İzmir 9 Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi Resim
Bölümü mezunu Görsel Sanatlar Öğretmeni, Ege Bölgesi Görsel ve Plastik Sanatlar
Derneği üyesi Erkan Kösem kendisini, teknoloji ve doğa arasında var olduğunu
düşündüğü savaşta, doğanın tarafına daha yakın bir "ara bulucu"
olarak tanımlıyor. Bu bağlamdaki çalışmalarına ve doğa ile iletişimine devam
ediyor. Bu şekilde izleyiciyi de aynı bağın içine çekmeye çalışıyor.
Son dönem çalışmalarında elektronik devreler gibi teknolojik
ürünler ile orman yangınında yanmış ya da kendi eceliyle yere düşmüş gerçek
ağaç parçalarını birlikte kullanarak, doğa ve teknoloji arasında var olduğunu
düşündüğü savaşı ve sonrasında olmasını umut ettiği barışı vurgulamaya çalışan
Erkan Kösem ile sanatına dair merak edilenleri konuştuk.
‘Erkan beyi
tanımayanlara özetle nasıl anlatırsınız?
Özetle, resim öğretmenliği yapan bir sanatçı olduğumu
söyleyebilirim; ama diğer taraftan sanatçının kendisini kısaca bir cümle ile
anlatıp tanımlaması çok da kolay değil bence. Yaşamda, süreç içinde değişip
gelişebilir bu tür tanımlamalar. Şu son dönemde yaptığım çalışmalarla birlikte;
kendimi, "teknoloji ve doğa
arasında var olan savaşta, doğanın tarafına daha yakın taraflı bir
arabulucuyum" diye tanımlıyorum.
Resme olan ilginiz ne
zaman başladı?
Klişe olacak ama kendimi bildim bileli resme ilgim vardı.
Çok küçük yaşlarda bakarak resimler yapardım. Yaptığım resimler tüm öğretim
hayatım boyunca beğenilip panolara asılırdı. İlginçtir ki, tüm bu süreçte benim
resimle ilgili bir idealim olmadı. Çevremin de etkisiyle, lisede fen bölümünden
mezun oldum. Hem o konularda yeterli olmadığım, hem de doğama uygun olmadığı
için, tabii ki üniversiteyi kazanamadım. O dönemde, bir arkadaşımın teşvikiyle
güzel sanatlar fakültesinin sınavına birkaç desen çalışmasının dışında hiçbir
hazırlık yapmadan girip bütün yetenek sınavlarını geçtim ama mülakatta kaldım.
Mülakat sonrası aklım başıma geldi. Sınav sırasında kendimi o ortama çok yakın
hissettim, içimden 'ben buraya aidim, burada olmalıyım' duygusu yerleşti.
Ardından, önümdeki o bir yıl boyunca yalnızca resim yetenek sınavları için
çalıştım ve 9 Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Resim Bölümü'nü 9. olarak
kazandım. Bütün o 'tek tabanca oynama, ya kazanamazsan?' telkinlerine ve diğer
benzer tepkilere rağmen normal üniversite sınavına da girmedim.
Sizin için resmin
anlamı nedir?
Buna genel olarak "sanat" diyebiliriz. Sanat
dalları arasında çok keskin sınırlar kalmadı çünkü. Bu arada, son dönemde
resmin dışında soyut kavramsal heykel çalışmalarına da başladım. Bu bağlamda
sanat benim için, bütün duygularımı ve düşüncelerimi herhangi bir tercümeye
gerek olmadan, en doğal, en içten ve en güçlü biçimde anlatabildiğim çok özel
bir anlatım aracı. Kendimi en güçlü hissettiğim alan sanat. Balıkların denizde,
kuşların havada daha güçlü olmaları gibi. Ya da çok sevdiğim rahmetli Ferhan
Şensoy'un bu konudaki metaforunu kullanmayı çok seviyorum; "Kendi yolunda
ağır ağır ilerleyen bir sümüklü böceğin, ardında altın gibi parıldayan bir iz
bırakması. İşte sanat benim için tam da böyle bir şey.
Aldığınız sanat
eğitimini, artıları ve eksileriyle değerlendirir misiniz?
