18 Ocak 2023

Erkan Kösem; Sanatsal sürecim özgün olabilmek adına "kimseden etkilenmemek" üzerine gelişti


İzmir 9 Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi Resim Bölümü mezunu Görsel Sanatlar Öğretmeni, Ege Bölgesi Görsel ve Plastik Sanatlar Derneği üyesi Erkan Kösem kendisini, teknoloji ve doğa arasında var olduğunu düşündüğü savaşta, doğanın tarafına daha yakın bir "ara bulucu" olarak tanımlıyor. Bu bağlamdaki çalışmalarına ve doğa ile iletişimine devam ediyor. Bu şekilde izleyiciyi de aynı bağın içine çekmeye çalışıyor. 

Son dönem çalışmalarında elektronik devreler gibi teknolojik ürünler ile orman yangınında yanmış ya da kendi eceliyle yere düşmüş gerçek ağaç parçalarını birlikte kullanarak, doğa ve teknoloji arasında var olduğunu düşündüğü savaşı ve sonrasında olmasını umut ettiği barışı vurgulamaya çalışan Erkan Kösem ile sanatına dair merak edilenleri konuştuk.


‘Erkan beyi tanımayanlara özetle nasıl anlatırsınız?

Özetle, resim öğretmenliği yapan bir sanatçı olduğumu söyleyebilirim; ama diğer taraftan sanatçının kendisini kısaca bir cümle ile anlatıp tanımlaması çok da kolay değil bence. Yaşamda, süreç içinde değişip gelişebilir bu tür tanımlamalar. Şu son dönemde yaptığım çalışmalarla birlikte; kendimi,  "teknoloji ve doğa arasında var olan savaşta, doğanın tarafına daha yakın taraflı bir arabulucuyum" diye tanımlıyorum. 

Resme olan ilginiz ne zaman başladı?

Klişe olacak ama kendimi bildim bileli resme ilgim vardı. Çok küçük yaşlarda bakarak resimler yapardım. Yaptığım resimler tüm öğretim hayatım boyunca beğenilip panolara asılırdı. İlginçtir ki, tüm bu süreçte benim resimle ilgili bir idealim olmadı. Çevremin de etkisiyle, lisede fen bölümünden mezun oldum. Hem o konularda yeterli olmadığım, hem de doğama uygun olmadığı için, tabii ki üniversiteyi kazanamadım. O dönemde, bir arkadaşımın teşvikiyle güzel sanatlar fakültesinin sınavına birkaç desen çalışmasının dışında hiçbir hazırlık yapmadan girip bütün yetenek sınavlarını geçtim ama mülakatta kaldım. Mülakat sonrası aklım başıma geldi. Sınav sırasında kendimi o ortama çok yakın hissettim, içimden 'ben buraya aidim, burada olmalıyım' duygusu yerleşti. Ardından, önümdeki o bir yıl boyunca yalnızca resim yetenek sınavları için çalıştım ve 9 Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Resim Bölümü'nü 9. olarak kazandım. Bütün o 'tek tabanca oynama, ya kazanamazsan?' telkinlerine ve diğer benzer tepkilere rağmen normal üniversite sınavına da girmedim.


Sizin için resmin anlamı nedir?

Buna genel olarak "sanat" diyebiliriz. Sanat dalları arasında çok keskin sınırlar kalmadı çünkü. Bu arada, son dönemde resmin dışında soyut kavramsal heykel çalışmalarına da başladım. Bu bağlamda sanat benim için, bütün duygularımı ve düşüncelerimi herhangi bir tercümeye gerek olmadan, en doğal, en içten ve en güçlü biçimde anlatabildiğim çok özel bir anlatım aracı. Kendimi en güçlü hissettiğim alan sanat. Balıkların denizde, kuşların havada daha güçlü olmaları gibi. Ya da çok sevdiğim rahmetli Ferhan Şensoy'un bu konudaki metaforunu kullanmayı çok seviyorum; "Kendi yolunda ağır ağır ilerleyen bir sümüklü böceğin, ardında altın gibi parıldayan bir iz bırakması. İşte sanat benim için tam da böyle bir şey.

Aldığınız sanat eğitimini, artıları ve eksileriyle değerlendirir misiniz?

Üniversite yıllarımda sanatsal ortamlara yeterince girememiş olduğumu düşünsem de, genel olarak çok iyi bir sanat eğitimi aldığımı söyleyebilirim. İçinde bulunduğun şehir, genel okul ortamı, tanıdığın hocalar ve kuşkusuz senin bireysel olarak gösterdiğin çabalar, çalışma gücün, hepsi önemlidir; ama seni sanatsal olarak en çok şekillendiren şey atölye hocasıdır. Bu şekilde duruma göre iyi bir rol modelin olur ve zaman içinde kendini sanatsal olarak gerçekleştirmeye başlarsın.  Ben de özellikle bu konuda çok şanslı olduğumu düşünmüşümdür. İkinci sınıfa geçtiğimizde, memur masasının üzerinde duran sınıf listelerindeki A ve B'nin yerlerini odada kimse yokken küçük bir hile ile değiştirerek sevgili hocamız Bilal Erdoğan'ın atölyesine geçmiştik. Her zaman "iyi ki de yapmışız" derim. Üzerimde gerçekten çok derin izler bıraktı.

Hocanız Bilal Erdoğan sizin üzerinizde nasıl izler bıraktı? Anlatabilir misiniz?

İlk dersimizi anlatayım isterseniz. Masanın etrafında oturduk. Bize daha önce izlediği bir kısa filmi anlatmaya başladı. "Bir civciv fabrikasında yürüyen bir bant; bant’ın ilerisinde başları boneli, elleri eldivenli, ağızları maskeli, bütün vücutları kapalı çalışanlar. Bantta sarı civcivler sıkışık biçimde ilerliyor. Çalışanlar civcivleri teker teker ellerine alıp popolarına bakarak dişileri bir deliğe, erkekleri diğer deliğe atıyorlar. Sonra sarı civcivlerin arasında bir siyah civciv görülüyor ve yine birlikte ilerliyorlar. Ardından kamera siyah civcivin gözünden ileriyi gösteriyor. Flu ve ağır çekim bir görüntü. İleride bir tehlike ve kaos hissediyorsun. Kamera tekrar dışarı çıkıyor ve o siyah civciv arkasını dönerek kalabalığı yara yara geriye doğru koşmaya başlıyor..." Sonrasında şunu ekledi: " İşte sizden böyle bir siyah civciv olmanızı bekliyorum".


Çok güzelmiş gerçekten. Eminim Bilal hocanızla ilgili anlatmak isteyeceğiniz şeyler de vardır

Konuyu uzatmak istemiyorum ama çok var tabii ki. Muhteşem bir Türkçesi vardı. Konuşmalarının ilk 10-15 dakikasını izleyebilirdim, sonrasında beynim uyuşmaya başlardı. Konuşması bittiğinde "anladınız mı çocuklar?" diye sorduğunda anladığımızı söylerdik, neyi anladığımızı tam olarak anlayamadan. Ama geride hep bir tortu kalırdı. "Önce yaşasın ilustrasyon diyeceğiz, sonra kahrolsun ilustrasyon diyeceğiz" derdi örneğin. Yani özgün olabilmek ve kendimizi bulabilmek için öncelikle fiziksel ve teknik olarak çok iyi bir düzeye ulaşmak gerektiğini ve bunun için de fotoğraf gibi gerçekçi çalışmalar yapacağımızı anlatırdı. Sonra, "tekniği ön plana çıkarmayın; teknik yalnızca bir araçtır, amaç değildir. Ön planda olacak tek şey sizin işiniz olmalı" derdi. Başka bir zaman da şunu söylerdi: "Benzer araç gereçlerle benzer sonuçlara ulaşırsınız". Yani sürekli yeni şeyler deneyip farklı sonuçlara ve etkilere ulaşmaya çalışın. Her seferinde de eklerdi: "Ne tekniği, ne de malzemeyi ön plana çıkarmayın". Bugüne kadar bunları ve daha başka birçok şeyi kendime rehber edindim. Belki ben de bu şekilde hocamı ön plana çıkarmış oluyorum, ama bu etkiyi anlatmaya hem gerek görüyorum, hem de belki ihtiyacım var.

Bence de kendinizi şanslı hissetmekte haklısınız. Bilal hocanızın rehberliğiyle birlikte siz de çok büyük bir çaba göstermişsiniz. Tam da bu noktada, sizce sanatçı olabilmek için sanat eğitimi almak gerekli ve yeterli midir?

Sanat eğitimini yalnızca okul ya da üniversite olarak düşünmemek gerek. Bazı sanatçılar bu eğitim ihtiyaçlarını başka yollardan da karşılayıp amaçlarına ulaşmışlardır. Genel anlamda sanat eğitimi çok gereklidir ama kesinlikle yeterli değildir. Asıl olan çok çalışmaktır. Yalnızca kendi alanında çalışmak da değil üstelik. Çok okumak, araştırmak, düşünmek, sorgulamak, izlemek ve dinlemek gerekir. Genelde insanlar sanatçı olmayı, daha çok yetenek kavramına indirgerler; ama bu da doğru değildir. Öğrencilerime hep verdiğim bir örnek vardır. Usain Bolt'un hızlı koşmasının tek nedeni uzun bacakları değildir. İyi bir çalışma ortamı, iyi bir koç ve tüm bir yaşamı adayıp çok çalışmak. Hiçbir başarı gökten zembille inmez. Benim için çok çalışmak her şeyin önünde gelir.


Resimlerinizde işlediğiniz konular nelerdir?

Sanatsal süreç zaman içinde farklı nedenlerle değişip gelişiyor. Üniversite yıllarının ardından genç yaşta eğitim sisteminin içine girdim. Bu süreçte kağıt üzerine pastel boya ile kısa süreli dışavurumcu psikolojik çalışmalar yaptım. Yaklaşık 25 yıl önce öğretmenliğim sırasında tesadüfen denediğim yakma resim çalışmaları, beni bugünlere getiren en önemli şey oldu. Hem teknikle, hem de teknik aracılığı ile ağaç, doğa ve geçmişimle, çocukluğumla içgüdüsel bir bağ kurmaya başladım. Ağaca dokunup sıcaklığını hissettim ve dumanının kokusunu içime çektim. Bu konuda değişik biçimlerde yaptığım denemeler ve kuramsal araştırmalar sonucunda, bu çalışmaların Şamanizm felsefesi ile bağdaştığını gördüm. Şamanizm'in var olduğu dönemlerde insanların tüm doğa ile aralarında çok güçlü bir bağ kurduklarını ve doğa ile sürekli iletişim halinde olduklarını; bu bağın ise zaman içinde koptuğunu ve bu yüzden de doğaya yabancılaştığını hatta düşman olduğunu fark ettim. İnsan ve doğa arasında kopmuş olan bu bağı, bu şekilde yine kendimce yeniden kurmaya çalıştım. -Ki "Sırra Erme" diye tanımladığım bu dönem, 2017 yılında aynı adla bir kişisel sergiyi de yarattı. Çalışmalarım sırasında şaman ve pagan müzikleri dinledim ve gözlerimi kapatarak döne döne dans ettim. Çok sıra dışı deneyimlerdi benim için. Bu arada, yakma ile birlikte akrilik boya ve renkleri de kullanarak farklı doku ve etkilerin arayışına girdim. Felsefe, psikoloji, şamanizm ve insanın, doğanın karşı evrimi ile iç içe geçen son dönem çalışmalarımda ise elektronik devreler gibi teknolojik ürünler ile orman yangınında yanmış ya da kendi eceliyle yere düşmüş gerçek ağaç parçalarını birlikte kullanarak, doğa ve teknoloji arasında var olduğunu düşündüğüm savaşı ve sonrasında olmasını umut ettiğim barışı vurgulamaya çalıştım. Aynı yabancılaşmanın bir sonucu olarak, bilgisayar oyunlarını ve bu oyunlardaki karakterleri olumsuz figürler olarak kullanmaya başladım.  Sanal dünyanın insan yaşamındaki olumsuz etkilerine, insanın doğadan kopuşuna ve bu süreci hızlandırmasına dikkat çekmeye çalıştım. Sonuç olarak, bu şekilde izleyiciyi de aynı bağın içine çekmeye çalışıyorum. Daha önce de belirttiğim gibi bu son birkaç yıldır, teknoloji ve doğa arasında var olduğunu düşündüğüm bu savaşta, doğanın tarafına yakın kendimce taraflı bir ara bulucu olmaya çalışıyorum. Bu süreçte şunu da fark ettim. Yaptığım çalışmaları genel olarak anlatmayınca, hiç istemesem de teknik ve malzeme ön plana çıkmaya başlıyor. Yani yalnızca ağaç değil, yalnızca yakma değil, yalnızca bilgisayar oyunları değil, yalnızca teknoloji değil; geri dönüşüm ya da atık malzemelerin değerlendirilmesi hiç değil. Benim için hepsi bir süreç ve dayandığı psikolojik ve filozofik temelleri var. Sonuç olarak, anlatmanın üretmekten daha ön planda olduğu geçici bir dönemde olduğumu düşünüyorum.

Çok güzel. Bahsettiğiniz bu "teknoloji" işlerinize nasıl girmeye başladı?

Aslında önce işlerime verdiğim adlarla başladı. Tamamen doğal malzemelerle doğal biçimlerde yaptığım işleri, teknoloji ile ilgili terimlerle anlatma düşüncesi ve bunun yaratacağı tezat hoşuma gitti. Bu şekilde olduğunu düşündüğüm çelişkileri daha iyi vurgulayacağımı ve anlatımın daha da güçleneceğini düşünmüştüm. "Rezonans" ya da "Arc" gibi. Tabii ki bu süreçte Robert M. Pirsig'in yazdığı "Zen ve Motorsiklet Bakım Sanatı" (Değerlerin Sorgulanması) adlı romanının bendeki etkisinden de bahsetmem gerek. 

Bir de bana daha önce bahsettiğiniz "Fiziksel yaşamdan kopuş" konusu vardı

Evet, Bu konuyu çağın ve tüm insanlığın önündeki en büyük tehlike olarak görüyorum. Var olan teknoloji, insana olayları gerçekmiş gibi hissettiriyor, o hazzı gerçekten yaşatıyor, alıyorsunuz; ama hiçbiri fiziksel olarak gerçek değil. Bulunduğunuz yer bilgisayarın başı, elinizdeki telefon ya da gözünüzdeki sanal gözlük. Hatırladığım artık çok sıradan ve basit kalan bir örnek var. Bir tablet reklamında, ekranda gerçek bir kitap görüntüsü var, kitabı oradan okuyorsun, okuduğun sayfayı, gerçek bir kitapmış gibi parmağınla çeviriyorsun. Her şey gerçek gibi algılanıyor, ama değil. Dokunduğun bir kitap yok, kağıt yok, koklayamıyorsun. Bu örnekler çoğaltılabilir.


Sanat tarihinde sizi etkileyen akımlar, dönemler hangileridir? Sanatçılar kimlerdir?

Her sanatçının gelişim süreçleri farklıdır. Sanat akımlarından ya da belli sanatçılardan etkilenerek, bunu kendi sanatsal gelişimleri için kullanıp farklı noktalara, sonuçlara ulaşabilirler. Benim de olmuştur kuşkusuz. Daha önce belirttiğim gibi, üniversite sonrasında ekspresyonistlerden etkilenmiştim. Çok fazla beğendiğim başka sanatçılar ve dönemler de var mutlaka. Ama benim sanatsal sürecim genel olarak özgün olabilmek adına "kimseden etkilenmemek" üzerine gelişti. Ben daha çok; okuduğum bazı kitaplardan, o kitaplarda geçen bazı sözcükler ve kavramlardan, dinlediğim bazı müziklerden, izlediğim bazı filmlerden ya da kişisel yaşantılarımdan etkileniyorum. Bunlar beni çok fazla motive ediyor ve oluşturduğum bütün bu birikimlerim var olan yapı ile birleşerek yeni sıçrama noktaları yaratıyor.

Daha önce de bahsettiğiniz, sizi etkilemiş olan bu filmler, müzikler ya da kitaplardan örnekler verebilir misiniz?

Çok fazla var ama birkaç tane örnek verebilirim. Daha önce bahsettiğim Robert M. Pirsig'in "Zen ve Motorsiklet Bakım Sanatı" (Değerlerin Sorgulanması),  Nietzsche'nin Zerdüşt Böyle Diyordu (Varlık Yayınları'nın çevirisi çok iyidir), Henry Miller'in bütün romanları, Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"ı aklıma gelen ilk isimler. "Searching for sugarman", "Kelebek ve Dalgıç" ve "Manifesto"yu da film önerisi olarak söyleyebilirim. Beni her anlamda motive etmişlerdir. "Şikayet etme, yapabileceğinin en iyisini yap, tabii ki bu her zaman mümkün olmaz her yaptığın bir öncekinden daha iyi olsun.

Bu arada aklıma gelmişken Nietzsche'den sevdiğim bir alıntı yapayım. "Erdemlerin, adların laubali olamayacağı kadar yüksekte olsun. Ve bahsetmen gerekirse ondan, kekelemekten utanma."

İşlerinize ve sergilerinize çok farklı isimler veriyorsunuz. Bu da bana çok ilginç geliyor gerçekten. Ne dersiniz?

Bazen sanatçılar yaptıkları işlere isim vermek istemezler. Bu şekilde izleyiciyi sınırlandırmış ve şartlandırmış olacaklarını düşünürler. Bense işlerime ya da kişisel sergilerime böyle farklı ve şaşırtıcı isimler vererek, izleyiciyi benim baktığım açıdan bakmaya teşvik etmek istiyorum. Sözcüklerle oynamayı seviyorum. Verdiğim bu isimler genelde birkaç farklı anlama geliyor, bu şekilde bir tezat yaratıyor ve etkisini arttırarak daha fazla dikkat çekiyor. Örneğin açtığım bir serginin adı "Sertünsüz"dü. Yani "hem sergideki işlerin içeriği sert, hem de ben ünlü değilim" gibi bir gönderme yapmıştım.  Ya da "İçten Konuşmalar". Hem samimi, hem de içeriden; konuşmadan konuşmak.

Sanatçılığınızın yanında bir de eğitimci kimliğiniz var. Sizce öğrencilere dönük bir sanat eğitimi nasıl olmalıdır?

Evet aynı zamanda bir eğitimciyim. Öğrencilere dönük çağdaş bir sanat eğitimi çok küçük yaşlarda başlar kuşkusuz; ama bu, genel eğitim sisteminden ve eğitim politikalarından bağımsız düşünülemez bence. Öncelikle, öğrencilere çalışıp üretebilecekleri sağlıklı ortamların sağlanması çok önemli ve gerekli. "Başarı" kavramının, yalnızca öğrencinin girdiği sınavda yaptığı net doğru sayısına indirgendiği bir öğretim ortamında, sanat eğitiminin kalitesinden bahsetmek çok da kolay değil ne yazık ki. Bu konuda hep verdiğim bir örnek var. Okul idaresi tarafından "okul dışında bir etkinliğe hangi sınıfı götürsek?" diye düşünülürken, "o sınıfın resim ya da müzik dersleri var, dersleri kaynamasın, o yüzden onlar gitmesin"  denmeye başlandığı zaman, bir şeyler de değişmeye başlayacaktır. Oysa içinde bulunduğumuz ortamda bunun tam tersi yaşanıyor. Öğrenciler de, kendilerine sunulan bu gelecek planında ve yaratılan bu ortamda sanata ilgi duyup bu konuya zaman ve emek harcamaları belki de haklı olarak çok zor oluyor. Ben resim uygulamalarının dışında, genel sanat algısı üzerine çalışmalar yapıyorum ve bunu çok önemli buluyorum. Bir resme ya da heykele nasıl bakılır, sanat eseri nasıl incelenir, filmler nasıl izlenir, geçmişte sanat tarihinde neler yapılmış, gibi. İyi bir sanat izleyicisi olmayı, insan olmanın insan gibi hissetmenin en temel özelliği olarak görürüm ve öğrencilerime de bunu anlatırım.


Okullarda resim dersleri çok az oluyor, sizce yeterli mi değil mi?

Yaş grubuna göre farklılıklar gösterebilir. Daha önce bahsettiğim gibi, ders saatinin daha fazla olmasından çok çağdaş niteliklere sahip olması önemli.   

Resim yapan çocuğa nasıl yaklaşılmalı? Bu konuda ebeveyn ve öğretmenler tarafından sıkça yapılan yanlış yorumlar nelerdir?

Bence yapılan en büyük yanlış, küçük yaştaki çocukların özgür bırakılmaması ve sınırlandırılmaya çalışılması. Ağaç böyle olur, bulut böyle olmaz gibi söylemler hayal güçlerine çok büyük darbe vuruyor ve bütün yaşamlarını çok kötü etkiliyor. Bu durumda yapılması gereken tek şey, çocuğa yaptığı resimle ilgili sorular sorup konuşturmak ve çok dolaylı yönlendirmelerde bulunmak.

Resim yapmak istiyorum ama fırçayı elime almadım, çöpten adam bile çizemem ben diyen kişilere ne önerirsiniz?

Öncelikle çok umutsuz olmalarına gerek yok, çöpten adam çizebilirler. Eğer gerçekten böyle bir amaç edinmişlerse, çağdaş bir resim kursuna gidip, hocalarının istediklerini ellerinden geldiğince yapmaya çalışsınlar. Zaman içinde belli bir ölçüde bir gelişme mutlaka sağlayacaklardır. Sonuç olarak bu işin o kadar da kolay olmadığının her zaman bilincinde olmaları gerekiyor. Hevesli olmaları çok güzel ama bence en büyük sorun, çok acele etmeleri. Hemen tuval resimleri yapıp sergilere katılmak istiyorlar.

Öğrencilerinizle aranız nasıl?

Öğrencilerimle aramın iyi olduğunu düşünüyorum. Birlikte çalışıyoruz ve üretiyoruz; dostça sohbetler, sanatsal tartışmalar yapıyoruz. Beni farklı bulduklarını söylüyorlar.

Hayatta en fazla önem verdiğiniz değerler nelerdir?

İçtenlik, dürüstlük ve çok çalışmak.

Gelecek planlarınız neler? Yakın zamanda sergi ya da sanatsal bir etkinlik içinde bulunacak mısınız?

Sürekli katıldığım karma sergiler oluyor ve bu etkinlikler, çalışmalar devam ediyor. Şu ara yaptığım son işle katılmayı düşündüğüm bir heykel yarışması var. Bunun dışında İstanbul ve Ankara'daki sanatsal etkinliklere de ağırlık vermek istiyorum. Ayrıca, önümüzdeki süreçte "Ara Bulucu" adında bir kişisel sergi açmak gibi bir düşüncem var.

Şimdiye kadar yapmadığınız, ama aklınızın ucunda var olan bir resim ya da heykel var mı?

Sanatçının tüm yaşamı bu hayal üzerine kurgulanıyor zaten. Gelecekte neler yapacağımı bilmiyorum ama çok merak ediyorum. Yaptığım ve sonuçlandırdığım her iş, bir sonrakine kapı açıyor. Ve daha yenisine ve iyisine ulaşmak için, bir öncekine başlayıp bitirmekten başka bir şansımız yok. Kendime her seferinde şunu söylemeye çalışırım: "Erteleme, yap!"

Size ulaşmak isteyen sanatseverler nasıl ulaşabilir?

İzmir Vali Vecdi Gönül Anadolu Lisesi'nde resim öğretmeni olarak çalışmaya devam ediyorum. Bunun dışında sanat sayfası olarak kullandığım instagram hesabım: erkan_kosem72, e-mail: erkanvekosem@gmail.com adreslerinden de ulaşabilirler.

Son olarak İzmirdehaber okuyucularına ne söylemek istersiniz?

 Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Çok keyifli bir söyleşi oldu. İzmirdehaber kendi alanında çok önemli bir iş yapıyor ve büyük bir boşluğu dolduruyor. Bu yüzden okuyucuların vereceği destek çok önemli. 


İzmir Modern / Nurten ÖĞÜT

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder