeklerin yanmaması için ustalar devamlı ocak başında bekliyor. Zaten fırın sıcak bir de üstüne kavurucu yaz sıcakları eklenince işimiz tabi ki çok zor oluyor. Yıllardır bu işi yaptığımız için alışıyoruz.”
Fırın işletmecilerinin en büyük sorunlarından biri çalışma saatleri. Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
“Çok uzun saatler çalışıyoruz. Uzun çalışma süreleri fırıncıların en büyük sıkıntısı olan eleman sorunu yaşamasının nedenlerinden biridir. Yaptığımız iş çok ta yorucu. Hafta sonu tatili, bayram tatili, yeni yıl tatili, sıcak, soğuk, kar, tipi fark etmez. Fırıncı esnafı olarak müşterilerimizin ekmeğini temin etmek zorundayız. Gece çalışmalarımız, uzun mesailerimiz oluyor. Gece 12.00 de hamur yoğurmaya başlarız. Sabah sıcak ekmekler çıkar. Bu kadar çok çalışmamıza rağmen para kazanamıyoruz. Ekmek fiyatı 1.25 kuruş. Büyük marketlerden çok ucuza ekmek getirtiyorlar. Biz ekmeğimizi değerinde satamıyoruz. Zaten Namazgah semti çok göç aldı. Bırakın ekmeğimizi değerinde satmayı fırınımızda taze ekmek varken ucuz oluyor diye 40 kuruş’a bayat ekmek istiyorlar. Bu durum bizi çok kötü etkiliyor. Fırıncılık mesleğini bitirdiler.”

Son olarak neler söylemek istersiniz?
“Fırıncılık mesleği emek isteyen bir meslektir. Dedemiz zamanında “Namazgah Fırını”ndan rızkını kazanmış. Dedem ve babam zamanında fırınımız da maya satılırmış. Mayayı kendimiz üretirmişiz. Diğer fırıncılar bizden maya alırmış. Artık her şey makileneleşti. Bu işyerini bizde devam ettirmeye direniyoruz. Rızkımızı kazanmak için mücadeleye devam edeceğiz.”

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

29 Ağustos 2018

Cezmi BASKIN Koleksiyonu sanatseverler ile buluştu...

Sinema ve Tiyatro sanatçısı Cezmi BASKIN’ın çok özel eserlerinden oluşan koleksiyonu, 29 Ağustos Çarşamba günü sanatseverlerle buluştu.

Cezmi Baskın Koleksiyonundan Seçkiler Sergisinde; Şahin Kaygun, Alexandr Zibin, Halil Akdeniz, Süleyman Saim Tekcan, Tayfur Sanlıman, Cahit Aksoy gibi sanatın önemli isimlerinin eserleri yer alıyor.

Cezmi BASKIN, sergiyle ilgili olarak “Otuz senelik koleksiyonum sergileniyor. Suluboya, karakalem, yağlıboya teknikleriyle yapılmış resimler ve çeşitli objeleri koleksiyonumdan seçtik. Koleksiyonumu görmek isteyenler Galeri FA’yı ziyaret edebilirler.” dedi.

53 eserin sunulduğu sergi 19 Eylül’e kadar Alsancak “GALERİ FA” da gezilebilir.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


Tavşan yavruları çok acıkmış...


28 Ağustos 2018

Fakir BAYKURT’un mirası “Elif Nine Kütüphanesi”


Nurten ÖĞÜT
Asıl adı Tahir olan Fakir BAYKURT köyünde çocuklar için bir kütüphane istiyordu. Doğum yeri Burdur “Akçaköy”deki civar köylerden yüzlerce çocuğun yararlandığı “Elif Nine Kütüphanesi” ünlü edebiyatçı Fakir BAYKURT tarafından Kültür Bakanlığına bağışlanmış. İki katlı, geniş bahçeli kütüphaneyi gezdikten sonra köy meydanındaki kahvehanede Akçaköy mahalle muhtarı Ali Demirtaş’tan bilgi aldım.

“Fakir BAYKURT Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy’de dünyaya gelmiş. Annesinin bir dönem yaşadığı evi 1978 yılında inşa ettirip ve kütüphane olması şartıyla Kültür Bakanlığına bağışladı. Daktilosu hala kütüphanede sergilenen Fakir BAYKURT, dönem dönem gelir yazılarını bu evde yazardı.

İlk yıllar öğretmenlerimiz öğrencilerini kütüphaneye getirir etkinlikler yaparlardı. O dönem eğitim veren öğretmenlerimizi saygıyla anıyorum. Hepsi çok iyi öğretmenlerdi. Onların yetiştirdikleri öğrenciler çok başarılı oldular. Artık kütüphaneye ziyaretçi öğrenci getiren öğretmen kalmadı. Yaz dönemi turistler ziyaret ediyor. Biz Akçaköy’lüler ölüm yıldönümünde anma etkinliği düzenledik. Beş yıl kadar bu etkinlikleri düzenledik. Fakat köy için maliyet çok yüksekti. Daha sonra “Fakir BAYKURT Kültür ve Sanat Derneği” kuruldu. Burdur’da derneğimiz ölüm yıldönümünde “Fakir BAYKURT’u Anma Etkinlikleri” düzenlemeye başladı. Her yıl Ekim ayında anma etkinliklerimiz düzenlenmeye devam ediyor. Bu yılda Akçaköy de düzenlenecek etkinliğimize tüm halkımız davetlidir.”

Fakir BAYKURT kimdir?
Öyküsünü kendi ağzından okuyalım; “Taşların, dikenlerin arasından çıkıp gelmiş bir yazarım ben. Yüzyıllarca karanlıkta bırakılmış, bile bile yoksullaştırılmış, boş verilmiş. Bakımsız bırakılmış, köylerin birinden.
Burdur’a bağlı Yeşilova İlçesinin Akçaköyü’nde 1929 yılında, arpalar biçilirken doğdum. Altı çocuklu, az topraklı bir köylü ailesinin yukardan ikinci çocuğuyum. Anam babam okuma yazma bilmiyordu. Babam Kara Veli Yemen’de, seferberlikte askerlik etmiş; yaralanmış, tutsak olmuş. Az toprakla çiftçilik yeterli iş olmadığı için bunun yanı sıra köy bakkallığı, değirmencilik yapmış. Akıllı olduğumu söylerdi babam; “Mutlaka okutacağım bunu!” der, okşardı. Adım Tahir’di.
Köylülerim eskiden Aydın, İzmir yanlarına pamuk çapasına, incir, zeytin ve kanal işçiliğine inerdi. Kimisi biraz para kazanır geri döner, kimisi kalır, oralara yerleşirdi. 1938’de babam kağnıdan düşüp öldü.
İlkokulda öğrenciydim. Nazilli’nin Burhaniye Köyü’ne yerleşen dayım beni yanına götürdü. “Okuturum, bakarım” diyordu. Bir eşek, bir balta dayımla Buldan dağlarından kaçak kereste indirdik. Dağlarda yollarda kavrulup gidiyordum. Zor bir yaşamdı bu. Üç yıl dayandım, üç yıl okuldan ayrı kaldım.
Dayımı ikinci kez askere aldılar. 1941’di sanıyorum; bende trene binip kaçarak köyümüzün yolunu tuttum. Okuldan ayrıldığım için öğretmen anamı mahkemeye vermiş. Yalvar yakar olduk. Araya hatırlı komşular koyduk. Zorbela yumuşadı. Ama dördüncü sınıfa alacakken üçe aldı.
Bir yandan köyün sığırını gütmeye, bir yandan yarım bıraktığım ilkokulu bitirmeye çalışıyordum. Babam ölünce anam altı çocukla kaldı. Anlatılmaz derecede kimsesiz ve yoksuluz. Anam Karaaliler’in Elif kol kanat gerdi.
Köyün sığırını güdüp mal başına birer teneke topraklı buğday alıyoruz. Bunları anamla, kardeşlerimle kır tarlalarımızdan devşirdiğimiz tahıla ekleyip bahara çıkacağız. Giysi için para yok, yama yama üstüne vuracağız. Doktor için, ilaç için para hiç yok, kendi kendimize iyi olacağız.
Çalıştığım ve dolaştığım köylerde eli kalem tutan tek insandım. İnsanları tanıdıkça, sorunlarını, sıkıntılarını öğrendikçe, ben yazmazsam kim yazar diye düşünürdüm. Yüzyıllar öncesinde olduğu gibi yaşamları toza karışıp gidecek. Buna vicdanım razı olmuyordu. Oturup öykü biçiminde yazar, iyileştirmek için durmadan düzeltir, işlerdim.
Düzyazı türleri için öykü, benim yazarlığıma disiplin getirdi. Onun bir oturuşta yazılmak, bir oturuşta okunmak gibi özelliği vardır. Bir oturuşta yazarsın da, bir ele alışta okutamazsın.
Bir yazar olarak neyi anlattımsa, halkın çıkarlarına uygun olarak anlatmaya dikkat ettim. Yurdun ve ulusun yararlarını hiçbir zaman göz ardı etmedim. Halkın sorunlarının çözülmesine, onun daha iyi, güzel ve ileri bir yaşama geçmesine kalemimle yardımcı olmak istedim.
Onun dilini kendi dilime süt yaptım. Küçüklüğümden beri bu sütü içip beslendiğim için kitaplarımı hep bu dille yazdım. Benden ve yazdıklarımdan yalnızca halk düşmanları hoşlanmadı. Kalemimi her zaman halktan yana kullandığım için bu kimselerin hışmına uğradım. Karalandım, suçlandım. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Ama “Onuncu Köy”ler de var. Cezaevlerine düştüm, uzun uzun yargılandım; hepsinin sonunda beraat ettim.

Burdur’a yolu düşenler Fakir BAYKURT’un köyü Akçaköyü ziyaret etmeden dönmeyin. Köy meydanında köylüler tarafından ilgiyle karşılanıyorsunuz. Dostluk çaylarınızı yudumlarken Fakir BAYKURT’tan, Elif Nine’den, Yılanların Öcü filminin çekimlerinden ve oyuncularından söz ederken çok keyif alacaksınız.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

23 Ağustos 2018

Seni çok seviyorum filozof Atatürk.

Bunun için o kadar çok sebep var ki! 
Düşünce ve bilgi dünyasının kıyılarında yürürken,
seninle bağdaşan ve örtüşen o kadar çok felsefi anlamın varlığı varken, yapmaya çalıştıklarının aslında yüzyıllar öncesinden filozofların da yapmaya çalıştıklarını görürken, doğaya, canlıya ve insana verilen değerde insan olmanın gereklerini sıraladığını fark ederken, yalana değer vermeyen, gerçeği ön planda tutan ve bunu söylemekten korkmayın dediğini bir kez daha anlarken, devletlerin var olmalarında ahlâkın değerini ortaya koyan sözlerini yeniden okurken, tarihsel sürecin derinliklerinden gelen, bütün filozofların düşünce damlalarından sende var olanları yeniden keşfederken, ben sana filozof Atatürk diyorum. Ondandır ki, seni çok seviyorum. 
Uçan kuşun, açan çiçeğin, solunan havanın özgürlüğünde senin fikirlerinin devamını izliyorum Atatürk. Felsefe tarihinde insanlığın beklediği ve düşünür Eflatun’un (Platon) tekrarladığı ve kimi zaman hayalden gerçeğe dönüşmüş, güzel ve doğru bir yönetim için “filozoflar kral, krallar filozof olmalı” ideasını gerçekleştirdiğin için teşekkürü bir borç biliyorum. İyi ki vardın ve iyi ki bu topraklarda ismin yankılandı ve yankılanmaya devam ediyor.

Prof. Dr. Çağatay ÜSTÜN

Prof. Dr. Çağatay ÜSTÜN'ün diğer yazıları...

16 Ağustos 2018

Urla Kum Denizi Plajı'na ilgi büyük...

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenerek hizmete sunulan “Urla Kum Denizi Plajı” ekonomik tatil yapmak isteyenlerle dolup taşıyor.
Sıcak havalardan bunalan İzmirliler, denize girerek serinlemeye çalışıyor. Karantina Adası manzarasında günübirlik tatilcilerin gözdesi olan Urla Kum Denizi Plajı içinde soyunma odaları, duş, kafeteryalar, tuvaletler, yeşil alanlar, yaşlı ve engelli vatandaşların denize rahat ulaşabilmesi için denize kadar uzanan rampalar bulunuyor.

Plaj’da şemsiye ve şezlong fiyatları kişi başı 10 TL. Tuvaletler ücretli. Kafeteryalar da yiyecek ve içecek hizmeti bulunuyor.

725 F.Altay-Urla ESHOT otobüs hattı ile Kum Denizi Plajı’na ulaşım imkanı çok kolay.





İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

Urla'da Sanat Sergisi...

15 Ağustos 2018

Çerezlik Ayçiçeği büyük ilgi görüyor...

Güzelbahçe Belediye’sinin düzenlediği 6.Payamlı Bardacık Festivali’nde Zafer KUTLAY’ın standı büyük ilgi gördü.
Hasat zamanı gelmiş bitkinin sap, yaprak ve tablaları kurumuş, kenardaki sarı çiçekleri dökülmüş olan ayçiçeğini standında sergileyerek çok ilgi gördüğünü söyleyen Zafer KUTLAY, “Payamlı köyünde kendime ait bahçem var. Ayçiçeğini yetiştiriyorum öncelikle kendim için ayırıyorum, kalanını satıyorum. Ben festivallere özel bu tür ayçiçeği sergiliyorum. Ziyaretçilerden çok ilgi görüyor. “Payamlı Bardacık Festivali”nde ayçiçeği ile çerezlik çekirdekleri ziyaretçiler tarafından merak ediliyor. Çok soru soruyorlar. Taze olarak satın almak isteyenler de oluyor. Fotoğraf çekiyorlar. Ayçiçeğini alan önce kurutup, fırınlayıp isterse tuzlayarak yiyebilir. Tarladan doğal olarak taze tüketmeyi sevenlerde var.” dedi.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

Tavşan yavruları çok acıkmış...

14 Ağustos 2018

Köpek İle Dostluk Kurmak Zaman Gerektirir...

Uzun yıllar Türk Çoban Köpekleri ırkları hakkında çalışmalar yapan Araştırmacı yazar Doğan KARTAY’ın “Köpek ve İnsan” yazısı:
Araştırmacı Yazar Doğan KARTAY ve Nurten ÖĞÜT
“Köpek ile insanı birbirine bağlayan, çok yönlü olarak tarafları etkileyen davranış, duygu ve içgüdüler, bu hayvanların “sadık dost” olarak kabul edilmesinin nedeni olmuştur. 

Köpeklerde beslenme, bakım, sevgi ve üreme, yaşamlarının temel unsurlarıdır. Köpekler, gereksinmelerini yeterli ölçüde sağlayan insana, bu hususlara verdiği önem derecesinde bağlanırlar. Onlar insana sevgi, beslenme ve bakım gözlüğüyle bakarlar. Köpekler çıkardıkları sesler ile ve bu seslerin tonu, davranış ve bakışları ile anlatmaya çalıştıkları, istek ve durumlarının insanlarca anlaşılması, aradaki bağlamın kaynağıdır. Başka bir anlatımla, kendisine bakan, besleyen, sevgi gösteren ve anlamaya çalışan insanı, kendisine dost olarak kabul ederek ona sadakat ve sevgi ile bağlanır.

Her köpeğin yaşamında en büyük şans ve mutluluk, bir sahibinin olmasıdır. Köpek sahibinden bakım ve beslenmesine önem verilmesiyle birlikte, sevgi ve anlayış bekler. Beklentisine yeterince kavuşunca da, kendisini sahibine adar.

İnsan ve köpek arasında yaşanan olumsuzlukların nedeni ve suçlusu, üzülerek belirtirim ki insandır. Kötü bir davranışa veya sadist bir eyleme muhatap olan köpeğin, insana güveni sarsılır. Bu durumda köpek; doğal olarak savunma içgüdüsü gereğince kuşkulu olacaktır. Kendisine yapılan olumsuz eylemin benzeri bir durumla karşılaştığında, hırçın ve güvensiz davranır. Hatta savunma gereği duyarak saldırgan davranabilir.

Köpek sevmeyen insan; herhangi bir görevde kullanmak üzere, köpek sahibi olmayı kesinlikle düşünmemelidir. Köpeğiniz ile aranızda duygusal iletişim ve karşılıklı güven oluşmamış ise; yaşam her iki taraf içinde çekilmez olur. 

Köpek ile dostluk kurmak; sevgi, zaman ve sabır gerektirir. Tarafların beklentilerine kavuşması ile karşılıklı sevgi ve güvenin oluşması sağlanınca, insan ve köpek arasında yıkılması imkansız bir dostluk kurulmuş olur." 

İzmir Modern/Nurten ÖĞÜT


Yürek Burkan Bir Kedi Hikayesi...

13 Ağustos 2018

Bırakın bu arabaları artık!

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Çağatay Üstün’ün “Bırakın bu arabaları artık!” yazısı.


Şehir trafiğinin keşmekeş hale dönüştüğü zamanlarda bisiklet ya da motosiklet ile yol alırken aklıma gelen bir cümledir bu. Yapabilirsiniz aslında ve buna bir son vermek sizin elinizde.
Bırakın bu arabaları ve park yerlerine terk edin. Yola bisiklet veya motosiklet ile devam edin. Tabii ki toplu taşıma araçlarını da kullanabilirsiniz. Tercih sizin elbette! Ama inanın ki, trafikte yolda olan tek kişi sürücüsü olan bu araçların trafiği alt üst etmekten başka hiçbir marifeti yok.
Eğer değişim istiyorsak, bu değişimi önce kendimizden başlatmak adına otomobil tutkusunu bir kenara bırakma dönemi gelmiştir.
Küçük bir alışveriş için bile otomobil ile gitmek artık bırakılması gereken bir alışkanlık olmalıdır.
Bir bisiklet ya da A2 ehliyeti alınmış motosiklet ile şehir trafiğinde kolayca ilerlemek mümkündür. Ülkemizdeki yakıt fiyatlarının yüksekliği de göz önüne alınınca, otomobil tercihinin ikinci planda kalmasının doğru olduğunu fark etmek hiç de zor değildir.
Şehirler büyüdü, Özgürlükler de öyle! Ancak bir sınırlamaya gidilmesi de şart. Artık şehir içi trafiğine belli zamanlarda girilmesi için ya ücret ödenmesi gündeme gelecek ya da bisiklet veya motosiklet ile seyahat etmenin yolu açılacak hatta kolaylaştırılacak.
Kapalı kafeslerde bir ip gibi dizilmiş trafikte beklemenin anlamı yoktur. Yollarda geçen ve yaşamdan kaybedilen zaman dilimlerinin değerini en iyi bunu kaybedenler biliyordur tabii ki.
Artık otomobillerinizi park yerinde bırakın. Yola daha çevreci, daha uygar ve daha modern araçlarla, yani bisiklet veya motosiklet ile devam edin!

Çağatay ÜSTÜN'ün diğer yazıları...


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT



12 Ağustos 2018

Yürek Burkan Bir Kedi Hikâyesi

Bazı kediler doğuştan özürlü oluyor. Kendilerine bir şans verildiği takdirde özürlü kediler de diğer kediler gibi yaşamlarını sürdürebilirler. Özellikle gözle görülür bir hastalığı olan hayvanlar maalesef istenmiyor.

Henüz bir yaşında olan ve kısacık yaşantısı sorunlar içinde geçen “Tombik Kedi”nin hikâyesi.

Minicik bir kedi olarak tek başına “Konak Belediyesi Basmane Semt Merkezi”ne kendi geliyor. Çok küçük olduğu için personel bakımını üstleniyor. “Tombik Kedi” ismini veriyorlar. Hareketlerinde bir gariplik olduğu büyüdükçe anlaşılınca veterinerliği arıyorlar, kedinin yürümekte zorlandığını söylüyorlar. Muayene edildikten sonra, beyinde oluşan bir hastalık olduğunu söyleyerek, kısırlaştırıp tekrar “Konak Belediyesi Basmane Semt Merkezi”ne getiriyorlar. Personel mesai saatleri içinde onunla ilgileniyor ve mamasını veriyorlar. Son günlerde kafasını dahi tutmakta güçlük çekiyor. Tuvaletini tutamıyor. O yüzden bahçede bakıyorlar. Büyük tuvaletini yaparken çok zorlanıyor. Gece ve hafta sonları bahçede diğer kediler ona zarar verebilir. Onun için çok üzüldüklerini söylüyorlar, fakat onların elinden gelen bu kadar.

Aslında o da diğer kediler gibi sevilmekten çok hoşlanıyor. Engelli olduğu için yardıma çok fazla ihtiyacı olan ayrıca çok ta güzel olan Tombik Kedi sahiplenmeli diye düşünüyorum.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT



11 Ağustos 2018

Sokak Hayvanlarında “Dış Parazitler” Artırıyor…

Su her canlı için yaşamdır. Yaz sıcaklarını en yoğun hissettiğimiz şu günlerde sokak hayvanları da bu sıcaklardan çok etkileniyor.

İzmir Doğal Hayatı ve Hayvanları Koruma Derneği (İZÇEV) Başkanı, Besalet ALKAYA, sokaklarda yaşamlarını sürdürmek zorunda olan sokak hayvanları için şunları söyledi:

“İklim değişiklerinde dolayı ortalık çok kurak, hissedilen sıcaklık çok fazla oluyor. İnsanlar sıcak havalarda yazlık yerlerde bulunuyor ya da evlerinden çıkmıyor. Sokak hayvanları iki gün susuz kalırsa özellikle kedilerde böbrek hastalıkları görülüyor. Sokaklarda yaşayan sahipsiz hayvanlar için, bu sıcak yaz günlerinde bir kap su ile onların ihtiyaçlarını karşılamalıyız. Hava sıcaklıklarına bağlı olarak sokak hayvanlarında dış parazitlere sık rastlıyoruz. Özellikle kene, kedi ve köpeklerde görülüyor. Kene tedavisi için ilaçları çok pahalı değil. 50 cc.’lik bir ilaç yüz tane hayvanı iyileştiriyor. Enselerine sıkılan birkaç damla ilaç onları tedavi edebiliyor. Biz hayvanseverler olarak bu duruma çok dikkat ediyoruz” dedi.


İzmir Modern/ Nurten ÖĞÜT

Yürek burkan bir kedi hikayesi...

10 Ağustos 2018

Namazgah Anılarına Yolculuk..

Zaman geçtikçe özlemlerini duyduğumuz bazı şeyler vardır. Nerede o eski Bayramlar, nerede o eski Ramazanlar, nerede o eski aşklar gibi sözlerle konuştuğumuz çok olur.
Faruk ÜZGÜN (solda)

Faruk ÜZGÜN, doğup büyüdüğü, çocukluk yıllarını geçirdiği, gençliğini yaşadığı İzmir’in eski Namazgâh günlerindeki hatıralarını anlattı:
“Doğma büyüme Namazgâh’lıyım. Namazgâh’ın 816 sokağında doğmuşum, şimdiki adı “Tarık Sarı” sokak. Babamın Namazgah semtinde kasap dükkanı vardı. Patlıcanlı yokuşunun tam karşısında, “Bizim Kasap” ismiyle herkes bilirdi. Ben babamın kasap dükkânına ilkokul 5.Sınıftan itibaren yardım amaçlı hep giderdim. 10 yaşımdan beri kasaplık işinde çalıştım. Tilkilik Ortaokuluna devam ederken, -şimdiki adı Hürriyet Ortaokulu- okulumu yarım bıraktım. Esnaf olmayı çocukken seçtim. Babam okumamı çok istedi fakat ben kasap olmayı seçtim. Diğer kardeşlerim bu mesleği seçmediler. Onlar eğitim hayatlarına devam ettiler. 70 seneden fazla hizmet verdik. Bizden başka 3 kasap daha vardı. Herkes kendi rızkını kazanırdı. İşlerimiz çok güzeldi. O yıllardaki müşterilerimiz de çok güzel insanlardı. Esnaf-müşteri hep birlik içindeydik. Birbirimizin dertlerine ortak olurduk. Sevincimizi paylaşırdık. İhtiyacımız olan bir şeyi oğlumuzu veya yanımızda çalışan çırağımızı gönderir, sipariş verirdik. Parasını 3 gün sonra veririm veya 1 ay sonra öderim derdik. İstediğimiz gelirdi. Birbirimize güven vardı. Sözümüz senetti. Bir yere giderken anahtarımızı komşularımıza bırakırdık. Veya benim biraz işim var sen benim dükkânıma bakıver derdik. O yıllarda burada İzmir’in köklü aileleri yaşardı. Yusuf Uz, Süha Baykal, Ayhan Nakliyat’ın sahipleri, Külahçıoğulları gibi çok iyi komşularımız vardı. Sonra onlar bu semtten ayrıldılar. Çok insan başka semtlere taşındı. Hızlı göç aldık. Bu işlerimizi de etkiledi. 50 sene kadar Namazgâh semtinde kasaplık işimi sürdürdüm. 1996 yılında kasap dükkânımı kapattım.”

Faruk ÜZGÜN
Ramazan ayı Namazgâh semtinde nasıl geçerdi. Çocukluğunuza dair hatıralarınız nasıldı?
“Ramazan ayı şahane geçerdi, ramazan paylaşma ayı demekti. Bir elin yaptığını diğeri bilmezdi. Hepimiz orucumuzu tutardık. Ben Ağustos ayında 10 saat oruç tutup kasaplık işimi yaptığımı hatırlarım. Akşam teravih namazları kılardık. Farklı camileri dolaşır teravih namazlarımızı kılardık. Namazgâh Camii'ne, Namazgâh Pazaryeri Camii'ne giderdik. Arabalarımıza binip uzak camilere giderdik. Patlıcanlı yokuşunda Patlıcanlı Camii'ne giderdik. Herkesin kapıları açıktı. Misafirlerimiz hiç eksik olmazdı. Herkes birbirini ziyaret ederdi. Sahura kadar otururduk.”

Çocukluğunuzda bayramlar nasıl geçerdi?
“Ramazan bitince bayram günü büyüklerimizi dolaşır, ellerini öperdik. Ceplerimiz şekerle ve bayram harçlıklarıyla dolardı. Patlıcanlı yokuşunun sonunda meydanlık vardı. Orada bayram yeri kurulurdu. El öpme faslını bitiren çocuklar topladıkları paraları harcarlardı. Çok eğlenirdik.

Şimdi apartman daireleri 10-15 katlı. Birbirimizi sokak kapısında görünce selam veriyoruz, o kadar. Namazgâh yine eskisi gibi olsun yine burada yaşamayı çok isterim. Ben Namazgâh semtinden taşındım. Şimdi başka bir semtte oturuyorum. Çok kalabalık apartmanları hiç sevemedim. Kendi oturduğum daire 5 katlı, 5 daireli. Her dairede bir ev var. Ama Namazgâh’taki müstakil evimi ve eski samimiyeti özlüyorum. Çok göç olmasaydı yine bahçeli müstakil bir ev’de Namazgâh’ta yaşamayı isterdim. 1996 yılında iş yerimi kapattım. Her gün Namazgâh semtine uğrarım. Arkadaşlarımı ziyaret ederim. Buraya gelmezsem yoklamada yok yazılırım. Yok yazılmamak için her gün mutlaka gelirim. Benim nereye gittiğimi kardeşlerim bilmez. Buradaki arkadaşlarıma sorsalar onlar nerede olduğumu bilir. ”





İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

9 Ağustos 2018

Vatan Toprağı Kutsaldır, Kaderine Terk Edilemez!

Türkiye’de erozyonla mücadele, topraklarımızı ve doğal varlıklarımızı korumak deyince ilk akla gelen isimlerinden biri olan, TEMA Vakfı İzmir İl Temsilcisi Sezgin TOSKA ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sezgin TOSKA

Bize kendinizi tanıtır mısınız?
“İzmir doğumluyum. Lisans ve lisansüstü eğitimlerimi Atatürk Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra tekrar İzmir’e döndüm. Şu anda İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım. Mesleki alanım ve ilgi alanımın kesişmesi zamanımı geçirdiğim çoğu anda doğa (çevre) ve edebiyat ile iç içe olmamı sağlıyor. Bunun dışında spor yapmayı ve sporu takip etmeyi seviyorum.”

Tema Vakfı ne zaman kurulmuştur. Hedefleri nelerdir?
TEMA Vakfı’nın kuruluşu ve amacını belirtmek için “TEMA Vakfı” internet sitesinin incelenmesin de fayda görüyorum. İstediğiniz bilgileri en iyi şekilde birinci kaynaktan özetlemekte yarar var: “İki toprak sevdalısı, Toprak Dede Hayrettin Karaca ve Yaprak Dede A.Nihat Gökyiğit, 1992 yılında TEMA Vakfı'nı birlikte kurmuştur. TEMA Vakfı'nın kuruluş döneminde, doğa koruma konusu ülke gündeminde bugünkü kadar öne çıkmamıştı. Kamuoyu doğadaki bozulmaların farkına yeni yeni varmaya başlamıştı. Sosyal sorumluluk kavramı henüz gelişmemişti, iş adamları hayırseverlik adı altında çalışmalar yürütüyordu. 1992 Haziran'ında Brezilya'nın Rio de Janerio kentinde yapılan dünyanın ilk ‘Yeryüzü Zirvesi’ devletlerin insanın ekosistemler üzerinde yarattığı tahribatı kabul etmesi ve buna karşı verilen mücadeleleri küreselleştirerek ön plana çıkarması açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Zirve, aynı zamanda sivil toplumun güçlü bir aktör olarak sahneye çıkmasında önemli rol oynadı. Bugün 21. yaşını kutlayan TEMA Vakfı, Rio Zirvesi'nden sadece birkaç ay sonra, 11 Eylül 1992 tarihinde kuruldu.”

TEMA Vakfı’nın hedefleri ise şu şekilde ifade edilmektedir:
“Öncelikle ulusumuza, onun temsilcilerine, siyasal partilere ve hükümetlere, resmi ve özel kuruluşlara, eğitim kurumlarına, basın yayın organlarına, toprak erozyonunun nedenlerini, vahim sonuçlarını ve ülkemizin çöl olma tehlikesini anlatmaktır. TEMA bu hedef doğrultusunda, siyasi güçleri, doğal varlıkların yok edilmesi ve erozyon sorununa çare bulmadan iktidar olamayacaklarına inandırma çabasındadır. Bu nedenle başta erozyon sorunu olmak üzere çevre sorunlarına karşı duyarlı, bilinçli ve etkin bir kamuoyu oluşturmaya çalışılmaktadır.”

Neden Tema Vakfı’nı tercih ettiniz?
Küçük yaşlardan itibaren edindiğim doğa sevgisine çok yakın gelecekte özlem duyabileceğimi hissetmek beni derinden endişelendirmişti. Bu arada boynuna asılı bir fotoğraf makinesi ile dolaşan Hayrettin Karaca’nın dikkat çektiği gerçekleri işitmem içimde hep var olduğunu düşündüğüm bir mücadeleyi ortaya koymanın zamanının geldiğini anlamama yardımcı oldu. Uzaktan ilgiyle takip ettiğim TEMA Vakfı çalışmalarına üniversite öğrencisiyken üye olabilme fırsatına sahip oldum. TEMA Vakfı’nın ilkeli duruşu, bilimsel alt yapısı ve o zaman önderliğini yapan liderleri ile çalışma ekibi ve gösterdikleri duruş kararımda önemli rol oynadı. Ayrıca TEMA Vakfı’nın verdiği mücadele ile gerçekleştirmek istedikleri içinde kendime yer bulabileceğimi hissettim. Dahası bu çabalarında samimi olmaları, söylem ve eylem birliği arasındaki tutarlılık, başka bir ajandalarının olmaması TEMA Vakfı’nı tercih etmemek gibi bir seçenekle karşı karşıya kalmanıza zaten izin vermiyordu. Doğal varlıklar ile aramda kurduğum bağ beni sanki farkında olmadan, kimi zamanda farkında olarak bu yolda yürümem konusunda her zaman beni güdülemiştir. Toprak deyince aklınıza gelen üç kelime nedir? Varlık, yaşam ve anlam.

Toprağa ilk ne zaman ve nasıl ilgi duydunuz?
Çok erken yaşta diyebilirim. Ben kendimi bu konuda ayrıcalıklı hissediyorum. Çünkü doğduğum ve büyüdüğüm evimizin biri ön biri arka olmak üzere iki küçük bahçesi vardı. Babamın sabah erken ve gecenin geç saatlerinde bahçeyi sulaması sırasında yanında olabilmem, toprakla kurduğum o derin bağın giderek artan bir biçimde kuvvetlenmesini sağladı. Kimi zaman ona yardım etme fırsatını bulmamda bu duygusal bağı daha da güçlendirdi. Toprağa ayrılan emek ile zamana ve gösterilen saygıya yakından şahit olmam ilgimi kalıcı hale getirdi. Yaz tatillerinde gittiğim teyzemin köyünde deneyimlediğim çiftçilik faaliyetlerinde de benzer duygulara şahit olmam ve o son derece özgür ortamda gerçekleşen doğal disiplini görmem de toprak ve beraberindeki doğal varlıklar ile ilgilenmemin pekişmesini sağladı.

Tema Vakfı olarak iklim değişikliği konusunda projeleriniz nelerdir?
İklim değişikliği konusunda öne çıkan projeler uyum ve azaltma çalışmaları başlıkları altında toplanabilir. Bunun yanı sıra sürdürülen farkındalık çalışmaları tabandan gelen bir kamuoyu baskısıyla bazı değişikliklerin gerçekleşebilmesini öngörmektedir. Fakat asıl gereken iklim değişikliği başta olmak üzere gezegene verdiğimiz zararın esas nedenlerine inerek onları ortadan kaldırabilecek çalışmaları yerel ölçekte olduğu kadar küresel ölçekte de gerçekleştirmek olmalıdır. Gezegene verilen zararın küreselleştiği, herhangi bir çevre suçunun ekolojik ilkeler doğrultusunda işlendiği alanla sınırlı kalmayıp gezegendeki diğer herhangi bir yeri etkileyebilme potansiyeli, bu suçlarla mücadele girişimlerinin de yerel uğraşlarla sınırlı kalmayıp küresel olmasını gerektirebilmektedir. Amaç yerel sorunlarla mücadele olsa da hedef ve uzgörü resmin büyüğünü görüp o resmi yeniden çizebilme olmalıdır.

Türkiyede erozyon sorununda ne gibi ilerlemeler kaydedildi?
TEMA Vakfı’nın çabaları sayesinde erozyon Türkiye’nin gündemine girdi. Bu farkındalık çalışmaları kapsamında; İlk “Erozyonla Mücadele Haftası” 22-28 Kasım 1993 tarihinde İstanbul'da düzenlendi. Daha sonra İlk “Toprağa Saygı Yürüyüşü” gerçekleşti.
1994 yılında TEMA ile birlikte anılacak ve insanların kalbine kazınıp aklına hitap eden slogan ortaya çıkarıldı: Türkiye Çöl Olmasın! TEMA Vakfı farkındalık çalışmalarının yanı sıra somut eylemsel projeleri hayata geçirerek bu işin lafta kalmayacağını kararlılıkla ortaya koyarak nasıl gerçekleştirileceğini göstermeyi de başardı. Bu kapsamda ilk ağaçlandırma çalışmalarının ardından TEMA Vakfı ile Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü işbirliğiyle İzmir Bergama Kozak Yaylası Çamavlu Köyü Mera Islah Projesi başarıyla kotarıldı. Bunun yanı sıra TEMA Vakfı diğer erozyonu önleme amaçlı sürdürülebilir kırsal kalkınma projeleri ile toprak kaybının önlenmesi adına son derece başarılı etkinliklerde bulunmuştur. Bu projelerin amacı TEMA Vakfı sayesinde ülke gündemine giren erozyon sorunun yine ülke gündeminden çıkmasına yardımcı olmaktır. Bunun yolu da bu tür projelerin ülke genelinde yaygınlaşarak uygulanmasıdır. Dahası TEMA Vakfı hukuksal alandaki mücadelesi ile toprakları korumanın en büyük adımlarında birini gerçekleştirir. Bu bağlamda TEMA Vakfı'nın çalışmaları ile 38 yılda çıkartılamayan dört kez kadük olan “Mera Yasası” 25 Şubat 1998'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde tüm siyasi parti milletvekillerinin “oybirliği” ile kabul edildi. Fakat günümüzde ortaya çıkan yeni gelişmelere bağlı olarak toprak kayıpları için daha farklı tehditler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle sağlanan ciddi girişimlere rağmen hâlâ ciddi toprak kayıpları yaşanmaktadır. O yüzden erozyonla ve toprak kaybıyla mücadele konusunda yapılacak daha çok fazla görevimizin olduğu bir gerçektir.

Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Doğa korumacılığın (günümüzde çağrıştırdığı yan anlamlar yüzünden benim pek sıcak bakamadığım ve benimseyemediğim çevreciliğin) artık bir gönüllükten ziyade zorunluluk olduğunu düşünmekteyim. İnsan merkezliliği yüzünden doğal varlıklara zarar veren insanın kendisine de zarar verdiğini görmesi bu konuda çalışmak zorunda kaldığını anlamasına umarım yardımcı olur. Benim anlamakta zorlandığım noktalardan birisi de aslında budur. Bencil olan insan sadece bencil olduğu için bile kendisine zarar vermemek için doğayı ve doğal varlıkları korumak onlara zarar vermemek zorundadır. Ancak bunun tersini gerçekleştirmesi belli başlı bazı olguların sorgulanmasını gündeme getirmektedir. Birara insanların çevresel sorunların farkında olurlarsa bu konuda bir şeyleri değiştirebilecekleri öngörülüyordu. Fakat çevre sorunları konusunda kendisine ulaşılan insanlar ya da bu farkındalık çalışmalarını bizzat yapanların bile doğa yararına eylemlerde yeterince bulunamamaları, yaşam tarzlarını doğadan yana değiştirememeleri oldukça dikkat çekicidir. Bu nedenle sorunun kaynağı ile mücadele yöntemlerinin gözden geçirilmesi gerekebilir. Çevresel adalet çalışmaları da işte bu noktada son derece önemlidir. Çevreden fayda sağlayanlar ile ortaya çıkan çevre yükünü üstlenenlerin kimler olduğu diğer bir ifadeyle çevre sorunlarının ortaya çıkmasında en az katkısı olanların bu sorunlardan en fazla etkilenenler olup olmadıkları araştırılmalıdır. Çevreciliğin de artık bir kazanç kapısına dönüştürülmesi insanların çevreciliğe gösterdiği ilgi ve sevginin sömürülmesine olanak tanımaktadır. Bu konuda samimi çalışmalara destek vermemiz ve dikkatli olmamız gerekmektedir. Doğayı sevmeli ve insanların küçük yaştan itibaren doğayı sevmelerine olanak vermeliyiz. Toprak Dedemizin bu yıl güncellediği ünlü ifadesi ile özetlemek gerekirse sevgi, bilgi, ilgi ve tepki ortamı doğayı koruma adına toplumsal ve dünya barışının Anadolu’dan geleceği noktasında umudumuzu diri tutmaktadır. TEMA Vakfı’nın gerçekleştirdiği doğa eğitimlerinin okul öncesi’nden başlayarak ileri kademelerde de devam etmesi ekilen tohumların ileride umudumuz olacağının en önemli göstergesidir. Son sözüm: “Vatan Toprağı Kutsaldır Kaderine Terk Edilemez” diyen Atatürk’ü saygıyla anmak ve doğa korumacılığında önderliğini Orman Çiftliği, Yürüyen Köşk ve Yalova’daki Arboretum çalışmalarıyla gösterdiğini bir kez daha hatırlamaktır.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

8 Ağustos 2018

Heykel çalışmalarını çok sevdiği atölyesi’nde sürdürüyor.

İzmir Alsancak’ta 2017 yılında açılan Alsancak Sanat Eğitim Merkezi workshop ve uzun süreli eğitim çalışmalarına devam ediyor.

Alsancak Sanat Eğitim Merkezi’nin kurucusu Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel bölümü mezunu Ülkü GİRGİN; Mask, kukla, takı, heykel, resim eğitimlerini uzman ve deneyimli bir kadro ile öğrencilerin yaratıcı yanlarını atölye çalışmasında keşfetmeyi hedeflediklerini söyledi.

Alsancak Sanat Eğitim Merkezi’nde 7’den 77’ye her yaş grubuyla çalıştıklarını ifade eden Ülkü GİRGİN, çalışmaları hakkında şu açıklamalarda bulundu:

"Farklı workshoplar düzenliyoruz. Dekoratif ayakkabı, dekoratif şapka, kağıt heykeller gibi workshop atölye çalışmalarımız için önceden kayıt alıyoruz. Özlem Altınbilek eğitmenliğinde, kağıt, keçe, kumaş gibi çeşitli malzemelerin kullanıldığı dekoratif amaçlı veya kullanıma uygun şapka modellerinin yapıldığı atölye çalışmalarımız devam ediyor. Ayrıca Tonguç Gökalp eğitmenliğinde, deneysel resim tekniklerinin, deneyimini içeren workshop çalışmaları, desen ve resim eğitimlerinin verildiği atölye çalışmalarımız var. Heykel çalışmalarımızın eğitimini ben veriyorum. Klasik modelle çamur kullanılarak modelleme farklı malzemeler (ağaç, taş ) tekniklerinin anlatım ve uygulamalarının yapıldığı atölye çalışması yapıyoruz. Tüm atölye çalışmalarımız çok keyifli geçiyor, öğrencilerimiz çok güzel çalışmalar yapıyorlar."

Alsancak Sanat Eğitim Merkezinin kurucusu Ülkü GİRGİN heykel çalışmalarını çok sevdiği atölyesinde sürdürüyor.


İzmir Modern /Nurten ÖĞÜT


Heykel çalışmalarını çok sevdiği atölyesinde sürdürüyor...

7 Ağustos 2018

AKSÜYEK ve TANSIK isimleri sakız fidanlarında yaşayacak.

Ticaretle uğraşan işadamı Sabri AKSÜYEK, hiç tanımadığı, mezarlarını dahi bilmediği dedesi Salih Zeki TANSIK ve Babaannesi Edibe AKSÜYEK anısına Ege Orman Vakfı ile işbirliği protokolü imzalayarak 200 sakız fidanına hayat verdi.


Ege Orman Vakfı Genel Müdürü Metin GENÇOL ile protokole imza atan Sabri AKSÜYEK, Girit doğumlu olan dedesi ve Yanya doğumlu babaannesinin, Çeşme-Çiftlikköy-Kocadağ mevkiinde 200 sakız fidanında yaşayacağını, bundan böyle dedesi ve babaannesinin mezarlarını ziyaret etmek istediğinde sakız ağaçlandırma sahasını ziyaret edeceğini söyledi.
Ege Orman Vakfı Genel Müdürü Metin GENÇOL, Sabri AKSÜYEK’e bu anlamlı bağış için teşekkür ederek, sakız ağaçlandırma projesinin İzmir Orman Bölge Müdürlüğü işbirliğiyle devam ettiğini söyledi.
GENÇOL; “Sakız biliyorsunuz çok özel bir ağaç. “Sakız Ağaçlandırma Projesi”ne destek olarak hem yitirdiklerinizi sakız ağaçlarında yaşatıp hem de ülke ekonomisine katkıda bulundunuz. 5 yıl boyunca damlama sulama sistemleri ile bakımları yapılacak. 7 yılda fidan bakımları devam edecek.” dedi.

İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


Fakir BAYKURT'un mirası...

6 Ağustos 2018

Macuncu Necip Usta

Çocuklar için macuncular bir dönemin en ilgi gören kişileriydi. Teknolojinin ilerlemesi, sanayinin gelişmesi gibi nedenler bazı mesleklerin yok olmasına sebep oluyor.


Artık sadece festivallerde, bayramlarda, ramazan eğlencelerinde ve özel günlerde gördüğümüz macun ustaları da bu mesleklerden biri.
Macuncu Necip Usta, 35 yıldır mesleğini yaptığını, dede mesleği olan macun ustalığını babasından sonra kendisinin devam ettirdiğini söyledi. Halkımıza geçmiş kültürlerini hatırlatmak için bu işi devam ettirdiğini ifade etti.


“Babam bizi macun ustalığı yaparak büyüttü. Ben de bu işi severek sürdürüyorum. Yaz mevsimin de Bodrum Türkbükü’ne gidip işimi yapıyorum. Belediyenin benim için kurduğu stant var. Arada sahiller de dolaşıyorum.

Eylül’de İzmir’e dönüyorum. İnternette macuncu necipusta.com isimli sitem var. Bana internet üzerinden veya telefonla ulaşan herkese yardımcı olmaya çalışıyorum. Ürünlerim de katkı maddesi kullanmıyorum, hepsini kendim üretiyorum.
Necip Usta’nın macunları “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı”ndan onaylıdır. Yurt dışı fuarları Türkiye standına gönderiliyorum. Osmanlı şerbet tanıtımları ve macun yapıyorum. Yurt dışında çok ilgi görüyoruz."

Giydiği geleneksel kıyafetiyle macuncu Necip Usta, horoz şekeri, elma şekeri, pamuk şekeri, popcorn, Osmanlı Macunu ile asırlık geleneği yaşatmaya devam ediyor.


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT


Macuncu Necip Usta'nın facebook sayfası