Üniversite yıllarımda sanatsal ortamlara yeterince girememiş
olduğumu düşünsem de, genel olarak çok iyi bir sanat eğitimi aldığımı
söyleyebilirim. İçinde bulunduğun şehir, genel okul ortamı, tanıdığın hocalar
ve kuşkusuz senin bireysel olarak gösterdiğin çabalar, çalışma gücün, hepsi
önemlidir; ama seni sanatsal olarak en çok şekillendiren şey atölye hocasıdır.
Bu şekilde duruma göre iyi bir rol modelin olur ve zaman içinde kendini
sanatsal olarak gerçekleştirmeye başlarsın.
Ben de özellikle bu konuda çok şanslı olduğumu düşünmüşümdür. İkinci
sınıfa geçtiğimizde, memur masasının üzerinde duran sınıf listelerindeki A ve
B'nin yerlerini odada kimse yokken küçük bir hile ile değiştirerek sevgili
hocamız Bilal Erdoğan'ın atölyesine geçmiştik. Her zaman "iyi ki de
yapmışız" derim. Üzerimde gerçekten çok derin izler bıraktı.
Hocanız Bilal Erdoğan
sizin üzerinizde nasıl izler bıraktı? Anlatabilir misiniz?
İlk dersimizi anlatayım isterseniz. Masanın etrafında
oturduk. Bize daha önce izlediği bir kısa filmi anlatmaya başladı. "Bir
civciv fabrikasında yürüyen bir bant; bant’ın ilerisinde başları boneli, elleri
eldivenli, ağızları maskeli, bütün vücutları kapalı çalışanlar. Bantta sarı
civcivler sıkışık biçimde ilerliyor. Çalışanlar civcivleri teker teker ellerine
alıp popolarına bakarak dişileri bir deliğe, erkekleri diğer deliğe atıyorlar.
Sonra sarı civcivlerin arasında bir siyah civciv görülüyor ve yine birlikte
ilerliyorlar. Ardından kamera siyah civcivin gözünden ileriyi gösteriyor. Flu
ve ağır çekim bir görüntü. İleride bir tehlike ve kaos hissediyorsun. Kamera
tekrar dışarı çıkıyor ve o siyah civciv arkasını dönerek kalabalığı yara yara
geriye doğru koşmaya başlıyor..." Sonrasında şunu ekledi: " İşte
sizden böyle bir siyah civciv olmanızı bekliyorum".
Çok güzelmiş
gerçekten. Eminim Bilal hocanızla ilgili anlatmak isteyeceğiniz şeyler de
vardır
Konuyu uzatmak istemiyorum ama çok var tabii ki. Muhteşem
bir Türkçesi vardı. Konuşmalarının ilk 10-15 dakikasını izleyebilirdim,
sonrasında beynim uyuşmaya başlardı. Konuşması bittiğinde "anladınız mı
çocuklar?" diye sorduğunda anladığımızı söylerdik, neyi anladığımızı tam
olarak anlayamadan. Ama geride hep bir tortu kalırdı. "Önce yaşasın
ilustrasyon diyeceğiz, sonra kahrolsun ilustrasyon diyeceğiz" derdi
örneğin. Yani özgün olabilmek ve kendimizi bulabilmek için öncelikle fiziksel
ve teknik olarak çok iyi bir düzeye ulaşmak gerektiğini ve bunun için de
fotoğraf gibi gerçekçi çalışmalar yapacağımızı anlatırdı. Sonra, "tekniği
ön plana çıkarmayın; teknik yalnızca bir araçtır, amaç değildir. Ön planda
olacak tek şey sizin işiniz olmalı" derdi. Başka bir zaman da şunu
söylerdi: "Benzer araç gereçlerle benzer sonuçlara ulaşırsınız". Yani
sürekli yeni şeyler deneyip farklı sonuçlara ve etkilere ulaşmaya çalışın. Her
seferinde de eklerdi: "Ne tekniği, ne de malzemeyi ön plana
çıkarmayın". Bugüne kadar bunları ve daha başka birçok şeyi kendime rehber
edindim. Belki ben de bu şekilde hocamı ön plana çıkarmış oluyorum, ama bu
etkiyi anlatmaya hem gerek görüyorum, hem de belki ihtiyacım var.
Bence de kendinizi
şanslı hissetmekte haklısınız. Bilal hocanızın rehberliğiyle birlikte siz de
çok büyük bir çaba göstermişsiniz. Tam da bu noktada, sizce sanatçı olabilmek
için sanat eğitimi almak gerekli ve yeterli midir?
Sanat eğitimini yalnızca okul ya da üniversite olarak
düşünmemek gerek. Bazı sanatçılar bu eğitim ihtiyaçlarını başka yollardan da
karşılayıp amaçlarına ulaşmışlardır. Genel anlamda sanat eğitimi çok gereklidir
ama kesinlikle yeterli değildir. Asıl olan çok çalışmaktır. Yalnızca kendi
alanında çalışmak da değil üstelik. Çok okumak, araştırmak, düşünmek,
sorgulamak, izlemek ve dinlemek gerekir. Genelde insanlar sanatçı olmayı, daha
çok yetenek kavramına indirgerler; ama bu da doğru değildir. Öğrencilerime hep
verdiğim bir örnek vardır. Usain Bolt'un hızlı koşmasının tek nedeni uzun bacakları
değildir. İyi bir çalışma ortamı, iyi bir koç ve tüm bir yaşamı adayıp çok
çalışmak. Hiçbir başarı gökten zembille inmez. Benim için çok çalışmak her
şeyin önünde gelir.
Resimlerinizde
işlediğiniz konular nelerdir?
Sanatsal süreç zaman içinde farklı nedenlerle değişip
gelişiyor. Üniversite yıllarının ardından genç yaşta eğitim sisteminin içine
girdim. Bu süreçte kağıt üzerine pastel boya ile kısa süreli dışavurumcu
psikolojik çalışmalar yaptım. Yaklaşık 25 yıl önce öğretmenliğim sırasında
tesadüfen denediğim yakma resim çalışmaları, beni bugünlere getiren en önemli
şey oldu. Hem teknikle, hem de teknik aracılığı ile ağaç, doğa ve geçmişimle,
çocukluğumla içgüdüsel bir bağ kurmaya başladım. Ağaca dokunup sıcaklığını
hissettim ve dumanının kokusunu içime çektim. Bu konuda değişik biçimlerde
yaptığım denemeler ve kuramsal araştırmalar sonucunda, bu çalışmaların Şamanizm
felsefesi ile bağdaştığını gördüm. Şamanizm'in var olduğu dönemlerde insanların
tüm doğa ile aralarında çok güçlü bir bağ kurduklarını ve doğa ile sürekli
iletişim halinde olduklarını; bu bağın ise zaman içinde koptuğunu ve bu yüzden
de doğaya yabancılaştığını hatta düşman olduğunu fark ettim. İnsan ve doğa
arasında kopmuş olan bu bağı, bu şekilde yine kendimce yeniden kurmaya
çalıştım. -Ki "Sırra Erme" diye tanımladığım bu dönem, 2017 yılında
aynı adla bir kişisel sergiyi de yarattı. Çalışmalarım sırasında şaman ve pagan
müzikleri dinledim ve gözlerimi kapatarak döne döne dans ettim. Çok sıra dışı
deneyimlerdi benim için. Bu arada, yakma ile birlikte akrilik boya ve renkleri
de kullanarak farklı doku ve etkilerin arayışına girdim. Felsefe, psikoloji,
şamanizm ve insanın, doğanın karşı evrimi ile iç içe geçen son dönem
çalışmalarımda ise elektronik devreler gibi teknolojik ürünler ile orman
yangınında yanmış ya da kendi eceliyle yere düşmüş gerçek ağaç parçalarını
birlikte kullanarak, doğa ve teknoloji arasında var olduğunu düşündüğüm savaşı
ve sonrasında olmasını umut ettiğim barışı vurgulamaya çalıştım. Aynı
yabancılaşmanın bir sonucu olarak, bilgisayar oyunlarını ve bu oyunlardaki
karakterleri olumsuz figürler olarak kullanmaya başladım. Sanal dünyanın insan yaşamındaki olumsuz
etkilerine, insanın doğadan kopuşuna ve bu süreci hızlandırmasına dikkat
çekmeye çalıştım. Sonuç olarak, bu şekilde izleyiciyi de aynı bağın içine
çekmeye çalışıyorum. Daha önce de belirttiğim gibi bu son birkaç yıldır,
teknoloji ve doğa arasında var olduğunu düşündüğüm bu savaşta, doğanın tarafına
yakın kendimce taraflı bir ara bulucu olmaya çalışıyorum. Bu süreçte şunu da
fark ettim. Yaptığım çalışmaları genel olarak anlatmayınca, hiç istemesem de
teknik ve malzeme ön plana çıkmaya başlıyor. Yani yalnızca ağaç değil, yalnızca
yakma değil, yalnızca bilgisayar oyunları değil, yalnızca teknoloji değil; geri
dönüşüm ya da atık malzemelerin değerlendirilmesi hiç değil. Benim için hepsi
bir süreç ve dayandığı psikolojik ve filozofik temelleri var. Sonuç olarak,
anlatmanın üretmekten daha ön planda olduğu geçici bir dönemde olduğumu
düşünüyorum.
Çok güzel. Bahsettiğiniz
bu "teknoloji" işlerinize nasıl girmeye başladı?
Aslında önce işlerime verdiğim adlarla başladı. Tamamen
doğal malzemelerle doğal biçimlerde yaptığım işleri, teknoloji ile ilgili
terimlerle anlatma düşüncesi ve bunun yaratacağı tezat hoşuma gitti. Bu şekilde
olduğunu düşündüğüm çelişkileri daha iyi vurgulayacağımı ve anlatımın daha da
güçleneceğini düşünmüştüm. "Rezonans" ya da "Arc" gibi.
Tabii ki bu süreçte Robert M. Pirsig'in yazdığı "Zen ve Motorsiklet Bakım
Sanatı" (Değerlerin Sorgulanması) adlı romanının bendeki etkisinden de
bahsetmem gerek.
Bir de bana daha önce
bahsettiğiniz "Fiziksel yaşamdan kopuş" konusu vardı
Evet, Bu konuyu çağın ve tüm insanlığın önündeki en büyük
tehlike olarak görüyorum. Var olan teknoloji, insana olayları gerçekmiş gibi
hissettiriyor, o hazzı gerçekten yaşatıyor, alıyorsunuz; ama hiçbiri fiziksel
olarak gerçek değil. Bulunduğunuz yer bilgisayarın başı, elinizdeki telefon ya
da gözünüzdeki sanal gözlük. Hatırladığım artık çok sıradan ve basit kalan bir
örnek var. Bir tablet reklamında, ekranda gerçek bir kitap görüntüsü var,
kitabı oradan okuyorsun, okuduğun sayfayı, gerçek bir kitapmış gibi parmağınla
çeviriyorsun. Her şey gerçek gibi algılanıyor, ama değil. Dokunduğun bir kitap
yok, kağıt yok, koklayamıyorsun. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Sanat tarihinde sizi
etkileyen akımlar, dönemler hangileridir? Sanatçılar kimlerdir?
Her sanatçının gelişim süreçleri farklıdır. Sanat
akımlarından ya da belli sanatçılardan etkilenerek, bunu kendi sanatsal
gelişimleri için kullanıp farklı noktalara, sonuçlara ulaşabilirler. Benim de
olmuştur kuşkusuz. Daha önce belirttiğim gibi, üniversite sonrasında
ekspresyonistlerden etkilenmiştim. Çok fazla beğendiğim başka sanatçılar ve
dönemler de var mutlaka. Ama benim sanatsal sürecim genel olarak özgün
olabilmek adına "kimseden etkilenmemek" üzerine gelişti. Ben daha
çok; okuduğum bazı kitaplardan, o kitaplarda geçen bazı sözcükler ve
kavramlardan, dinlediğim bazı müziklerden, izlediğim bazı filmlerden ya da
kişisel yaşantılarımdan etkileniyorum. Bunlar beni çok fazla motive ediyor ve
oluşturduğum bütün bu birikimlerim var olan yapı ile birleşerek yeni sıçrama
noktaları yaratıyor.
Daha önce de
bahsettiğiniz, sizi etkilemiş olan bu filmler, müzikler ya da kitaplardan
örnekler verebilir misiniz?
Çok fazla var ama birkaç tane örnek verebilirim. Daha önce
bahsettiğim Robert M. Pirsig'in "Zen ve Motorsiklet Bakım Sanatı"
(Değerlerin Sorgulanması), Nietzsche'nin
Zerdüşt Böyle Diyordu (Varlık Yayınları'nın çevirisi çok iyidir), Henry
Miller'in bütün romanları, Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"ı aklıma
gelen ilk isimler. "Searching for sugarman", "Kelebek ve
Dalgıç" ve "Manifesto"yu da film önerisi olarak söyleyebilirim.
Beni her anlamda motive etmişlerdir. "Şikayet etme, yapabileceğinin en
iyisini yap, tabii ki bu her zaman mümkün olmaz her yaptığın bir öncekinden
daha iyi olsun.
Bu arada aklıma gelmişken Nietzsche'den sevdiğim bir alıntı
yapayım. "Erdemlerin, adların laubali olamayacağı kadar yüksekte olsun. Ve
bahsetmen gerekirse ondan, kekelemekten utanma."
İşlerinize ve
sergilerinize çok farklı isimler veriyorsunuz. Bu da bana çok ilginç geliyor
gerçekten. Ne dersiniz?
Bazen sanatçılar yaptıkları işlere isim vermek istemezler.
Bu şekilde izleyiciyi sınırlandırmış ve şartlandırmış olacaklarını düşünürler.
Bense işlerime ya da kişisel sergilerime böyle farklı ve şaşırtıcı isimler
vererek, izleyiciyi benim baktığım açıdan bakmaya teşvik etmek istiyorum.
Sözcüklerle oynamayı seviyorum. Verdiğim bu isimler genelde birkaç farklı
anlama geliyor, bu şekilde bir tezat yaratıyor ve etkisini arttırarak daha
fazla dikkat çekiyor. Örneğin açtığım bir serginin adı "Sertünsüz"dü.
Yani "hem sergideki işlerin içeriği sert, hem de ben ünlü değilim"
gibi bir gönderme yapmıştım. Ya da
"İçten Konuşmalar". Hem samimi, hem de içeriden; konuşmadan konuşmak.
Sanatçılığınızın
yanında bir de eğitimci kimliğiniz var. Sizce öğrencilere dönük bir sanat
eğitimi nasıl olmalıdır?
Evet aynı zamanda bir eğitimciyim. Öğrencilere dönük çağdaş
bir sanat eğitimi çok küçük yaşlarda başlar kuşkusuz; ama bu, genel eğitim
sisteminden ve eğitim politikalarından bağımsız düşünülemez bence. Öncelikle,
öğrencilere çalışıp üretebilecekleri sağlıklı ortamların sağlanması çok önemli
ve gerekli. "Başarı" kavramının, yalnızca öğrencinin girdiği sınavda
yaptığı net doğru sayısına indirgendiği bir öğretim ortamında, sanat eğitiminin
kalitesinden bahsetmek çok da kolay değil ne yazık ki. Bu konuda hep verdiğim
bir örnek var. Okul idaresi tarafından "okul dışında bir etkinliğe hangi
sınıfı götürsek?" diye düşünülürken, "o sınıfın resim ya da müzik
dersleri var, dersleri kaynamasın, o yüzden onlar gitmesin" denmeye başlandığı zaman, bir şeyler de
değişmeye başlayacaktır. Oysa içinde bulunduğumuz ortamda bunun tam tersi
yaşanıyor. Öğrenciler de, kendilerine sunulan bu gelecek planında ve yaratılan
bu ortamda sanata ilgi duyup bu konuya zaman ve emek harcamaları belki de haklı
olarak çok zor oluyor. Ben resim uygulamalarının dışında, genel sanat algısı
üzerine çalışmalar yapıyorum ve bunu çok önemli buluyorum. Bir resme ya da
heykele nasıl bakılır, sanat eseri nasıl incelenir, filmler nasıl izlenir,
geçmişte sanat tarihinde neler yapılmış, gibi. İyi bir sanat izleyicisi olmayı,
insan olmanın insan gibi hissetmenin en temel özelliği olarak görürüm ve
öğrencilerime de bunu anlatırım.
Okullarda resim
dersleri çok az oluyor, sizce yeterli mi değil mi?
Yaş grubuna göre farklılıklar gösterebilir. Daha önce
bahsettiğim gibi, ders saatinin daha fazla olmasından çok çağdaş niteliklere
sahip olması önemli.
Resim yapan çocuğa
nasıl yaklaşılmalı? Bu konuda ebeveyn ve öğretmenler tarafından sıkça yapılan
yanlış yorumlar nelerdir?
Bence yapılan en büyük yanlış, küçük yaştaki çocukların
özgür bırakılmaması ve sınırlandırılmaya çalışılması. Ağaç böyle olur, bulut
böyle olmaz gibi söylemler hayal güçlerine çok büyük darbe vuruyor ve bütün
yaşamlarını çok kötü etkiliyor. Bu durumda yapılması gereken tek şey, çocuğa
yaptığı resimle ilgili sorular sorup konuşturmak ve çok dolaylı yönlendirmelerde
bulunmak.
Resim yapmak
istiyorum ama fırçayı elime almadım, çöpten adam bile çizemem ben diyen
kişilere ne önerirsiniz?
Öncelikle çok umutsuz olmalarına gerek yok, çöpten adam
çizebilirler. Eğer gerçekten böyle bir amaç edinmişlerse, çağdaş bir resim
kursuna gidip, hocalarının istediklerini ellerinden geldiğince yapmaya
çalışsınlar. Zaman içinde belli bir ölçüde bir gelişme mutlaka
sağlayacaklardır. Sonuç olarak bu işin o kadar da kolay olmadığının her zaman
bilincinde olmaları gerekiyor. Hevesli olmaları çok güzel ama bence en büyük
sorun, çok acele etmeleri. Hemen tuval resimleri yapıp sergilere katılmak
istiyorlar.
Öğrencilerinizle
aranız nasıl?
Öğrencilerimle aramın iyi olduğunu düşünüyorum. Birlikte
çalışıyoruz ve üretiyoruz; dostça sohbetler, sanatsal tartışmalar yapıyoruz.
Beni farklı bulduklarını söylüyorlar.
Hayatta en fazla önem
verdiğiniz değerler nelerdir?
İçtenlik, dürüstlük ve çok çalışmak.
Gelecek planlarınız
neler? Yakın zamanda sergi ya da sanatsal bir etkinlik içinde bulunacak
mısınız?
Sürekli katıldığım karma sergiler oluyor ve bu etkinlikler, çalışmalar
devam ediyor. Şu ara yaptığım son işle katılmayı düşündüğüm bir heykel
yarışması var. Bunun dışında İstanbul ve Ankara'daki sanatsal etkinliklere de
ağırlık vermek istiyorum. Ayrıca, önümüzdeki süreçte "Ara Bulucu"
adında bir kişisel sergi açmak gibi bir düşüncem var.
Şimdiye kadar
yapmadığınız, ama aklınızın ucunda var olan bir resim ya da heykel var mı?
Sanatçının tüm yaşamı bu hayal üzerine kurgulanıyor zaten.
Gelecekte neler yapacağımı bilmiyorum ama çok merak ediyorum. Yaptığım ve
sonuçlandırdığım her iş, bir sonrakine kapı açıyor. Ve daha yenisine ve iyisine
ulaşmak için, bir öncekine başlayıp bitirmekten başka bir şansımız yok. Kendime
her seferinde şunu söylemeye çalışırım: "Erteleme, yap!"
Size ulaşmak isteyen
sanatseverler nasıl ulaşabilir?
İzmir Vali Vecdi Gönül Anadolu Lisesi'nde resim öğretmeni
olarak çalışmaya devam ediyorum. Bunun dışında sanat sayfası olarak kullandığım
instagram hesabım: erkan_kosem72, e-mail: erkanvekosem@gmail.com adreslerinden
de ulaşabilirler.
Son olarak
İzmirdehaber okuyucularına ne söylemek istersiniz?
Öncelikle bana bu
fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Çok keyifli bir söyleşi oldu.
İzmirdehaber kendi alanında çok önemli bir iş yapıyor ve büyük bir boşluğu
dolduruyor. Bu yüzden okuyucuların vereceği destek çok önemli.
İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT